Mehmet Özay 30 Mayıs 2013
Though during the
last period Southeast Asia and East Asia have emerged as the main field for
regional and global power struggle, nobody should forget India as a salient
factor. India having a great population, dynamic economy, nuclear power so on, is definitely to attract the interest of the global powers. Further, as
recognized as a significant member of “Independence Bloc” in the second part of
the 20th century, India can be a distinct play maker beyond to be embedded to
other blocs...
Asya Yüzyılı söylemi Güneydoğu ve Doğu Asya’daki gelişmelere yoğunlaşırken,
bu kıtanın önemli ülkelerinden Hindistan da süreçte yerini almaya başladı. Tabii
bu süreçte Hindistan’ın iç dinamiklerinden kaynaklanan bazı açılımlardan
bahsedilebileceği gibi, özellikle bölgenin bazı ülke ve birliklerinin böylesine
önemli bir ülkeyi kendi çekim sahalarına almak istemeleri gibi dış dinamiklerin
de etkisi görülmektedir.
Henüz ‘uyuyan dev’ hüviyetindeki Hindistan’ın bu coğrafyadaki varlığının
nasıl bir yönelim kazanacağı noktasında belirsizlik sürerken, diğer ülkeler
Hindistan’ın nüfus, ekonomik gelişmişlik, nükleer güç vb. alanlardaki
niteliklerini göz ardı etmiyorlar. Bu çerçevede ASEAN, Çin ve Japonya örneğinde
görüldüğü üzere, ilişkileri onarma, yenileme ve geliştirme süreçleri bağlamında
birbiri ardı sıra Hindistan’la temas kuruyorlar. Hindistan’ın modern dönemde
uluslararası siyaset çerçevesinde ‘Bağlantısızlar’ bloğu içinde yer alması,
doğulu ve batılı ülkelerin yeni gelişmelere gebe küresel ilişkiler ortamında
Hindistan’ı görece kolay işbirliğine girişilebilecek bir ‘ortak’ addediyor
olabilirler.
Hindistan’ın özellikle Güneydoğu Asya’yla olan tarihsel ilişkilerinden
hareketle bile ASEAN’ın vazgeçemeyeceği bir partner olduğu ortada. ASEAN’ın
birlik oluşturma gayretleri ile geçen son yirmi yıllık süre zarfında
Hindistan’la kurduğu bağlar da geleceğe dair umutların yeşermesinde bir faktör.
Bu nedenledir ki, geçen yılın sonlarındaki zirve önemli bir işaretti.
Bununla birlikte, küresel gelişmeler bağlamında etkinlik alanını genişletme
çabasındaki Çin, örneğin Tibetli Budist lider Dalai Lama ve sınır
anlaşmazlıkları bağlamında yaşadığı sorunların varlığına rağmen, Hindistan’la
ilişkileri geliştirme konusunda da yeni adımlar atma peşinde. Bunun önemli
yapılanmalarınan biri geçen hafta Çin Başbakanı’nın Hindistan’a yaptığı ziyaret
oluşturuyor. Hindistan ve Çin, tarihsel olarak Asya’nın iki önemli medeniyeti
olmanın ötesinde, yaşadığımız son on yıllarda başta ekonomi olmak üzere askeri
ve teritoryal gelişmelerde önemli bir yer tutuyorlar. Özellikle Çin’in küresel
aktörlük yarışındaki konumu ve bu konuda agresif bir yönelim sergilemesi
gözlerden kaçmıyor. Öte yandan, ülkesindeki ekonomik sorunları çözme konusunda
agresif bir yaklaşım sergileyen Japon Başbakanı Shinzo Abe de Hindistan
faktörünü göz ardı etmeyeceğini göstererek, Çin heyetinin ziyaretinden yaklaşık
bir hafta sonra Hindistan Başbakanı Tokyo'daydı.
Güney Çin Denizi’ndeki adalar nedeniyle başı yeterince ‘kalabalık’ olan
Çin, Batı sınır boyunu oluşturan komşu ülke Hindistan’la benzer sorunlar
yaşamak istemiyor. Bununla birlikte, iki ülke arasında farklı bağlamlarda
sorunlar yaşanmıyor da değil. Bu nedenle, Başbakanı Li Keqiang kısa bir süre
önce Yeni Delhi’deydi. Çin Başbakanı’nın ilk yurt dışı ziyaretini Hindistan’a
yapması önemliydi. Bu girişimin ilk öne çıkan unsuru, Asya’nın iki ‘devi’
arasında güven inşasına yönelikti. Bu ziyaret Çin’in Japonya, Amerika’nın yanı
sıra Güney Çin Denizi’ni çevreleyen ülkelerle olan sürtüşmesinde küresel
siyasette elini güçlendirecek ‘partnerler’ arayışının bir ifadesi olarak da
okunabilir. Liderler arasındaki görüşmelerde bu iki ülkenin eşgüdümlü
gelişmesinin Asya Yüzyılı ekseninde çok önemli olduğuna değiniliyor. Öyle ki,
iki ülkenin birbirinden yalıtılmışlık halinin ne bu ülkelere ne de Asya’ya bir
faydası olacağı dile getiriliyor.
Görüşmelerin ana konu başlıklarını yakın geçmişte bir kez daha nükseden
Himalayalar’daki sınır ihlâlleri, Tibet sorunu, iki ülke arasındaki ticari
dengesizlik vb. işgal ediyordu. Sınır ihlalleri dendiğinde 1962 yılında kısa
dönemli de olsayaşanan çatışmalar akla geliyor. Ancak sorun bugüne kadar
bütünüyle halledilebilmiş değil. Öyle ki, en son geçen aylarda Çin ordusunun
sınır ihlali yaptığı konusunda Hindistan makamlarının ‘resti’ dikkat çekiyordu.
Çin’in Tibet’e yönelik siyasi baskıları karşısında Hindistan önemli sayıda
Tibetliye kapılarını açmış durumda. Öyle ki, Tibet sürgün hükümeti Hindistan’da
faaliyet gösterdiğini söylediğimizde durum daha iyi anlaşılacaktır. 66 milyar
Doları bulan yıllık ticaret hacminin Çin lehine gelişme göstermesi ve bu
bağlamda bir dengenin tutturulamamış olması da bir başka sorun.
Bu gezide klasikleştiği üzere ticaret, turizm gibi alanları kapsayan ikili
anlaşmalara imza atıldı. Çin’in bu girişimini bölgenin çeşitli bağlamlarda öne
çıkan enerji kaynaklarından bağımsız ele almak mümkün değil. Örneğin, Çin’in
iki ülke sınırındaki Brahmaputra Nehri üzerinde inşa etmeyi plânladığı üç barajla
ilgili pürüzlerin giderilmesi önemliydi.
ASEAN ve Çin’li yetkililerin Hindistan ziyareti sonrasında birkaç gündür
Hindistan Başbakanı Manmohan Singh’in Japonya ziyareti dikkat çekiyor. Malezya
gibi “Look East Policy” sahibi bir ülke olan Hindistan, Japon Başbakanı Abe’nin
önerdiği Pasifik-Hint stratejik işbirliğine sıcak bakarken, son dönemde ulusal
güvenlik problemlerini öncellediğini her vesileyle ortaya koyan Tokyo
yönetiminden nükleer teknoloji transferi konusunda destek bekliyor. Japonya bir
adım daha ileri giderek askeri teçhizat üretimini Hindistan’da gerçekleştirmeyi
gündeme taşıyor.
Tabii tüm bu ekonomik ticari ilişkiler zincirine rağmen, Hindistan’ın bir
de kültürel boyutu olduğunu kesinlikle unutmamak gerekiyor. Hindistan
dendiğinde akla etnik çeşitlilik, dini çoğulculuk gibi kavramların geldiği
muhakkak. Ancak bu minvalde, Müslüman camianın varlığını bir köşeye kaydetmekte
fayda var. Ülkenin önemli azınlık-dini gruplarından olan Müslümanların varlığı
bu dev coğrafyanın farklı karelerinde öbekleniyor. Örneğin Gücerat gibi Batı
bölgesi, tarihte Türk/İslam devletlerine ev sahipliği yapmış kuzey/kuzeydoğu
bölgesi, nüfusu Malezya nüfusuna eşdeğer
güneybatı’daki Kerala Eyaleti birileri için cazibe merkezi olabilir. Kuzeyde
halen kendilerini Türk/Müslüman kabul eden azınmanmayacak bir kitle bulunuyor.
İslam dünyasını coğrafi olarak tasvir ederken, Fas’dan Endonezya’ya
denildiğinde Ortadoğu sınırlarından sonra Pakistan akla gelir. Ancak
unutulmamalı ki, Hindistan’daki Müslüman kitleler görece toplumsal istikrar ve
düzen bağlamında çok daha oturmuş bir yapıya sahipler. Buradan hareketle, bir
yandan ASEAN, Çin ve Japonya öte yandan Batılı ülkeler Hindistan’ı yeni
oluşumlar içerisinde yanlarında görmeye çalışırken Müslüman dünyasının bu
gelişmeleri farklı perspektiflerden yakalama imkanı olduğunu hatırlatmakta
fayda var.
Asya/Pasifik/Atlantik denkleminde önemli bir yeri olduğuna kuşku olmayan
Hindistan üzerinden var olan ittifaklar genişletilirken, yenilerine kapı
aralanıyor. Asya Yüzyılı’nda tek bir aktör veya aktörler grubundan bahsetmek
yerine, farklı bağlamlarda çıkar/menfaat ilişkisinin de olduğu çoğul ve dinamik
ilişkilerin varlığı gözlemleniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder