Mehmet Özay 4
Kasım 2010
Vietnam'ın
başkenti Hanoi'de gerçekleştirilen Güneydoğu Asya Ülkeleri İşbirliği Örgütü
(ASEAN) Savunma Bakanları toplantısı, sadece bölge gündemini değil, dünya
gündemini yakından ilgilendirmeye devam ediyor. ASEAN'ın 17. Zirve Toplantısı
öncesi biraraya gelen Savunma Bakanları, birliğin ekonomik işbirliği ve
kalkınması önünde ciddi bir engel oluşturan güvenlik sorununu masaya yatırıp,
geleceğe yönelik plânlamalar yaparken, gündeme Çin-Japonya arasında devam eden
gerginlik damgasını vururken, kapalı kapılar ardında bu konu enine boyuna ele
alındı.
Güneydoğu
Asya'nın insan ve hammadde kaynakları ile gelişmiş ülkelerin ilgi odağı
olmasının somut göstergelerinden biri, birliğe üye ülkelerin yanı sıra, söz
konusu toplantıya Avustralya, Çin, Hindistan, Japonya, Yeni Zelanda, Güney
Kore, Rusya ve ABD Savunma Bakanları'nın da iştirak etmesi oldu. ASEAN+8
formülü ile dile getirilen bu toplantı, başta bölge denizleri olmak üzere,
terörizm, insan ticareti, korsanlık gibi birinci elden güvenlik meselelerinin
sadece bölgesel olmadığı, aksine, ortada küresel bir sorunun varlığına işaret
ediyor. Toplantının ana gündem maddesi ise kuşkusuz ki, küresel ekonomik güçler
arasında önemli bir yeri bulunan Güneydoğu Asya ülkelerinde ve bölgenin önemli
su yollarında güvenlik meselesinin ele alınması oldu. Bu çerçevede Çin-Japonya
arasında, bazı adalar üzerinde hak iddiasına dayanan anlaşmazlık, sadece bu iki
ülkeyi değil, başta ASEAN ülkeleri olmak üzere toplantıya iştirak eden diğer
ülkelerin de içinde yer aldığı küresel ticari ve ekonomik faaliyetler için de
önem arz ediyor. Tüm bu ilişkilerin yanı sıra, genel anlamda ASEAN'ın ne anlam
ifade ettiğine ve bu bağlamda Türkiye'nin duruşuna kısaca bakmakta fayda var.
Malezya'nın
kurucularından ve ilk başbakanı Tunku Abdul Razak'ın fikir babası olduğu 1967
yılında kurulan ASEAN[1], yani, "Güneydoğu Asya Ülkeleri İşbirliği
Örgütü" bünyesinde 10 ülkeyi barındırıyor. Söz konusu birlik, sadece kendi
bölgesinde değil, Avrupa Birliği ve ABD ile ekonomik büyümesini aralıksız
sürdüren Çin'in ilgi odağı. 80'li yıllardan başlayan ve 90'lı yılların
ortalarında adını dünya ekonomi literatürüne Asya Kaplanları olarak yazdırmayı
başaran bölge ülkelerinin ekonomi başarısı üzerine pek çok yazı kaleme alındı
ve alınmaya devam ediliyor. Bu başarının ardında Konfüçyüscü etiğe yer
biçilmesi, Max Weber'in Batı Avrupa kapitalizminin gelişmesi bağlamında dile
getirdiği meşhur "Protestan Ahlâkı"ına benzer bir olgunun, post-modern
dönemde bir başka coğrafyada ortaya çıkışı olarak dikkat çekiyor. Günümüzde bu
ülkeleri, dünyanın diğer bölgelerinden ayırt eden özelliği ise birkaç yıldır
yaşanan küresel ekonomik kriz karşısında direnç gösterebilme kabiliyeti bir
yana, istikrarlı büyüme başarısını göstermeleri geliyor.
4.5
milyon km2'lik geniş bir coğrafyayı kaplayan, 580 milyonu bulan dinamik nüfusu
sadece üretici değil, tüketici niteliği ile de küresel şirketlerin iştahını
kabartıyor. Bölgenin cazibesini artıran bir diğer olgu ise tarihsel olarak
hammadde kaynaklarına ev sahipliği yapması. Bu özellikleri ile -tıpkı sömürge
döneminde olduğu gibi- sıkışan Batı ekonomileri için bir çıkış kapısı
olma özelliği taşıyan Güneydoğu Asya ülkeleri bir diğer ifadesiyle ASEAN,
bölgeye komşu olmaları hasebiyle günümüzde Çin'in ve Japonya'nın da
gündeminde.
Küresel
ekonomi krizi çerçevesinde istikrarsızlığın yaşadığı ve dolayısıyla bundan
etkilenen geniş toplumsal kesimlerde huzursuzluğun hakim olduğu bir dönemde
ASEAN ülkeleri dünya devleri için yeni bir ümit kapısı olarak gündemde. ABD
Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un, bölgenin sahip olduğu imkânlara vurgusunu
açık seçik dile getiren "21. yüzyılın büyük bölümünün bu bölgede
yazılacağı" öngörüsü bugün sadece ABD'nin değil, dünyanın önde gelen
ülkelerinin söz konusu birlik ile olan ilişkilerinin boyutlarını ortaya koyması
bakımından dikkat çekici. ABD'nin bölgeye yönelik ilgisi yakın geçmişte New
York'da düzenlenen ABD-ASEAN toplantısı ile ortaya çıktı. Bu toplantıda, Çin'in
bölge üzerinde tehdit boyutlarına varacak nüfuz girişimlerine yanıt anlamı
taşıyan yorumlarına rağmen, ASEAN ülkeleri ABD'nin Çin'i kızdıracak açıklamalar
yapmasına izin vermediği de biliniyor. Bunun benzeri bir gelişme, Hanoi'deki
Savunma Bakanları toplantısında yaşandı. Açılış konuşmalarında ABD Savunma
Bakanı Robert Gates'ın Çin'i doğrudan hedef alacak ifadelerine yer vermemesi,
ASEAN'ın bu konudaki hassasiyetini bir kez daha ortaya koyduğunu gösteriyor.
Elbette ASEAN'ın sergilediği bu hassasiyetin ardında, Asya ekonomisine hükmeden
Çin'in varlığı ile ABD'nin tehditlerinin yaratabileceği olumsuzluğu kavraması
yatıyor.
Uzun
yıllar diktatör sıfatıyla anılan kimi rejimlere ev sahipliği yapan ülkelerin de
bulunduğu Güneydoğu Asya'da batılı anlamda demokratik ve sivil toplumun egemen
olduğu bir siyasal ve toplumsal yapılanma eksikliği görülmekle beraber, bu
durum yerini demokratik, insan haklarına önem veren yönetimlere bırakmaya
başladı. Bununla beraber, daha yapılacak çok işin olduğu da aşikâr. Öte yandan,
Batı toplumlarının post-endüstriyel çağı yakalaması ile üretim merkezlerini
hammadde kaynaklarının bulunduğu ve işgücünün son derece ucuz olduğu Güneydoğu
Asya ülkelerine taşıması ile temel parametreler bağlamında ekonomik kalkınma
sürecine giren Güney Kore, Singapur, Hong Kong ve Tayvan dünya ekonomi
literatürüne Asya Kaplanları olarak geçti. Öte yandan, kökleri sömürge dönemi
dual ekonomik yapılanmasına kadar uzanan ve Batı toplumlarına mal ihraç eden
ülke haline gelmesi ile dış yatırımlar konusunda cazip şartlar sunmasıyla
Malezya'nın adı da "Asya Kaplanları" ile birlikte anılmaya
başlandı. Öte yandan, bölgenin en büyük ülkesi, dünyanın ise -herşeye rağmen-
üçüncü büyük demokrasisi olarak adlandırılan Endonezya 2004 yılından bu yana
Susilo Bambang Yudhoyono liderliğinde devam ettirilen ekonomik ve toplumsal
reform çabalarında kat ettiği mesafe ile son dönemde adını duyurdu.
ASEAN
toplantısında nelere değinildiğine bir bakalım. Öncelikle, toplantının Milli
Savunma Bakanları zirvesi olması dolayısıyla gündemi, son birkaç aydır Güney
Çin Denizi'nde Çin ile Japonya arasında yaşanan sınır sorunları oluşturdu.
ASEAN'a üye olmayan bu iki ülke arasındaki çekişme, su yolları ve güvenlik
meselesi bağlamında sadece ASEAN'ı değil, toplantıya katıldığını ifade
ettiğimiz diğer önde gelen kalkınmış ülkeleri de ilgilendiriyor. Bu nedenle
toplantının perde arkasında en can alıcı noktayı oluşturdu. Sorun, sadece
birkaç balıkçı teknesinin sınır ihlali değil. Sorunun temelinde, bölgede önemli
petrol yatakları bulunduğu ifade edilen Japonların Senkaku, Çinlilerin ise
Diaoyu adını verdikleri adaların sahipliği ile doğrudan alâkalı. 1972 yılında
varılan anlaşma ile Adalar Japon sınırları içinde kabul edilmekle beraber, Çin
adalar konusunda hak iddiasını dile getiriyor. Kaldı ki, Güney Çin Denizi'ndeki
bu sınır sorunu, Çin ve Japonya arasında kalmıyor. Stratejik öneme sahip Adalar
üzerinde Filipinler, Malezya, Brunei ve Vietnam'ın da hak iddia etmesi sorunu
daha da karmaşıklaştırıyor. Öte yandan, uluslararası denizcilik hareketlerini
de etkilemesi dolayısıyla ABD'nin de problem yumağına dahil olması anlamına
geliyor. Çin ve Japonya arasındaki bu sınır mücadelesi, iki ülke halklarında,
özellikle de Çin'de milliyetçi hissiyatın yükselişine neden olurken, ticari
ilişkilerine de etkiliyor. Örneğin Japonya, Çin'e uçak seferlerini gözden
geçirirken, Çin -açıkça ortaya koymasa da- Japonya'nın yüksek teknoloji
ürünleri imalatında ihtiyaç duyduğu kıymetli metallerin ihracatı konusunu koz
olarak kullanmaya hazırlanıyor. Japonya'nın söz konusu hammaddelerin %60'ını
Çin'den temin etmesi, alternatif arayışlarında yönünü ASEAN'a üye Vietnam'a
çevirmesine yol açıyor. Bu çerçevede Vietnam bir yandan Japonya'nın
yatırımlarına konu olurken, ABD Savunma Bakanı Gates'in askeri teknolojiye
dayalı işbirliği bağlamında dile getirdiği "eski düşmanlarla dostane
ilişkiler"de yeri olacağı anlaşılıyor.
Çin'in
ASEAN'la ilişkileri geliştirmeye yönelik atağı karşısında, ASEAN yönetimi,
ABD'yi ve Rusya'yı da davet etmek suretiyle bir anlamda bölge ülkeleri üzerinde
oluşacak bir Çin tesirini ve baskısını nötrleştirme çabası sergiliyor. ABD
açısından ise bu ilişkiye, giderek siyasi ve ekonomik önemi artan Güneydoğu
Asya ülkeleri ile dolaylı ittifak anlamı yüklendiği gözleniyor. Temelde somut
bir gerçeklik olarak sınır sorunu etrafında şekillenen gündeme rağmen, çok
yönlü ABD-Çin rekabeti farklı bir yönde gündeme geliyor. Bir yanda müttefiki
Japonya, öte yanda, küresel anlamda Çin'le 'henüz' baş edecek siyasi ve
ekonomik kabiliyetlere sahip olmayan ASEAN'ın varlığı bu bölgesel birliktelikte
ABD varlığını zorunlu kılıyor. ABD'nin bu kaçınılmaz güç dengesine karşılık,
Güney Çin Denizi ekseninde mücadeleyi Çin-ABD ikilisine terk etme yanlısı
olmayan Hindistan ve Rusya bölgede söz sahibi olma konusunda ısrarlı. ASEAN
toplantısına katılan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un, ABD'nin
Asya-Pasifik bölgesinde kalıcı bir güç olma niyetini açıkça dile getirmesi
yukarıdaki gelişmelere açıklık kazandırıyor. Tüm bu hususlar dikkate
alındığında, ASEAN'la çok yönlü ilişkilere taraf olan dünya devlerinini
varlığı, bölge uzmanlarınca çok katmanlı ilişkiler ağının örülmekte olduğu
şeklinde yorumlanıyor.
Türkiye
ASEAN İlişkileri
Kısa
bir şekilde, Türkiye'nin bölgeye dair yaklaşımına değinmekte fayda var. Uzun
yıllar gözardı edilen bölgenin Türkiye gündemine girmesinde 1996 yılında
dönemin başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın önderliğinde kurulan D-8'leri
gözardı etmemek gerekir. D-8'in akametinin ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi
tutulması gerektiğini söyleyerek konuyu bir başka yazıya havale edelim.
Bir
diğer girişim ise 1999 yılında Türkiye'nin Doğu Asya ve Pasifik Ülkeleri ile
işbirliğine başlama karası alması oldu. Bu siyasi ve ekonomik girişimlere
rağmen, bölgenin Türk kamuoyu ve geniş siyasi çevrelerce tanınması ekonomi
dışında bazı gelişmelerle de bağlantılı. Bunun ilk örneği 26 Aralık 2004
tarihinde yaşanan büyük deprem ve ardından meydana gelen yıkıcı tsunami oldu.
Bunu, Endonezya'nın Cava ve Sumatra Adaları'ndaki depremler takip etmesi,
bölgenin şu veya bu şekilde Türkiye kamuoyu gündemine taşıdı. Bu çerçevede,
Türk Hükümeti'nin tarihsel bağlarının hiç de azımsanmayacak düzeyde olduğu kimi
bölge ülkelerine yönelik yardım faaliyetlerine iştiraki, bölgeye yönelik ticari
ve ekonomik katılımı tetiklediği söylenebilir. Bu yöndeki gelişmelere siyasi
içeriğin kazandırılmasında Türk Dışişleri'nin ayrı bir rolü var. Bunun en somut
göstergesi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Temmuz ayında Vietnam'ın
başkenti Hanoi'de yapılan toplantıya katılarak, ASEAN ile "Dostluk ve
İşbirliği Anlaşması"na imza atması Türkiye'nin bölge ile kuracağı bağ için
önemli bir aşama telakki edilebilir. Türkiye'nin söz konusu bu anlaşmaya imza
atan 17. ülke olması, ASEAN'nın cazibe merkezi olduğunun bir başka ifadesi.
Hindinstan, Çin, Avustralya, Güney Kore, Japonya ve Pakistan gibi ülkelerin bu
anlaşmaya taraf olması ASEAN'ın potansiyelini açıkça ortaya koyuyor.
Yukarıda
zikredilen çeşitli ülkelerin ASEAN'a yönelik ilgisinin giderek artmaya devam
etmesi, aslında tarihin bir tekerrürü mesabesinde. Türkiye'nin bu 'tekerrür'de
ne kadar rol alacağını ise zaman gösterecek. Bununla beraber, aşağıdaki
hususları dikkate almanın kaçınılmaz olduğu da bir gerçek.
Bu
olumlu gelişmelere rağmen, özellikle Güneydoğu Asya'nın bazı ekonomik ve ticari
yapılanmaya müsait bölgelerine nüfuz kabiliyetine sahip olan Türkiye'nin ne
devlet ne de özel sektör bağlamında herhangi bir girişimde bulunmamış olması
ise Türkiye adına bir handikap. Bu konuya daha önce başka yazılar bağlamında
değindiğimizden burada tekrarlamayacağız. Sayın Davutoğlu'nun yukarıda
zikredilen anlaşma çerçevesinde akredite Büyükelçilik görevini Türkiye'nin
Cakarta Büyükelçisi'ne sunması normal bir prosedür olarak görülse de, Endonezya
gibi dev bir coğrafyayı kaplayan ve pek çok hususiyetleri bünyesinde barındıran
bir ülkede görev yapan bir büyükelçinin ASEAN gibi dünyanın önemli ekonomik ve
sosyal bloku ile ilişkilerde icra kabiliyeti sergileyebilmesinin önündeki maddi
kısıtlılığın gözardı edildiği anlaşılıyor. Bunun yerine, Endonezya'dan
başlayarak Türkiye'nin Büyükelçilik yapılanmasını genişletmesi, Endonezya'da
Açe'den, Malezya'da Cohor'dan başlayarak Konsoloslukları hizmete sokması,
ASEAN'la ilişkilerde de Cakarta'da yeni oluşumları icraata geçirmesinin bölge
ile ilişkileri sağlıklı zemine oturtulmasında başat rol oynayacağına kuşku yok.
Bunları niçin söylüyoruz? Yeni keşiflere çıkmaya gerek yok. Tarihsel olarak
Güneydoğu Asya'nın giriş kapısı niteliğinde ve her açıdan gelişmeye müsait Açe
Eyaleti; Malezya'nın sömürge döneminden başlayarak kalkınma hamlesinde sürekli
lokomotif işlevi görmüş Cohor'da uygulama konulan dev "İskender
Projesi" (Kota İskender) ve benzerleri Güneydoğu Asya'nın orta ve uzun
vadede yatırım, üretim, ulaşım, ticaret ve mali alanlarda yeni merkezleri
olmaya aday. Kurumsal anlamda bölge tarihi, ekonomisi, kültürünü kapsamlı
araştırmalara konu edecek Güneydoğu Asya Enstitüsü'nün varlığı kaçınılmazdır.
Bir başka yazı vesilesiyle dile getirdiğimiz Malay Dünyası ve Medeniyetleri
başlıklı bir bölümün yetkin bir devlet üniversitesinde kurulması bunun bir
başlangıcı olacaktır.
Yeri
gelmişken küçük bir uyarı yapalım. Türkiye gibi sadece bölgesinde değil,
giderek artan bir ivme ile dünya politikasında söz sahibi olan bir gücün,
siyasi ve ekonomik ilişkilerini belli çıkar gruplarına havale etmesi,
potansiyel gelişmelerin ters tepmesine yol açabilir. Türkiye, siyasi ve
ekonomik varlığını devletin güvencesi ve ciddiyeti ile bölgeye taşıması her
açıdan yararlı ve daha da önemlisi kalıcılık açısından önem arz ediyor.
[1]Tunku Abdul Rahman Putra al-Haj,
Looking Back: Monday Musings and Memories, Pustaka Antara, Kuala Lumpur, 1977,
s. 156-7, 160.
http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=135171&q=mehmet+%C3%B6zay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder