Patani bölgesi
Asya kara parçasının Güneydoğu çıkıntısı olan Malay dünyası ile Hint-Çini
arasındaki geçiş noktasında olması bölgeye ayrı bir değer kazandırmaktadır.
Topografik olarak dar karaparçası olarak dikkat çeken bu bölgenin doğusunda
Kuzey Çin Denizi, batısında Bengal Körfezi ve Hint Okyanusu ‘na
açılmaktadır.Tarihte kimi güçlerin bu iki önemli su yolunu birbirine bağlayacak
kanal projesini Patani’de hayata geçirme niyeti taşıdıkları bilinmektedir.Son
birkaç yılda dünya gündeminde sıkça yer bulan Güney Çin Denizi’ndeki Adalar
sorunu ve bu adalar etrafında oluşturulan güvenlik, ekonomik, jeo-stratejik
meseleler bağlamında elbette ki Patani’yi de içine almaktadır.
Patani’de verilen
mücadelenin boyutları doğru bir şekilde ortaya konmalıdır.Bölgede tarih boyunca
hayat sürmüş Müslüman toplum ve bu toplumun ürettiği siyasi yapıların
gerçekliğine kuşku yok. Sömürgecilik dönemi ve sömürge güçlerinin birbirleriyle
ve bölge güçleriyle ilişkilerinin bir sonucu olarak Patani toprakları Tayland
Krallığı’na devredilmiştir. Bu süreç, Patanili Müslümanları mücadeleye iten ve
bu 20.yüzyıl ortalarından itibaren bağımsızlık, otonom yapı talepleri ile
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun son derece meşru bir mücadele olduğuna
kuşku yoktur.Bu mücadelenin temelinde Bangkok yönetiminin özellikle dini,
kültürel meselelerde Patani Müslüman toplumu üzerinde kurmak istediği rejim
bulunmaktadır.Bu noktada, günümüz Bangkok yönetimi III.Rama’nın dile getirdiği üzere
Siam ve Malaylar arasında sosyo-dini kültür alanında hiçbir ortak noktanın
olmadığı görüşünü hatırlamaları gerekiyor.[1]
Tıpkı dün olduğu
gibi bugün de Bangkok yönetiminin doğrudan yönetimi Patani Müslümanlarınca
ciddi bir karşılık bulmamaktadır. Gene Kral III. Rama’nın görüşlerine
başvurarak dile getirmek gerekirse, Bangkok yönetimi ile Müslüman Malaylar ‘yağla
su mesabesinde olup’ hiçbir şekilde birbirleriyle karışmaları mümkün değildir.
Aynı Kral, 1838 yılında Kedah’la yaşanan sorunlar nedeniyle sorunun nihai
çözümünü yerel yönetimi Malaylara devretmekte bulmuştur.[2]
Bununla
birlikte, Patani topraklarının bir yanıyla Malay Yarımadası’na açılan öte
yanıyla Hint-Çini kimi etnik çeşitliliği zengin bir coğrafyayla komşu olması
bölgede her türden siyasi hareketler kadar, sınır problemleri nedeniyle
güvenliğin sorunlu olması her türlü illegal meta akışına olanak tanımaktadır.
Bu ve benzeri nedenlerle, Patani coğrafyasında meşru mücadelenin yanı sıra,
başta Tayland yapılanmaları olmak üzere çeşitli uluslara mensup illegal
yapılanmalar, istihbarat güçlerinin faaliyetlerine açık bir mekan
kılmaktadır.Barış’a giden yol hiç kuşku yok ki, bu oluşumlardan en azından bir
bölümünün aleyhine gelişme olarak değerlendirilecektir.Bu nedenle süreçte
Barış’ı akamete uğratacak kimi kazaların ortaya çıkması muhtemeldir.Barış
süreci tamamlandığı düşünüldüğünde de, bölge Müslümanlarının siyasi ve kültürel
haklarınınyanı sıra, güvenlik meselesi de yabana atılmayacak önemdedir.
Bölgenin illegal grupların çalışmalarına mekân olmaması için Patani veya Tay
resmi güçlerinin yanı sıra, örneğin ASEAN gibi uluslararası kuruluşların
oluşturacağı komisyonların, gözlem heyetlerinin ve de icracı yapıların sahada
aktif rol olması halkın refah ve mutluluğu için kaçınılmazdır.
Patani Malay
Müslümanlarının hayatlarını savaş ortamında sürdürmelerinini önünü almak
amacıyla girişimler yapıldığı biliniyor.Bu anlamda, Malezya’nın son dönemde,
özellikle Tayland’daki 2010 seçimlerinin ardından Başbakan Yingluck’ın seçim
öncesi mesajlarına dayanarak bölgede barışın tesisine öncülük ediyor.PULO
liderleri ile Bangkok yetkilileri arasında Kuala Lumpur’da yapılan görüşmeler
devam ederken, Patani’de faaliyet gösteren kimi hareketlerin bu sürece dahil
olmadıkları görüşmeler sonrasındaki çatışmalardan ortaya
çıkmaktadır.Malezya’nın soruna en yakın taraf olmakla birlikte, tarihi
gerçekler ışığında bakıldığında, sorunun sadece bir Malay sorunu olarak ele
alınamayacağı da ortadadır. Patani halkının ne istediği, sorunun temelleri,
İslam ümmetinin bir parçası olması gibi faktörler Türkiye’nin ve de başka
ilgili ülkelerin sorunun çözümüne aktif katılımında önemli faydalar vardır. Bu
katkıların boyutları üzerinde eleştirel yaklaşımlardan taviz vermeden, aynı
şekilde yerli unsurların kapasitesini, birikimlerini, ihtiyaçlarını göz ardı
etmeden aktif katılımlı süreçlere ihtiyaç var. Sorunu tıpkı diğer coğrafyalarda
yapıldığı şekilde ‘yoksulluk/yoksunluk’ üzerine inşa etmek yerine, Patani
toplumunun neyi kayettiğinin hesabını yaparak bunun üzerinden halkın ihtiyaçlarını
gidermeye çalışılmalıdır. Çok daha önemlisi, ara toplum özelliği sergileyen
bununla birlikte tüm çarpıtmalara, müdahalelere rağmen, dini ve geleneksel
değerlerin görece yoğun olarak hissedildiği bu toplumda yeniden inşa
süreçlerinin halkın değerleriyle örtüşecek modellemeler üzerinden yapılmasında
fayda vardır. Yoksa, bu toplumları halkın sosyal hafızasının bir ürünü olarak
ortaya koyacakları itirazların göstermelik tatmin bağlamında dinin ve geleneğe
yer vermek, öte yanda bu halkı zamanla içinde yer aldığı geniş Budist-Tay
toplumunun ekonomik ve kültürel yönelimlere sokacak sosyal mühendisliklere yol
açacak girişimlerden kaçınılmalıdır. Bu ara toplumlar, bugüne kadar
mücadelelerine manevi kaynaklık etmiş değerlerini pratiğe geçirmede, bir başka
deyişle örnek bir toplum inşası kaygısı içinde olmak gerekmektedir.
Türkiye özelinde
birşeyler söylemek gerektiğinde Patani Sultanlığı zamanında şu veya bu şekilde Osmanlı
Devleti ile şu veya bu şekilde kurulan ilişkileri bir kez daha hatırlatmak
gerekir.Özellikle 1880’li yıllarda dönemin önde gelen Patanili alim Ahmed
Fatani’nin uzun yıllar Kutsal topraklarda öğrencilik ve hocalık yaptığı ve bu
süreçte Osmanlı Devleti makamları ile irtibata geçtiğine yukarıda değindik.Bu
süreçte, Padişah II.Abdülhamit tarafından Malay toplumunun temsilcisi sıfatıyla
bir elçi mesabesinde dikkate alındığı ve Malay alimlerin eserlerinin
yayınlanmasına destek olunmuştur.
Günümüz
koşullarında, Türkiye’nin Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) nezdindeki
girişimleri bölgeye dair açılımları noktasında bir referans niteliğindedir.
Bölge devletleriyle girilecek ilişkilerin yanı sıra, halklarla doğrudan temasın
bu sürecin olmazsa olmaz parçası olduğu son dönem çeşitli ülkelerde popülarite
düzeyine çıkartılan ‘halklar arası işbirliği’ ile ortaya konmaktadır.
Tay hükümeti,
artık sadece Müslümanlarca değil, ülke akademisyen ve aydınları tarafından da
vurgulandığı üzere farklı etnik, dini ve ırksal kökene mensup Patani
Müslümanlarını mono kültür sınırları içine katma politikalarına son vermelidir.[3]
Patani halkının talepleri doğrultusunda otonom yönetim hakkı verilmesi
durumunda, Tay Anayasası’nın bir engel olarak çıkartılmaması için Anayasa’nın
ilgili maddelerinde değişikliğe gidilmeli veya Patani Barışı’nı konu alacak
anlaşma metninin tümüyle devlet birimlerince kabul edilirliği güvencesi
verilmelidir.
Patani bölgesi,
ekonomik anlamda ülkenin en geri kalmış yerlerindendir. Bu üç eyalet içerisinde
yapılacak karşılaştırmada ise Narathiwa’nın en olumsuz konumundadır.Halk,
merkezi hükümetin bugüne kadar ekonomiyi canlandırma adına gündeme getirdiği girişimlerinden
tecrübe ettiği ümitsizlikden hareketle, bu yönde bir beklenti içerisinde
değiller. Aksine, inisiyatifin kendilerine verilmesini ve bölgenin
kaynaklarının kullanımının bizzat kendilerince işletilmesini ekonomik
kalkınmalarının temelini teşkil edeceği görüşündeler.[4]
[1]Kobkua Suwannathat-Pian. (1988). Thai-Malay Relations: Traditional Intra-Regional Relations from the
Seventeenth to the Early Twentieth Centuries, Singapore: Obford University
Press, s. 56.
[2]Kobkua Suwannathat-Pian. (1988). Thai-Malay Relations: Traditional Intra-Regional Relations from the
Seventeenth to the Early Twentieth Centuries, Singapore: Obford University
Press, s. 86, 87.
[3]Thanet Aphornsuvan. (2006). “Nation-State and the
Muslim Identity in the Southern Unrest and Violence”, In Understanding Conflict and Approaching Peace in Southern Thailand,
(eds.) Imtiyaz Yusuf&Lars Peter Schmidt, Bangkok: Konrad Adenauer Stiftung,
s. 99,
[4]Supara Janchitfah. (2003). Violence in The Mist: Reporting on the Presence on Pain in Southern
Thailand, Bangkok: Kobfai Publishing Project, s. 82.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder