28 Haziran 2013 Cuma

PATANİ - Son Söz

Patani bölgesi Asya kara parçasının Güneydoğu çıkıntısı olan Malay dünyası ile Hint-Çini arasındaki geçiş noktasında olması bölgeye ayrı bir değer kazandırmaktadır. Topografik olarak dar karaparçası olarak dikkat çeken bu bölgenin doğusunda Kuzey Çin Denizi, batısında Bengal Körfezi ve Hint Okyanusu ‘na açılmaktadır.Tarihte kimi güçlerin bu iki önemli su yolunu birbirine bağlayacak kanal projesini Patani’de hayata geçirme niyeti taşıdıkları bilinmektedir.Son birkaç yılda dünya gündeminde sıkça yer bulan Güney Çin Denizi’ndeki Adalar sorunu ve bu adalar etrafında oluşturulan güvenlik, ekonomik, jeo-stratejik meseleler bağlamında elbette ki Patani’yi de içine almaktadır.

Patani’de verilen mücadelenin boyutları doğru bir şekilde ortaya konmalıdır.Bölgede tarih boyunca hayat sürmüş Müslüman toplum ve bu toplumun ürettiği siyasi yapıların gerçekliğine kuşku yok. Sömürgecilik dönemi ve sömürge güçlerinin birbirleriyle ve bölge güçleriyle ilişkilerinin bir sonucu olarak Patani toprakları Tayland Krallığı’na devredilmiştir. Bu süreç, Patanili Müslümanları mücadeleye iten ve bu 20.yüzyıl ortalarından itibaren bağımsızlık, otonom yapı talepleri ile ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun son derece meşru bir mücadele olduğuna kuşku yoktur.Bu mücadelenin temelinde Bangkok yönetiminin özellikle dini, kültürel meselelerde Patani Müslüman toplumu üzerinde kurmak istediği rejim bulunmaktadır.Bu noktada, günümüz Bangkok yönetimi III.Rama’nın dile getirdiği üzere Siam ve Malaylar arasında sosyo-dini kültür alanında hiçbir ortak noktanın olmadığı görüşünü hatırlamaları gerekiyor.[1]

Tıpkı dün olduğu gibi bugün de Bangkok yönetiminin doğrudan yönetimi Patani Müslümanlarınca ciddi bir karşılık bulmamaktadır. Gene Kral III. Rama’nın görüşlerine başvurarak dile getirmek gerekirse, Bangkok yönetimi ile Müslüman Malaylar ‘yağla su mesabesinde olup’ hiçbir şekilde birbirleriyle karışmaları mümkün değildir. Aynı Kral, 1838 yılında Kedah’la yaşanan sorunlar nedeniyle sorunun nihai çözümünü yerel yönetimi Malaylara devretmekte bulmuştur.[2]

Bununla birlikte, Patani topraklarının bir yanıyla Malay Yarımadası’na açılan öte yanıyla Hint-Çini kimi etnik çeşitliliği zengin bir coğrafyayla komşu olması bölgede her türden siyasi hareketler kadar, sınır problemleri nedeniyle güvenliğin sorunlu olması her türlü illegal meta akışına olanak tanımaktadır. Bu ve benzeri nedenlerle, Patani coğrafyasında meşru mücadelenin yanı sıra, başta Tayland yapılanmaları olmak üzere çeşitli uluslara mensup illegal yapılanmalar, istihbarat güçlerinin faaliyetlerine açık bir mekan kılmaktadır.Barış’a giden yol hiç kuşku yok ki, bu oluşumlardan en azından bir bölümünün aleyhine gelişme olarak değerlendirilecektir.Bu nedenle süreçte Barış’ı akamete uğratacak kimi kazaların ortaya çıkması muhtemeldir.Barış süreci tamamlandığı düşünüldüğünde de, bölge Müslümanlarının siyasi ve kültürel haklarınınyanı sıra, güvenlik meselesi de yabana atılmayacak önemdedir. Bölgenin illegal grupların çalışmalarına mekân olmaması için Patani veya Tay resmi güçlerinin yanı sıra, örneğin ASEAN gibi uluslararası kuruluşların oluşturacağı komisyonların, gözlem heyetlerinin ve de icracı yapıların sahada aktif rol olması halkın refah ve mutluluğu için kaçınılmazdır.

Patani Malay Müslümanlarının hayatlarını savaş ortamında sürdürmelerinini önünü almak amacıyla girişimler yapıldığı biliniyor.Bu anlamda, Malezya’nın son dönemde, özellikle Tayland’daki 2010 seçimlerinin ardından Başbakan Yingluck’ın seçim öncesi mesajlarına dayanarak bölgede barışın tesisine öncülük ediyor.PULO liderleri ile Bangkok yetkilileri arasında Kuala Lumpur’da yapılan görüşmeler devam ederken, Patani’de faaliyet gösteren kimi hareketlerin bu sürece dahil olmadıkları görüşmeler sonrasındaki çatışmalardan ortaya çıkmaktadır.Malezya’nın soruna en yakın taraf olmakla birlikte, tarihi gerçekler ışığında bakıldığında, sorunun sadece bir Malay sorunu olarak ele alınamayacağı da ortadadır. Patani halkının ne istediği, sorunun temelleri, İslam ümmetinin bir parçası olması gibi faktörler Türkiye’nin ve de başka ilgili ülkelerin sorunun çözümüne aktif katılımında önemli faydalar vardır. Bu katkıların boyutları üzerinde eleştirel yaklaşımlardan taviz vermeden, aynı şekilde yerli unsurların kapasitesini, birikimlerini, ihtiyaçlarını göz ardı etmeden aktif katılımlı süreçlere ihtiyaç var. Sorunu tıpkı diğer coğrafyalarda yapıldığı şekilde ‘yoksulluk/yoksunluk’ üzerine inşa etmek yerine, Patani toplumunun neyi kayettiğinin hesabını yaparak bunun üzerinden halkın ihtiyaçlarını gidermeye çalışılmalıdır. Çok daha önemlisi, ara toplum özelliği sergileyen bununla birlikte tüm çarpıtmalara, müdahalelere rağmen, dini ve geleneksel değerlerin görece yoğun olarak hissedildiği bu toplumda yeniden inşa süreçlerinin halkın değerleriyle örtüşecek modellemeler üzerinden yapılmasında fayda vardır. Yoksa, bu toplumları halkın sosyal hafızasının bir ürünü olarak ortaya koyacakları itirazların göstermelik tatmin bağlamında dinin ve geleneğe yer vermek, öte yanda bu halkı zamanla içinde yer aldığı geniş Budist-Tay toplumunun ekonomik ve kültürel yönelimlere sokacak sosyal mühendisliklere yol açacak girişimlerden kaçınılmalıdır. Bu ara toplumlar, bugüne kadar mücadelelerine manevi kaynaklık etmiş değerlerini pratiğe geçirmede, bir başka deyişle örnek bir toplum inşası kaygısı içinde olmak gerekmektedir.

Türkiye özelinde birşeyler söylemek gerektiğinde Patani Sultanlığı zamanında şu veya bu şekilde Osmanlı Devleti ile şu veya bu şekilde kurulan ilişkileri bir kez daha hatırlatmak gerekir.Özellikle 1880’li yıllarda dönemin önde gelen Patanili alim Ahmed Fatani’nin uzun yıllar Kutsal topraklarda öğrencilik ve hocalık yaptığı ve bu süreçte Osmanlı Devleti makamları ile irtibata geçtiğine yukarıda değindik.Bu süreçte, Padişah II.Abdülhamit tarafından Malay toplumunun temsilcisi sıfatıyla bir elçi mesabesinde dikkate alındığı ve Malay alimlerin eserlerinin yayınlanmasına destek olunmuştur.

Günümüz koşullarında, Türkiye’nin Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) nezdindeki girişimleri bölgeye dair açılımları noktasında bir referans niteliğindedir. Bölge devletleriyle girilecek ilişkilerin yanı sıra, halklarla doğrudan temasın bu sürecin olmazsa olmaz parçası olduğu son dönem çeşitli ülkelerde popülarite düzeyine çıkartılan ‘halklar arası işbirliği’ ile ortaya konmaktadır.

Tay hükümeti, artık sadece Müslümanlarca değil, ülke akademisyen ve aydınları tarafından da vurgulandığı üzere farklı etnik, dini ve ırksal kökene mensup Patani Müslümanlarını mono kültür sınırları içine katma politikalarına son vermelidir.[3] Patani halkının talepleri doğrultusunda otonom yönetim hakkı verilmesi durumunda, Tay Anayasası’nın bir engel olarak çıkartılmaması için Anayasa’nın ilgili maddelerinde değişikliğe gidilmeli veya Patani Barışı’nı konu alacak anlaşma metninin tümüyle devlet birimlerince kabul edilirliği güvencesi verilmelidir.

Patani bölgesi, ekonomik anlamda ülkenin en geri kalmış yerlerindendir. Bu üç eyalet içerisinde yapılacak karşılaştırmada ise Narathiwa’nın en olumsuz konumundadır.Halk, merkezi hükümetin bugüne kadar ekonomiyi canlandırma adına gündeme getirdiği girişimlerinden tecrübe ettiği ümitsizlikden hareketle, bu yönde bir beklenti içerisinde değiller. Aksine, inisiyatifin kendilerine verilmesini ve bölgenin kaynaklarının kullanımının bizzat kendilerince işletilmesini ekonomik kalkınmalarının temelini teşkil edeceği görüşündeler.[4]



[1]Kobkua Suwannathat-Pian. (1988). Thai-Malay Relations: Traditional Intra-Regional Relations from the Seventeenth to the Early Twentieth Centuries, Singapore: Obford University Press, s. 56. 
[2]Kobkua Suwannathat-Pian. (1988). Thai-Malay Relations: Traditional Intra-Regional Relations from the Seventeenth to the Early Twentieth Centuries, Singapore: Obford University Press, s. 86, 87.
[3]Thanet Aphornsuvan. (2006). “Nation-State and the Muslim Identity in the Southern Unrest and Violence”, In Understanding Conflict and Approaching Peace in Southern Thailand, (eds.) Imtiyaz Yusuf&Lars Peter Schmidt, Bangkok: Konrad Adenauer Stiftung, s. 99,
[4]Supara Janchitfah. (2003). Violence in The Mist: Reporting on the Presence on Pain in Southern Thailand, Bangkok: Kobfai Publishing Project, s. 82. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder