Mehmet
Özay 3 Mayıs 2012
Bir önceki yazımızda
dikkat çekmeye çalıştığımız hususa kısa bir değiniyle başlayalım. Suharto’nun
icad ettiği rejim, onunla birlikte ortadan kalkmış değil. Aksine, aradan geçen
süreye adını veren reform sürecine rağmen, o rejimin varlığını bugüne kadar
sürdürdüğü aşikâr. Bir süredir dikkat çekilen Endonezya demokrasisi, Suharto
rejiminin ürünü olarak “money politics” denilen yozlaşmanın yeni bir boyutu ile
dikkat çeker. Yozlaşmanın başucunda siyasi seçkinlerin olması aslında pek de
şaşılası bir durum değil. Ancak Susilo Bambang Yudhoyono’nun kurduğu “Demokrasi
Partisi” ile halkına verdiği umudun pek de şayanı dikkat bir gelişmeye konu
olmaması, bir başka şekilde ülke siyasetini “money politics”den arındıracak
‘yasal yatırımları’ üstlenmemesi, ülke halkının yakın gelecekten ümitvarlığına
mani oluyor.
Siyasi merkezde durum
bu minvaldeyken, ülkenin siyasetine hayat veren atar damarı konumundaki adalet
yapısının çürümeye yüz tutması da sıradan halkın umuduna dayanak bulacağı bir
hak arayışını geçersiz kılıyor. Sözde “bağımsız” adalet mekanizmasının da
tıpkı, reel politik “oyuncular” kulvarına parallel görünümü, ve yaygın bir
deyişe konu olduğu üzere adaleti “çeklere havale etmesi”, geniş halk
yığınlarının dışarıda bırakıldığı ve seçkinlerin bizatihi kendilerinin biçtiği
rollerini “hakkıyla” sergilemeleri
sonucunu doğuruyor. Siyasetin odağındakilerle adalet kurumundan sorumlu olanların
birbirini muhtaç ve birbirini besleyen yani “simbiyotik” ilişkileri
nedeniyledir ki, Suharto döneminin ürünü olan ve çeşitli yapılar altında
organize olmuş “iktidar havuzcukları” varlığını sürdürdüğü ileri sürülebiliyor.
Bu bağlamda, kimilerinin kafa karıştıracak “delilleriyle” ortaya çıkabileceğini
belirtelim. Nedir, bu kafa karıştıracak deliller?
Küresel çerçevede,
Endonezya’nın yirmi gelişmiş ekonomi içinde yer alması, bölgesel olarak da, son
birkaç yılda sergilediği %6’lık büyüme oranlarıyla ASEAN’ı ve Asya-Pasifik’i
kuşatacak bir ekonomik “yeterlilik” göstermesi vb. Dikkat ediniz, kapitalist
fetişizminin damarlarında kol gezdiği bir ülkeden bahsediyoruz. Gökdelenleri ve
varsıl kesimleri ile tutunduğu kapitalist çerçevenin ötesinde, geniş kitlelerin
kendi halinde varlık sürdüğü ülke, temelde Suharto döneminde ve bizatihi
Suharto’nun “katkıları” ile “kalkınma hamlelerini” sergilerken de benzer bir
“çelişkiyle” içiçeydi. Ancak bu kalkınmışlık ne maddeden ne de ruhen ülkenin
etnik unsurlarına göz açtıracak politikalar geliştirilmesine olanak sağladı.
Meseleye bu minvalden bakıldığında, dünün “Tek Adamı” Suharto’nun yerine,
bugün, seçkinler klanının hükmü sürdüğünü söyleyebilir miyiz?
Seçimlere iki yıldan az
bir sürenin kaldığı Endonezya’da özellikle genç neslin umudunu bağlayabileceği
ülkeyi hak ve adil bir yönetime taşıyacak siyasi liderlere ve kadroları henüz
ortalıkta gözükmüyor. Yeniden nükseden seçim ve liderlik telaşında ortalığın
dünün seçkinlerinin ve onların uzantılarının parsellediği bir arenaya dönüşüyor
oluşu kitleler arasında “Suharto sonrasında ne kazandık?” sorusunu sormaya
itiyor. Siyasilerin uyuşturularına
alışmış o kitleler mevcuz durumu NATO olarak adlandırıyorlar. Yani “No Action
Talk Only”.
Son gelişmeler
muvacehesinde dikkate alındığında, bunun pratikteki adının kök salmış
yolsuzluk(lar) olduğunu söyleyebiliriz. Demokrat Parti’nin yani SBY’nin kurduğu
partinin “haznedarlığını” yapan Nazaruddin’in büyük yolsuzluk kanalının başını
tutması. İşin boyutları Nazaruddin’in “Ben bunu kendim için değil, aksine
partimin politika kampanyalarına kaynak aktarmak için yaptım” ifadesiyle ayyuka
çıktı. Elbette burada yolsuzlukları konusunu enine boyuna ele alıyor değiliz.
Bu örnekle yukarıda dile getirilen seçkinler söyleminin realitedeki karşılığını
“derinden” ortaya koyuyoruz. Niçin derin diyoruz? Çünkü, SBY 2004 yılında
seçimler öncesindeki vaadi ülkeyi “yolsuzluk” batağından kurtarmaktı. Oysa
aradan geçen süreçte ortaya çıkan manzara, bu yolsuzluğun üzerine gitmek bir
yana, bizâtihi kurduğu parti organının odağının batağa saplanmış olmasına şahit
olunuyor. Artık giderek daha çok kişinin “Bu durum Endonezya’yı nereye
götürüyor?” sorusu giderek yüksek sesle dillendirmesine neden oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder