Endonezya, onyıllarca insan hakları
ihlalleri konusunda uluslararası camiada sürekli sorunlu bir ülke olarak dikkat
çekti. Sukarno ve özellikle 32 yıllık iktidarı döneminde Suharto’nun icraatları
ülkenin böylesine kötü bir ünle anılmasında baş rol oynadı.[1]
Bu gelişmeler, Endonezya’da siyasal sistemin askerlerin gölgesinde yeşermesi ve
yüzyılın sonuna kadar da asker vesayesetinde gerçekleştirilen siyasal
sisteminden kaynaklandı.[2]
Bu bölüme konu olan insan hakları ihlâlleri,
büyük ölçüde Endonezya Hükümeti’nin, Açe’nin bağımsızlığını tanımaması
nedeniyle gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan kaynaklandı. Açe tarihinde
ihlâller Endonezya Hükümeti tarafından gerçekleştirildi, bu yüzden “Açe’de
İnsan Hakları İhlâlleri” Endonezya Hükümeti’nin icraatları açısından ele alındı.
Endonezya Hükümeti’nin kurulmasıyla başlayan Açe Bağımsızlık Mücadelesi ve
Endonezya’nın Açe’ye uyguladığı baskı politikası bu açıdan değerlendirilir.
Konumuzun Açe olması dolayısıyla
Endonezya Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan diğer bağımsızlık yanlısı
hareketlere ve bu bağlamda merkezi hükümet tarafından işlenen diğer ihlâllere
değinmemiz söz konusu olmayacak. Sadece şu kadarını söylemek gerekir ki, 20. yüzyıl
boyunca Endonezya Cumhuriyeti sınırları içerisinde Doğu Timor, Batı Papua,
Ambon gibi bölgelerde de bağımsızlık mücadeleleri görüldü.[3]
ENDONEZYA
CUMHURİYETİ TARİHİNDE GERÇEKLEŞEN İHLÂLLER
17 Ağustos 1945 yılında bağımsızlığını
ilân ederek beş bin kilometre genişliğinde bir alanda, bütün farklı etnik yapıları
içine almayı sağlayacak şekilde kurgulanan Endonezya Cumhuriyeti’nde, Panca Sila İlkeleri[4]
insan haklarını ve özgürlükleri garanti altına alan bir düşünce sistemi olarak
görülür. Ancak, Panca Sila İlkeleri’nin
toplumda, hoşgörü ve özgürlük ortamını tesis etmesi beklentisinin aksine,
Endonezya Cumhuriyeti tarihi önemli insan hakları ihlâllerinin sebebi oldu.[5]
Nitekim, cumhuriyetin kurulmasından kısa bir süre sonra, sömürgecilere karşı
Endonezya’nın mücadelesini desteklemiş olan Açe Eyaleti, zorla Endonezya
Cumhuriyeti sınırlarına dahil edilmeye çalışıldı.[6]
İhlâllerde ilk elden sorumlu olan ordu,
cumhuriyetin kuruluşundaki işlevinden ötürü, kendisini Endonezya halkının
koruyucusu olarak kabul ederek, 20. yüzyıl boyunca siyasetle içli dışlı
olmaktan geri durmadı.[7]
Bununla birlikte, Endonezya Cumhuriyeti tarafından işlenen insan hakları ihlâllerini
sadece Endonezya Ordusu’na (TNI) atfetmek makul değildir. Çünkü, sivil
otoriteyi temsil eden Sukarno ve Suharto gibi devlet başkanları da ordunun bu tavrından
birinci elden sorumludur. Öyle ki, bağımsızlık ilânından kısa bir süre sonra
Sukarno, ordunun desteğini alarak[8]
21 Şubat 1957 tarihinde Batılı anlamda demokratik rejimden vazgeçti ve 1967
yılına kadar muvafakat ve müşavere’ye dayalı geleneksel otoritenin hakim olduğu bir yönetim olan Denetimli
Demokrasi (Guided Democracy)
uygulamasına başladı.[9]
Suharto
ise 32 yıl süren iktidarını, bir
yandan ordu öte yandan kurucusu olduğu devlet partisi Golkar desteğine
borçludur. Suharto böylece Endonezya siyasal yaşamına “Golkarizasyon” kavramını
hediye eden lider olarak geçti.
1957 yılında çıkartılan ‘Ordu Yasası’
kanıt gösterilerek Hollandalılardan devralınan Batı Irian’daki Hollanda
şirketlerine ait varlıklar ordunun hesabına geçirildi. Bu varlıklar arasında
ülkenin en önemli gelir kaynaklarını oluşturan petrol ve çeşitli maden
işletmeleri, tarım ve bankacılık sektörleri bulunmaktadır. Daha sonra bu
işletmeler ordu ile ortak iş yapan Çinli işadamlarının yardımıyla devlet teşekküllerine
dönüştürüldü.[10]
Özellikle 1965 yılında gerçekleştirilen
ve Komünist Partisi’ne atfedilen darbe gerekçesi ile ülkede estirilen terör
havası sonucunda bir milyon civarında insanın katledildiği ifade edilir. Suharto,
1966 yılında Komünist darbe girişimini engelleyerek devlet başkanı olmuş, takip
ettiği anti-komünist politika dahilinde özellikle Cava Adası’nda kimi
kaynaklara göre birkaç yüz bin kişi,[11]
kimi kaynaklara göre de yaklaşık bir milyon kişinin komünistlerle ilişkisi
olduğu gerekçesi ile katledilmesine sebep oldu.[12]
Bu süreçte büyük bir kaos ortaya çıkmış; sivil halk çatışma ortamına
sürüklenmiş, şehirlerde ve köylerde insanlar komşularını “komünist” damgasıyla
öldürmekten geri durmadı. Ayrıca, bu partinin önde gelen kadrolarının
yakınlarının da yıllar boyunca belli haklardan istifade ettirilmedikleri ifade
edilir.
1965’te komünist darbe bahanesiyle
devlet başkanlığını devralan Suharto’nun “Yeni Düzen”i, silahlı kuvvetlerin
daha fazla güç kullanmasından aldığı destekle Sukarno’nun “Eski Düzen”inden
daha da otoriter bir yönetim anlayışının sergilenmesine yol açtı.[13]
Endonezya Cumhuriyeti’nde ülke
demokrasisi ordunun ‘güvencesi’ altında varlığını sürdürdü. Ordunun ekonomi ile
içli dışlı olması imtiyazlarının ve statülerinin devamını sağladığı gibi
kendilerine karşı gösterilen sadakati de besledi. “Ekonomi generalleri” adı
layık görülebilecek olan bu kesim, aynı zamanda, son derece karlı ithalat ve
ihracat işlerinde, orman ürünlerinin yurt dışına kaçırılmasında ve ülkenin en
değerli kaynağı olan petrol endüstrisinde de söz sahibidirler.[14]
Bağımsızlık
Sonrasında Açe: İnsan Hakları İhlâli mi – Terörle Savaş mı?
Bağımsız olduğu takdirde Açe’ye otonom
bir yapı tanıyacağını vaat eden Endonezya’nın sözünde durmaması üzerine, Açeli
liderler direnişe geçti. Endonezya Hükümeti’nin direnişi kırmak için bölgeye
gönderdiği ordu sivil halkı sömürmeye başladı. 1953 yılında gelen ordunun
bölgedeki varlığı, 1956 yılında bizzat ordu yetkililerince Açe bağımsızlık
yanlılarına sunulan görüşme çağrısına kadar devam etti. 1959 yılında Açe’ye
özel bir statü verilmiş ve bu 1961’de imzalanan anlaşma ile yürürlüğe girdi.[15]
Açe Özgürlük Hareketi (GAM) lideri Hasan
Di Tiro’nun, “Biz kendi geleceğimizi kendimiz sağlamak ve anavatanımızın
tarihsel mülkiyet hakkını korumak için mücadele eden Açe Sumatra halkı, bu
vesile ile, Cakarta rejimi ve Cava Adası’nın yabancı halkının tüm siyasal
kontrolünden kendimizi özgür ve bağımsız ilân ediyoruz.”[16]
diyerek 4 Aralık 1976 tarihinde başlattığı özgürlük mücadelesine, Endonezya
Hükümeti’nin karşılığı bölgede insan hakları ihlâllerine sebep oldu. Öyle ki
Suharto dönemi, Açe halkına yönelik baskıcı uygulamalara başvurulduğu dönemler
olarak tarihe geçti. 1998 yılında devlet başkanlığına atanan B. J. Habibie
barış yönünde önemli açıklamalar yapsa da kalıcı 1999 yılı Ocak ayında Operasi Wibawa adıyla yeni bir askeri
operasyon başlatıldı.[17]
Uluslararası gazetecilerin, STK’ların,
insan hakları gözlemcilerinin raporları Açe’de gerçekleşen insan hakları ihlâlleri
konusunda yeterli fikir vermektedir. Öyle ki, kimi araştırmacılar Endonezya’nın
insan hakları ihlâlleri konusunda Saddam döneminin Irak’ını aratmadığı
görüşündedirler.[18]
GAM ile sürdürülen silahlı
çatışmalarda, bölgedeki şehir, kasaba ve köyleri abluka altına alan Endonezya
Ordusu, Açe halkına büyük acılar çektirdiği gibi bu bölgeyi ekonomik olarak da
sömürmekten geri durmadı. Zorla para alma konusunda halk üzerinde büyük
baskılar kuruldu. Bu konuda gerekenleri yerine getirmeyenler ise çeşitli
şekillerde cezalandırıldı. Açe’deki baskı Suharto’nun son dönemlerinde
dayanılmaz boyutlara varmış, Cava’dan ve özellikle tarihsel olarak Açelilerle
mücadele içinde olan Minangkabau ve Batak askerlerden oluşan getirilen çok
sayıda Hıristiyan asker Açe Eyaleti’nde konuşlandırıldı.[19]
Suharto sonrası dönemin devlet
başkanlarından Gusdur lakabıyla anılan Abdurrahman Vahid Açe Eyaleti’ndeki
siyasal sorunun çözümü konusunda bir gayret içerisine girdi ve bu anlamda muhtelif
zamanlarda Açe delegeleri ile bir araya gelmişse de kalıcı başarılar elde edemedi.[20]
2003 yılı 19 Mayıs’ında
başlatılan ve Cakarta Hükümeti’ne yaklaşık üçyüz milyon Dolara mal olan askeri operasyonlar
13 Mayıs 2004’de sonlandırıldı. Bu süreçte Ordu bu dönem içerisinde 1963 GAM savaşçısının
öldürüldüğünü, 2100’ünün de tutuklandığını açıkladı. Ancak basın ve STK’lar bu
insanların büyük bir çoğunluğunu Açeli sivillerin oluşturduğu yönünde kanaat
belirttiler.[21]
Ordunun
Açe Eyaleti’ndeki faaliyetleri memurların ve askerlerin kendi çıkarları
doğrultusunda fiillerde bulunmalarına fırsat verdi. Öyle ki, ordu ve polis teşkilatı
bünyesinde bulunan rakip gruplar ile yönetimdekiler arasındaki çekişmelerin
bütün faturası halka kesildi. Ayrıca, bu birimlerin ülkede yasa dışı olarak
kabul edilen, uyuşturucu kaçakçılığına ve ülkenin son derece zengin orman
ürünlerinin satışı gibi faaliyetlere de karıştıkları ifade edilir.[22]
Yasal Gösterilere Engelleme
Açe’de yaşanan ihlal, işkence vb.
uygulamaların sona erdirilmesi adına Açe’de kurulan sivil toplum örgütü Açe
Referandum Enformasyon Merkezi’nce (SIRA) zaman zaman düzenlenen gösterilere
bütün engellemelere rağmen yüz binlerce insan katıldı. Örneğin 11 Kasım 2000
tarihinde Banda Açe’de yapılan gösteriye bir milyon kişi iştirak etti. Dönemin
Koordinasyon Bakanı ve bugünkü Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono, başkent
Cakarta’da yaptığı açıklamalarda Açe halkının gösteri özgürlüğü olduğunu ifade
ederken, bölgede bulunan ordu yönetimi gösterileri engelleme girişimlerinde
bulundu. Açe’nin değişik bölgelerinden gösterilerin yapılacağı başkente giden
yollar barikatlarla kapatılarak halkın Banda Açe’ye girişleri engellendi. Bu
yolları aşmaya çalışanlardan hayatlarını kaybedenler oldu.[23]
Yakın Geçmişte Yaşananlar: Tsunamiyi mi Ordunun
İcraatlarını mı Tercih Edersiniz?
Tsunami
felâketinin ardından Açeli vatandaşlardan edinilen bilgilere göre, tsunami
öncesinde Endonezya Ordusu’nun icraatları dayanılmaz boyutlara vardı. Öyle ki,
bu insan hakları ihlâllerine tanık olanlar veya bizzat yaşayanlar tsunamiyi bir
kurtuluş olarak gördüklerini ifade ettiler. Bölge halkının tsunami felâketinden
ziyade, uzun yıllardır yaşanan mağduriyetler ve baskılar nedeniyle psiko-sosyal
tedavilere daha çok ihtiyaç duyduğu dile getirildi.
Yirmili yaşlarda olup da Endonezya
Ordusu’nun Açe’deki birliklerince ölesiye dövülmekten kurtulabilen olmadığını ifade
edilir. Havanın kararmasıyla insanların sokağa çıkamaz hale geldiği, kadınların
ırzına geçildiği, kendilerine saldırılacağından korkan Endonezya askerlerinin
rasgele etrafa ateş açarak insanların yaralanmalarına ve ölümlerine neden
oldukları dile getirildi. Sözlü olarak dile getirilen bu iddialar elbette
kayıtlara geçti.
SONSÖZ
Bu bölümde yer verdiğimiz insan hakları
ihlâllerinin önlenmesine dair birtakım sivil toplum kuruluşları, insan hakları
dernekleri çaba göstermiş olsalar da, bu gruplar arasında herhangi bir İslami
teşkilatın olmaması da dikkat çekicidir. Bütün bunların ötesinde son derece
zengin yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip Açe’de halk onyıllarca bu
zenginliklerden istifade edemedi. Özellikle petrol ve doğal gaz gibi dünyanın
önemli enerji kaynaklarının bulunduğu bu coğrafyada elde edilen gelirlere
yabancı şirketler ve Cakarta Hükümetlerince el konuldu.
Yüzyıllarca İslam’ın Güneydoğu Asya’da
yayılmasına öncülük etmiş olan Mekke
Kapısı unvanıyla tanınan Açe’de, halkın maruz kaldığı insan hakları ihlâlerine
karşı dünya Müslümanlarının çok daha duyarlı olması beklenirdi. Ancak tsunamiden
sonra ortaya çıkan gelişmeler, Açe halkının geleceğe umutla bakmasını sağladı. Tsunaminin
ardından 15 Ağustos 2005 tarihinde GAM ve Endonezya Devleti arasında varılan
barış anlaşmasının, Açe halkının on yıllarca süren maddi ve manevi kayıplarını
ne şekilde tazmin edeceği merak konusu. Bunu zaman gösterecek. Ancak bu
gelişmeler karşısında, uluslararası İslami kuruluşların söz konusu anlaşma
sürecinde yer almamaları bir handikap olarak dikkat çekmektedir. Umulur ki, hiç
değilse Açe halkının maddi manevi kayıplarının telafi edilmesinde Müslümanların
bir çabası söz konusu olur.
[1]Suharto siyasetini konu alan makale için bkz.: Adil Yurtkuran,
www.timeturk.com/yorum.
[2]P. J. Suwarno, “The Military In the Political System in Indonesia”, International Association of Historians of
Asia, The Directorate General for Culture, Department of Education and
Culture, August 27th-September 1st 1998, Jakarta, s. 1.
[3]Greg Barton, Islam and Politics in the New
Indonesia, Jason F. Isaacson – Colin Rubenstein, Islam In Asia -Changing
Political Realities,
USA , New Brunswick : Transaction Publishers, 2002,
s. 52.
[4] Pancasila ilkeleri şunlardır: Tek Tanrı inancı, ulusalcılık, hümanizm,
demokrasi ve sosyal refah.
[5]R. J. Michael Vatikiotis, Indonesian Politics
Under Suharto -Order, Development and Pressure for Change-, London : Routledge, 1997,
s. 191.
[6]Hem Exxon-Mobil hem de Endonezya Ordusunun icraatları ile ilgili
bilgiye ulaşmak için bkz. www.preventconflict.org.
[7]B. Nawaz Mody, Indonesia Under Suharto, New Delhi: Sterling
Publishers Private Limited, 1987, s. 1.
[8] Effendy, a.g.e., s. 43.
[9] Juwono Sudarsono, “Political Changes and Development in Indonesia”,
(Ed), Leo Suryadinata ve Sharon Siddique, Trends
in Indonesia II, Singapore University Press, (Tarihsiz), s. 58; Pluvier
1998: 338; Mody, s. 1-2.
[10] Vatikiotis, s. 71.
[11] Barton, s. 8.
[12] Vatikiotis, s. 2.
[13] Mody, s. 7.
[14] Vatikiotis., s. 72.
[15] Martinkus, s. 53-54.
[16] Hasan Di Tiro, Özgürlüğün Bedeli
-Bitmemiş Savaş Günlükleri-, Çev. Halil Hasanalioğlu, İstanbul: Nehir Yayınları, 1989,
s. 35
[17] Barton, s. 55; Hasjim Djalal ve Dini Sari Djalal, Seeking Lasting Peace in Aceh, s. 48.
[18] Kristen, s. 26.
[19] Barton, a.g.e., s. 54.
[20] Barton, a.g.e., s. 84.
[21]Edward Aspinall, The Helsinki Agreement: A More Promising Basis for
Peace in Aceh?”, s. 1; Human Rights Watch, “Aceh Under Martial Law: Problems
Faced by Acehnese Refugees in Malaysia”, April 2004, Vol. 16, No. 5 (C), s. 6;
Martinkus, s. 322.
[23]Martinkus, a.g.e., s. 8-9.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder