1 Mayıs 2012 Salı

Bir Konferans Üzerine Düşünceler


Mehmet Özay                                                                                                                                        20 Nisan 2012

Geçtiğimiz son üç gün (17-19 Nisan) ISTAC konferans salonu, Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi Tarih ve Medeniyet Bölümü’nce düzenlenen “Sömürgecilik” üzerine uluslararası bir konferansa ev sahipliği yaptı. Konferansın kavramsal çerçevesi ve içeriğine dair birşeyler söylemeden önce, bir zihniyeti ortaya koyacak girizgâh bağlamında şunları ifade etmekte fayda var. Konferansın duyurusunu aldığımda, şaşırmadım değil. Malezya gibi yakın ve görece uzak tarihin derinliklerine inme konusundaki akademyanın “çekinceleri” olduğu bir ülkede bu başlıkta bir konferansın gerçekleştiriliyor olmasını “büyük bir cesaret” olarak adlandırıyorum. Ancak detayda, konferansın Hindistanlı bir akademisyen başkanlığında gerçekleştirildiğini gördüğümde “Malay akademisyen dostların kendilerini riske atmak istemediklerini” bir kez daha tanık olduğumu söyleyebilirim. Öyle ki, programda yer almasına rağmen, rektörün de katılmamış olması bir yanıyla “mesafenin” kurumsal boyutta tutulduğu imajını vermiyor değildi.

Konferans duyurusu aldığımda aklıma birkaç yıl öncesinde Malezya üzerine araştırmalarıma başladığımda kıymetli dostların nazik uyarıları hatırladım... “Aman ha sekülerleşmeye dokunma!” Ben de öyle yaptım... Kimileri sömürgecilik ile sekülerliğin ne ilgisi var diye sorabilir. Halbuki “geçmişte” İslam vatanlarını saran sömürgeciliğin adım be adım Müslüman unsurların sekülerleştirilmesindeki rolünün yadsındığı söylenemez elbette.

Ancak bu konferansın ortaya koyduğu gibi, geçmişi “hakkıyla” masaya yatırmadan bazı şeyler de halledilemiyor. Halledilmesini beklemek de beyhude bir çaba! Örneğin, konferansın yapıldığı ülkeyi, yani bugünü itibarıyla Malezya’yı anlamak, mevcut resmi/siyasi söylemle “idare edilebilecek” gibi değil. Ancak hâlâ rezervler olduğuna da bu konferans vesilesiyle tanıklık etmiş olduk. Konferans mekân olarak seçilen ISTAC binasının -ki sömürge döneminde valilik binası olarak kullanılan bir yapıydı- kimi detaylarını da bu vesile ile müşahade etme olanağı buldum. Özellikle, Ana Toplantı Salonu’nun mimari yapısal özellikleri daha kapıdan girmeden katılımcıları çarpmaya yetiyor. Dikdörtgen plânlı geniş salon bir Katolik ya da Anglikan kilisesini andırmasıyla dikkat çekiyor. Büyükçe kapıdan girildiğinde gözler, üç sıra oturma düzenini aşıp karşıda kutsal “altar”la bütünleşiveriyor. Her ne kadar, dar ve iki büklüm hissettiren ve bedene rahatlıktan ziyade “titreşim” veren ve yanınızdaki “mü’min” (bu anlamda, Hıristiyan veya Müslüman fark etmez) ile birlikteliğinize olduğunca mani olan “ağır” sıra, kendinizi altar’da işlenen “kutsallığa” zorunlu konsantre eden bir oturma düzeneğinde -aradan geçen zamana rağmen- herhangi bir değişikliğe gidilmediyse de, arka plânına yerleştirilen arabesk mimari replikası, “altar”ın Hıristiyan kutsallığından arındırılıp, İslamlaştırılması için bir gayret olarak okunabilir.

Ağırlıklı katılımın yurt dışından akademisyenlerin ve araştırmacıların oluşturduğu “Colonialism and De-colonialism”başlıklı konferans, sadece geçmişi değil, bugün var olan özellikleriyle nüfusunun kahir ekseriyeti Müslüman olan ve adına ulus-devlet yapılanması denilen siyasi bütünün anlaşılmasında da rol oynayacağı düşünülebilir. Öyle ki, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Körfez Bölgesi’nde süre giden gelişmeleri bu süreçlerden bağımsız okumak mümkün mü? Ya da Güneydoğu Asya’da “yeni değerler” olarak gündemde önemli yer işgal eden ya da ettirilen ve küreselleşmenin alabildiğine “hazlandığı” Myanmar (Burma) ve Vietnam’ı ne kadar uzak tutabiliriz? Bu ülkeler ya da içinde yer aldıkları bölgeler “yeni sosyal mühendislik” çalışmalarından ne kadar azadedir?

Öte yandan, gene Malezya bağlamında şu hususa da değinmekte fayda var. Nedir o? Kimi gözlemler çerçevesinde ele alındığında, Malezya’nın uzun tarihi geçmişinde rolü olan “dışarlıklıların”, yani “sömürgecilerin” bu topraklara her yönüyle rolü ve nüfuzunun üzerine gidenlerin, Çin kökenli akademisyenlerle, özellikle Singapur’daki yüksek öğretim kurumlarında konuşlanmış “Beyaz” akademisyen ve araştırmacılar olduğu görülür. Fotoğrafa bu minvalde yaklaşıldığında, Malay Yarımadası özelinin de ötesine taşacak şekilde, Müslüman Malay toplumlarının tarihinin ve de bugününün “Beyazlarca” şekillendirilmesinin, bir tür sömürgecilik algısının ve zihniyetinin devam ettirici unsurları olduğuna kuşku yok denebilir.


Konferansın Kuala Lumpur’da gerçekleştirilmesinden midir bilinmez, genelde sunumlar İngiliz sömürgeciliği üzerine odaklanıyordu. Bir yanıyla Malaya -ki coğrafi ve tarihi ilişkiler bağlamında Singapur’un da içinde olduğu ve Güney Tayland’a kadar uzanan bölgeyi ve insanlarını içine alan bütün- ve Hint Alt Kıtası özellikle de Hindistan, öte yanında Kara Afrika’nın bugünlerde de “hareketli” köşelerinden biri olan Nijerya üzerine araştırmalar dikkat çekiyordu. Ancak konferansa konu teşkil eden “sömürgecilerden” eser olmaması ilginçti. Bir Amerikalı katılımcının Myanmar üzerine sunduğu tezi dışında İngiltere başta olmak üzere Anglo-Sakson dünyasından, Hollanda’dan ve de Fransa’dan bir tek katılımcının olmaması enterasandı. Niçin bu ülkeleri sayıyoruz. Çünkü en azından Güneydoğu muvacehesinde bu üç ülkenin sömürgeciliğin dinamik unsurları oldukları gibi, “decolonization” yani sömürgeciliğin sözde ortadan kaldırıldığı iddia edilen son elli yıllık dönemde bölgeye dair siyasi ve de ekonomik atraksiyonlarının metodda farklılık olmakla birlikte nitelik olarak pek de farklılık göstermediği aşikâr. Bu Batılı zihniyetin “sömürgeciliği” yadsıdığı anlamına gelmiyor elbette. Konferansta sunulan onlarca çalışma bir yana, ilgi çeken metinlerden biri yönlerinden biri Prof. Dato Paduka Mohamad Abu Bakar tarafından sunuldu. Bu çalışma, küreselleşmenin alabildiğine “tapınılası” bir olgu olarak yeşertilmeye çalışıldığı bir dönemde sömürgecilikten küreselleşmeye uzanan bir bağa dikkat çekmesiyle önemliydi. Prof Abu Bakar’ın dediği gibi geçmişiyle irtibatı kopan veya kopartılan toplumların küreselleşme çağında, küreselleştirilen Batı tarihinin referanslarının kurbanı olacağı muhakkaktır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder