Mehmet Özay 16.11.2016
Myanmar’ın batısında Bengal Körfezi’ne bakan Arakan
Eyaleti’nde bitmeyen şiddet olaylarına son günlerde yenileri eklendi. Bölgede
bir ayı aşkın bir süredir gene gerginlik hakim. Aslında son dört yıldır zaman
zaman düşük bir profil sergilemekle birlikte, gerginliğin bitmediği, bölgedeki
Müslümanların baskı ve şiddet ortamından uzaklaştırıl/a/madığına tanık
olunuyor.
9 Ekim’den bu yana gerçekleşen hadiselerin önceki
dönemlerden ayrılan bir yönü olduğu görülüyor. İlki coğrafi konumu itibarıyla
çatışmaların halkın önemli bir bölümünün yaşadığı eyalet başkenti Sittwe
çevresinde değil de, eyaletin ve de dolayısıyla Myanmar’ın Bangladeş’le olan
sınır bölgesinde gerçekleşiyor olması. Bir diğer husus ise, resmi makamlarca
bugüne kadar pek de rastlanmayan ‘isyancı’ kavramının ilk kez kullanılması.
2012 yılı Mayıs sonu ve Haziran ayında uluslararası
medyaya yansıyan şiddet olayları eyalet başkenti Sittwe ve civarında gerçekleşmişti.
Son gelişme ise, Arakan Eyaleti ile Bangladeş sınırında ortaya çıktı. Burası
hem Arakanlıların Bangladeş’e yasa dışı yollardan geçişi olması dolayısıyla
dikkat çeken bir bölge. Sınır bölgesi olmanın getirdiği değişik zorlukların
dışında hem Bangdaleş hem de özellikle Myanmar resmi makamlarının Arakanlılara
yönelik yaklaşımlarının bu toplumun çilesini daha da artırıyor.
Maruz kalınan
baskılara tepki
Myanmar resmi makamları yaptıkları açıklamalarda,
Bangladeş’ten sınırı geçen birkaç yüz kişilik bir grubun üç polis noktasına
saldırdığını açıkladı. Böylesi bir saldırı ilk defa gerçekleştiriliyor. Bununla
birlikte, saldırıyı gerçekleştiren grubun, ağırlıklı olarak daha çok kesici
türden silahlara sahip olması ve saldırdıkları polis noktalarındaki güvenlik
güçlerinin silahlarını almaları kapsamlı ve büyük çaplı bir organizasyondan
ziyade, yaşadıkları baskı ve zulümler sonrasında ortaya konulan bir tepki olduğu
gözüküyor. Arakanlı oldukları tahmin edilen bu grubun saldırısının ardından,
güvenlik güçlerinin takviye edilmesi ve bölgede Müslüman kitleleri hedef alan
bir operasyona başlanması çeşitli insan hakları örgütlerince gene bir baskı ve
şiddet ortamının doğabileceği uyarılarını da beraberinde getirdi. Son günlerde
bölge halkının köylerini terk ederek kaçmaları da böylesi bir durumun
gerçekliğini ortaya koyuyor.
‘Sınırın öte yakasından yapılan saldırı’ olgusu, bölgede
yeni bir gelişme olarak değerlendirilmeli. ‘Sınırın öte yakası’ denilerek
açıkçası kastedilen Bangladeşliler değil açıkçası, aksine Arakanlı Müslümanlar.
Ancak bunun bir tür kafa karışıklığına yol açması da mümkün. Arakan Eyaleti’nde
yaşanan zorluklardan kaçanlar, sınırın öte yakasında Bangladeşte Cox’s Bazar
şehrine kadar olan bölgede, örneğin Kutupalong, Nayapara, Leda Site yerleşim
yerlerinde hayat sürmeye çalışıyorlar. Kaldı ki, Arakan’dan Bangladeş’e göç son
dört yılda yaşananlarla sınırlı değil. 1980’li yıllardaki şiddet dalgası önemli
bir göç hadisesinin yaşanmasına neden olmuştu. Bu göçlere rağmen, sınırın öte
yakasında, yani Bangladeş’te yaşamın tatminkâr olduğu anlamına gelmiyor. Yoğun
nüfuslu Bangladeş’te işsizlik ve yoksulluk kadar mevcut hükümetin zaten
ülkedeki belli başlı Müslüman gruplara yönelik baskıcı tutumu, yanı başındaki
göçmen Müslümanlara yönelik politikalarını da şu veya bu şekilde etkiliyor.
Ayrıca, ‘komşu ülke’ Myanmar yönetimiyle aranın bozulmaması çabası da bu
politikada bir rolü var.
2012 sonrası
süreç
2012 yılında yaşananlardan sonra uluslararası kamuoyunun
verdiği tepkiler karşısında dönemin devlet başkanı Thein Sein Arakanlı Müslüman
toplumla ilgili olumlu değişiklikler ‘sözü yerine getirilmedi. Ve bu çerçevede,
üç yılı aşkın süre boyunca Arakanlı Müslümanların konumunda bir iyileşmeden
bahsetmek maalesef mümkün değil. Şehir ve kasabalardan çıkartılan Müslümanlar
sığınmacı kampları adıyla anılan yerlerde sınırlı imkânlar ve haklarla yaşam
sürmeye devam ediyorlar. Durumun vahametini ortaya koyma adına, ülkede otuz yıl
aradan sonra, 2014 yılında yapılan genel nüfus sayımında, farklı statüler
altında kaydedilmeleri koşulu dışında Arakanlı Müslümanlar sayılmadı. Ve
ardından, yaklaşık yirmi yıl sonra, 2015 yılı Kasım ayında yapılan genel
seçimleri ‘demokrat’ ve ‘reformcu’ kimliğiyle öne çıkan Nobel Ödüllü Su Çi’nin
başında bulunduğu Ulusal Demokrasi Birliği (NLD) kazanmasına ve Arakanlıların
bir umut sorunlarına çare bulunacağı inancına rağmen, bu süreçte bugüne kadar
olumlu adım atılmasına tanık olunmadı.
Aksine, Burma milliyetçisi Budistlerin önderliğinde zaman
zaman yapılan gösteriler bir tehdit niteliği havasına bürünerek bir yandan
Arakanlıları, öte yandan merkezi hükümet ve aralarında Birleşmiş Milletler de
olmak üzere uluslararası camianın bölgedeki temsilcilerini hedef aldı. Arakanlı
Müslümanlar, karşı karşıya kaldıkları bunca mağduriyet ve zulümlerin sona
ermemesi nedeniyle tek çare olarak takalarla denize açılarak kaderin onları
nereye götüreceğine umutlarını bağladı. Bunun en son ve süreçteki en önemli
sonucu da 2015 yılı Mayıs ayında sayılarının binlerce olduğu ileri sürülen
teknelerle Hint Okyanusuna açılmaları oldu. Dünya kamuoyunun bu gelişmeden
haberdar olması ise, bölgedeki üç ülke yetkililerinin bu insanları sınırlarına
kabul etmemesi sonucu gerçekleşti. Gelen tepkiler ve ilgili ülkelerin
yetkilileri arasında başlatılan ‘kriz toplantıları’ sonunda denize açılan
Arakanlıların az bir bölümünün Endonezya’nın Açe Eyaleti’nde kamplarda
yaşamasına izin verildi.
Müslümanların
can ve mal emniyeti yok
Bugün gelinen noktada Arakan Eyaleti’nde sorunun
devamında bazı dikkat çekici faktörler var. Bunlar sırasıyla şöyle: a) seçimler
sonrasında Eyalet yönetiminin bölgede yaşayan Budist kökenli Arakanlıların
hakimiyetinin olması; b) merkezi hükümetin soruna çözüm perspektifli yaklaşmaması
ve öyle ki, Su Çi’nin öncülüğünde, ülkenin dört bir yanında on yıllarca
bağımsızlık veya otonom yönetim talebiyle savaşan etnik gruplarla -1948
yılındaki bağımsızlık öncesi etnik yapıların ‘federal’ bir yapı altında
birliğini sağlamaya yönelik konferansa atfen- 21. Yüzyıl Panglong Barış
toplantılarına başlarken, Arakanlı Müslümanları bu oluşuma davet etmemesi; c)
Arakanlı Müslümanları temsil mahiyetinde ne ülke içerisinde, ki bu zaten mevcut
şartlarda mümkün değil, ne de dışarıda siyaseten temsil edebilecek bir yapının
bulunmaması geliyor.
Bu ana başlıklar çerçevesinde ilk maddeye bakıldığında,
bölgedeki Müslümanların canları ve mallarının güven altında olmadığı görülür.
Topraklarına el konulan şehir ve köy yerleşimlerinden çıkartılan Müslümanlar
haklarını arayabilecekleri bir merciden yoksunlar. Su Çi’nin barış görüşmeleri
gibi ülke güven ve istikrarına büyük katkı yapacağına kuşku olmayan girişime
Arakanlıları davet etmemesinin ardında ‘derin Burma’ milliyetçiliğinin baskısı
bulunuyor.
Sorun Myanmar’a
terk edilmeyecek boyutta
Bu topluluk bugüne kadar ülkedeki onlarca etnik yapı
arasında yer almasına olanak tanınmıyor, aksine dışarlıklı ve yasadışı bir
toplumsal grup olarak addediliyor. Bu nedenledir ki, ‘vatansızlık’ olgusunun
içerdiği ne varsa bununla yüzleşmek zorunda bırakılıyorlar. Arakanlı
Müslümanlar kendilerini temsil edecek aktif bir yapıdan mahrumlar. 2012 yılında
yaşanan gelişmeler sonrasında kimi girişimler çerçevesinde kurulan ve
başkanlığına ABD’de öğretim görevlisi olan bir Profesörün getirildiği ‘Arakan
Rohingya Birliği’nden (ARU) ise, bugüne kadar maalesef ses çıkmıyor.
9 Ekim’deki saldırı ve devamındaki çatışmaları
sürdürenleri, tüm bu ağır baskı altında ve çaresizlik ortamında bir çıkış
arayışındakiler olarak değerlendirmek mümkün. Ancak Myanmar ordusunun varlığı
ve bölgedeki diğer şartlar böylesi bir çıkışı olsa olsa ‘intihar saldırısı’
olarak adlandırmayı gerektiriyor. Arakan Müslümanlarının sorunu, Myanmar
devletine terk edilemeyecek boyutta olduğu gün geçtikçe daha da iyi
anlaşılıyor. Ancak bu sürecin ‘kanıksanmışlık’ gibi bir başka soruna evrilmesi ise,
en büyük tehlike olarak beliriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder