Mehmet Özay 23 Nisan 2012
Japonya, kadim Mekong topraklarına geri dönüyor! Aslında II. Dünya
Savaşı’nın akibetinden sonra kalkınma odaklı projeler bağlamında yeniden
girdiği bu coğrafyadan çıkmadığını söylemek bile mümkün.
Çin ve ABD bir yandan Kuzey Kore, öte yandan Güney Çin Denizi üzerinden
“hırlaşmayla” meşgulken, Japonya geçen yıl geçirdiği büyük doğal afete rağmen,
bölgesinde söz sahibi olma konusunda ciddi ve istikrarlı adımlar atmaya devam
ediyor. Bunun en son göstergelerinden biri, geçen hafta beş gün süren Japonya-Mekong
toplantılarının Tokyo’da gerçekleştirilmesiydi.
Kadim doğu geleneklerinin dilinde ‘Suyun Anası’ anlamına gelen Mekong, Doğu
Asya’nın bağrından doğarak Hint-Çin’ini boydan boya kateden kadim nehir
bugünlerde yeni bir jeo-politik ve ekonomik gelişmeye konu oluyor. Bu gelişme,
elbette, Güneydoğu Asya’nın son birkaç yılda öne çıkan veya çıkartılan
konumundan azade değil. Bu gelişme neye işaret ediyor? Öncelikle Güneydoğu Asya
halklarının modernleşme serüvenlerinde “Batılı Beyaz adamın” karşısında
alternatif olarak gördüğü ve ‘has’ Asyalı olan bir Japon ‘mucizesine’
inanışının devamı olduğu kesin. Öte yandan, II. Dünya Savaşı’ndan sonra devşirilen küresel hegemonya savaşında
gerek iç faktörler gerekse bölgesel ve küresel aktörlerin çabasıyla büyük
yıkımlara konu olmuş Hint-Çin’inin yeniden ayakları üzerinde durma çabasının
bir ürünü sayılabilir. Bir diğer husus ise, Japonya’nın Doğu Asya’da bir yandan
Çin öte yandan Kuzey Kore’nin şu veya bu şekildeki sınırlamalarına konu olan
‘kıtasahanlığını’ Güneydoğu Asya üzerinden devam ettirme projesi olduğunu
söyleyebiliriz.
Bu amaçla Japonya’nın öncülüğünde beş ulus devletin yani Myamnar (Burma),
Laos, Tayland, Kamboçya ve Vietnam’ın devlet başkanları veya başbakanlarının
katılımıyla Tokyo’da önemli bir toplantı silsilesi gerçekleştirildi. Bu beş
ülkeyi ortak kılan gerek sembolik gerekse maddi anlamda Mekong Nehri’dir.
Tarihin kadim devletlerinin neşet ettiği bu Nehir havzası, bugün post-modern
dünyanın giderek daralan neo-kapitalist sularına hayat taşımaya aday
gösteriliyor. Bu bağlamda, Myanmar’ı konu alan çalışmalarımızla bunu kısmen
bugüne kadar ortaya koymaya çalıştığımızı söyleyelim. Japonya’nın ‘Mekong
Birliği’ olarak da adlandırılabilecek bu oluşuma ev sahipliği kadar ‘ağabeylik’
yapmasının gayet anlaşılır, rasyonel ve bir o kadar da kültürel nedenleri var.
İşin rasyonel tarafına baktığımızda ASEAN içerisinde yer alan ancak diğer beş
üyenin aksine ekonomik gelişmişlik katsayılarının pek de tatminkar düzeyde
olmadığı bu beş ülkenin kendi haline bırakıldıkta, Güneydoğu Asya
kalkınmasından hakkıyla bahsedilemeyecek olduğu görülür. Burada niçin ASEAN
kendi içerisinde gelişmelere yön vermiyor da Japonya işe karışıyor sorusunda
‘el-hak’ doğruluk payı yok değil.
Ancak bu soru bir eksikliği de içinde
barındırdığını söyleyelim. Nedir o? ASEAN tek başına biryerlere gelme
mücadelesi verirken, elbette model ve destek alacağı oluşumlar hep varolageldi.
Bunların son dönemdeki göstergelerini geçen bir iki yılda çok net yaşadık. Bir
yanda, Asya-Pasifik toplantıları, öte yanda Çin-Rusya-Avustralya ve AB’nin
bizatihi ASEAN içinde gözlemci, yarı gözlemci vb. Pozisyonlarla işbirliğine
yönelik atraksiyonlarını unutmayalım. Öyle olduğu içindir ki, Japonya, gerek
tarihsel gerekse bölge ülkelerinin kültürel donanımları bağlamında Güneydoğu
Asya ülkelerinin kendilerini “yakın” hissettikleri bir ülke olarak ortaya
çıkıyor. Bu bağlamad, Japonya’nın söz konusu bu ülkeler nezdinde “güvenirlik
katsayısını” da unutmamak lazım. İşte bugün Japonya Mekong Birliği’ni toplaması
ile bölgeye yeni bir ivme kazandırma peşinde.
Bu ivme, elbette kültürel
donanımları ile öne çıkmasıyla dikkat çekerken, elbette Japonya ekonomik yapılanmasının
elverdiği güçten istifade ile bölgenin “makro perspektifte” ele alınmasından
yana. Bunun için de bu projeye çok ciddi baktığın ortaya koyacak maddi
desteğini de göstermiş durumdu. Bunun adı da, gelecek üç yıllık projeler için
600 milyar Yen’lik yatırım bütçesini onaylamış olması. Mekong Nehri’nin
birbirine eklemlediği bu beş ülke arasında özellikle Tayland ve Vietnam’ın
dışında diğer üç ülkenin ekonomik anlamda hala “emekleme” devresinde bulunuyor
olmaları, Mekong’un yakın ve orta vadede güvenliğe varacak kadar potansiyel
sorunlarla yüzleşeceği ihtimalini gözlerden uzak tutmuyor. Bu nedenledir ki,
Japonya bölgeyi stratajik bir okumaya tabi tutarak “kümülatif” bir kalkınmanın
gereğinden hareketle ülkelere rehberlik ediyor.
Mekong dendiğinde, bir karşılaştırma yaparak ne demek istediğimizi siz
okuyucularımıza ifade edelim. Diyelim ki, Nil, Missisippi, Fırat-Dicle, Ganj
vb. Nehirler içinde yer aldıkları coğrafi havzalar için ne anlam ifade
ediyorlarsa Mekong da hiç azınmanmayacak derecede bölge ülkeleri için büyük bir
kıymete haiz.
Tabii bu girişimde, en gözde konuk ise Myanmar olduğuna kuşku yok. Devlet Başkanı Thein Sein’in yirmisekiz
yıl gibi uzun bir aradan sonra Japonya’ya yaptığı ziyaret kadar, böylesine
önemli bir bölgesel birliktelik içerisinde yer alıyor oluşu ülkenin içinde
depelenip durduğu badireden bir an önce kurtulma çabası olarak da okunabilir. Yukarıda
Japonya’nın Batılı kalkınmış ülkelerden farklı kılan bir yapısı olduğunu
söylemiştik. Nedir bunun pratikteki karşılığı diye soracak olursak, bu
unsurlardan birinin Myanmar’a yaptırımların uygulandığı son yirmi yıllık süre
zarfında, insani yardımı kesmemiş olmasıdır. Son gelişmeler çerçevesinde de
Japonya’nın en önemli yatırımcı grubu Keidanren, birkaç ay sonra başlayacak
Myanmar “çıkartmasının” alt yapı hazırlıklarına çoktan başlamış durumda.
Ülkenin geçirdiği badireleri gözönünde bulunduran Japon hükümeti, Myanmar’ın
300 milyar (yaklaşık 4.7 milyar Dolar) borcunu sildiğini açıkladı. Elbette,
silinen bu borçların yerine yenisinin geleceği ve bunun da Japon yatırımcıları
marifetiyle ülkenin kalkınmasında kullanılacağını söylemeye gerek yok. Daha da
ötesi, Japonya kuzey-güney istikametinde bu beş ülkeyi keserek bir anlamda
bütünleştirici bir rol oynayan Mekong Nehri’nin oluşturduğu ‘Havza’yı –ki bunu
artık bir ekonomi havzası olarak değerlendirebiliriz- bir bütün olarak
düşünerek Myanmar’ı bir yandan ekonomik olarak bölgeye entegre ederken, öte
yandan, ülkelerarası bağlantılarla her ülkede siyasi ve de ekonomik varlığına
kapı aralıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder