Mehmet Özay 24
Haziran 2013
Malaka Boğazı’nın kuzey ve güneyini günlerdir etkisi altına alan kesif
duman bulutları bölge ülkelerini yoğun bir şekilde etkilemeye devam ediyor. Özellikle
çıkartılan orman yangınları nedeniyle son onaltı yılın en yoğun duman emisyonuna
maruz kalan Singapur, Malezya ve Sumatra Endonezya’nın Sumatra Adası Riau
Eyaleti’ndeki yerleşim yerlerinde yaşayan halk günlerdir maskelerle gündelik
yaşamlarını idame ettirmeye çalışırken, astım ve solunum yolu şikâyetleri
nedeniyle hastanelere başvuran hasta sayısında artış yaşanıyor. Yagınlara konu
olan Riau bağlantılı kimi uçuşlar yapılamazken, Malaka Boğazı’nın her iki
yakasında balıkçılar faaliyetlerine ara vermiş durumda. Öte yandan, öğrencilerin
daha fazla sağlık problemlerine maruz kalmamaları adına çeşitli eyaletlerde ve
şehirlerde öğretime ara verildi. Coğrafi yakınlığı ve hava koşullarına bağlı
olarak önce Singapur’u etkisi altına alan yoğun duman emisyonu yaklaşık beş
milyon nüfuslu Ada ülkesinde koruyucu maskelerin tükenmesine yol açtı. Singapur’a
bir adım mesafedeki komşu Cohor ardından, Malaka, Selangor, Kuala Lumpur, Pahang
Eyaletleri olmak üzere Malezya’nın Batı ve Doğu sahillerine doğru olan tüm
yerleşim yerlerinde benzer problem kendini gösterdi.
Duman emisyonundaki artış nedeniyle görüş mesafesi yüzlerle ifade edilecek
düzeye düşerken, yetkililer zorunlu olmadıkça dışarı çıkılmaması uyarılarını
tekrarlıyorlar. Hava Kirliliği İndeksi’nde ‘sağlıksız’ seviyesini gösteren
101-200 katsayısı geçileli çok oldu. Öyle ki, Singapur’da 400’u bulan skala, bugünlerde
kimi bölgelerde, örneğin Malaka şehir merkezinde ve Cohor’a bağlı Muar, Bukit
Rambai’de bu katsayının 400-750’ler arasında seyrettiğini söylediğimizde geniş
kitlelerin nasıl bir çevre sorunuyla karşı karşıya olduğu anlaşılacaktır.
Her yıl tekrarlanmasına rağmen kalıcı çözüm bulunamaması ve bu yıl çok daha
etkileyici bir şekilde gündeme gelen bu çevre sorunu, aynı zamanda bölge
ülkeleri arasında zaten var olan diplomatik sorunlara bir yenisinin eklenmesine
neden oluyor. Hava kirliliği konusunda önceki yıllardan ‘tecrübeli’ olan
Singapur halkı ilk günlerden itibaren sorunun çözümü için yöneticilerden
talepte bulunurken, Singapur makamlarının Cakarta ziyaretlerinden sonuç alabildiklerini
söylemek güç.
Çevre katliamı konusunda kimsenin masum olmadığı bölge ülkeleri içerisinde tek
başına Endonezya’yı suçlamak adalet ölçüsüyle bağdaşmayacaktır. Aşağıda
değinileceği üzere sorunun kökeninin, Batılılar eliyle birkaç yüzyıl öncesinde
başlatılan kapitalist kalkınmacı yönetim biçimleriyle bağlantılı olduğu dikkate
alındığında, ne tek tek ülke yönetimlerinin, ne de bu ülkelerde özellikle tarım
sektöründe faaliyet gösteren ulusal ve uluslararası şirketlerin etkinlikleri
göz ardı edilebilir.
Doğu Sumatra’da, Malaka Boğazı’na komşu Riau Eyaleti’nde çiftçilerin hasat
sonrası kalıntıları yakmaları ve orman köylülerinin tarım arazisi açma adına
yaktıkları küçük çaplı orman yangınlarının neden olduğu hava kirliliği bir
yana, bugünlerde yaşanan tehlikenin arkasında bir kez daha uluslararası
şirketlerin olduğu ortaya çıktı. Sumatra Adası’nın kuzey ve doğu eyaletlerinde
geniş orman arazileri, özellikle orman ürünleri ve palmiye yağı üretimi yapan
uluslararası şirket yöneticilerinin ellerini oğuşturmalarına neden oluyor. İşin
tuhafı aralarında Singapur ve Malezya gibi ülkelerde kayıtlı şirketlerin olması
ve söz konusu şirketlerin tamamı üretim merkezlerinde hiçbir şekilde yakım izin
vermediklerini ifade etmesi, ortada kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu tespit
etmeninde mümkün olmadığı sonucunu doğuruyor. Öte yandan, söz konusu sorunun on
yıllara yayılmış olması dikkate alındığında Endonezya makamları bugünlerde
ilgili kuruluşlardan birkaçının adını zikrederek “gerekli yaptırımlara”
gidileceğini açıklamasını samimiyet ifadesi olarak algılamak mümkün değil.
Sumatra Adası’nın özellikle orta kesimlerinde görece kurak geçen Haziran
ayında tekrarlanan bu çevre ve sağlık sorununun siyasi bir soruna yol açtığı görülüyor.
Bugünlerde kimi medya organlarında Sumatra Adası’nda faaliyet gösteren kimi
uluslararası şirketlerin Singapur ve Malezya bağlantılı olduğunun yer bulması
karşısında Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong, Endonezya makamlarından “kanıt”
istemesi sorunun bir tür siyasi dalaşa sürükleneceği izlenimi veriyor. Bunun
ilk ibareleri, önceki yılların aksine Endonezya makamlarının Singapur ve
Malezya makamları ve halkından bir özür bile dilelemiş olması. Üstüne üstlük
faturayı bu iki ülkede kayıtlı şirketlere kesmesi...
Bugünlerde Malezya Başbakanı Necib’in Cakarta’ya yapacağı ziyaretin de nasıl
karşılık bulacağı meçhul. Nedeni ise basit. Çünkü ASEAN nezdinde 2002 yılında
imzaya açılan “Sınırötesi Hava Kirliliği Anlaşması”na Endonezya’nın henüz imza
atmamış olması. ASEAN Sekreterliği’ne Cakarta’da ev sahipliği yapan
Endonezya’nın bu önemli anlaşmayı ‘es geçmeyi’ yeğlemesinin nedeni de söz
konusu çevre kirliliğine yaptığı %70’lik katkı (!) olmasın sakın?
Bu nedenle, bu sorunun önümüzdeki dönemde ASEAN içerisinde yüksek sesle
dile getirileceğine kesin gözüyle bakılabilir. Siyasi restleşmeler bir yana,
‘Birlik’ ruhunu diriltme uğraşı verildiği bu dönemde ASEAN üye ülkelerinin
başta doğaya ardından da hem kendi halklarına hem de sınır ötesinde komşu
halklara saygıyı temel alan bir yaklaşımın teorisini kurma ve bunu pratiğe
geçirmede nasıl bir politika izleyecekleri merak konusu.
Tabii burada üzerine gidilmesi gereken sadece ne Singapur ve Malezya tarım
şirketleri ne de Endonezyalı sıradan çiftçiler. On yıllarca Güneydoğu Asya’nın
yağmur ormanlarını kemiren ve en büyük doğa kıyımlarının yaşandığı
Kalimantan/Borneo ve Filipinlerdeki ormanların arkasında uluslararası ekonomi
güç merkezlerinin olduğu unutulmamalı. Kalimantan/Borneo Adası’nda 1997 yılında
benzer nedenlerle ortaya çıkan yangınlarla duman emisyonu 860 katsayısını
gösteriyordu. Benedict Anderson’un 1998 yılında yayımlanan bir eserinde
değindiği üzere, daha o zamanlar, en büyük çevre felâketine konu olan ülkenin
Filipinler olduğunu, ardından illegal orman kesimleri nedeniyle Tayland’ın
ikinci sırada geldiğini belirtiyordu.
İçlerinde Myanmar, Laos gibi bölge ülkelerindeki siyasi istikrarsızlıkların,
çatışmaların ve yönetim beceriksizliklerinin çevre felâketlerinin, özellikle
geniş ve zengin ormanların tarım arazileri dönüştürülmesine ve illegal
kesimlere neden olduğu da biliniyor. Uluslararası piyasalara mal tedariki
bağlamında gündeme gelen yolsuzluklar alanında değerlendirilen bu ‘illegal
uğraşların’ aktörleri arasında yerel yöneticiler, siyasiler kadar ordu ve
polisin hatta ve hatta ülke yönetiminin üst düzeyinde yer alan elitlerin yakın
çevrelerinin varlığının yanı sıra, bu doğal zenginlikleri başta Batılı ülkeler
ve zenginleşme yarışındaki gelişmekte olan ülke üst ve orta sınıflarının maddi
açlığını tatmine yönelik tüketimci ruhu körükleyen çokuluslu şirketler
bulunuyor.
Daha geçen ayki seçimler öncesinde Malezya’da Saravak Eyaleti’ndeki yaşanan
yoğun orman kesimlerinin gündeme getirilmesinin ardından, Eyalet Başbakanı’nın
çevreci grupları karşısına alacak şekilde imza attığı yeni projeler için “ekonomik
kalkınma için bunu yapmak zorundayız” tarzındaki demeci aslında tüm bölge
ülkelerinde görülen ‘progresif kalkınmacılık’ savusunda en son örneğini teşkil
ediyordu. Aksine, sömürgecilik döneminden başlayarak bölge ormanlarının dev plântasyonlara
evrilmesinde birincil rolü oynayan Hollanda, İngiliz sömürge yönetimleri ve
onlarla işbirlikleri kuran Avrupalı tarım ve madencilik yatırımcılarından
başlamak gerekiyor. Sömürgecilik sona erse de yerine, yeni ulus-devletlerde
eski sömürgeci efendilerin torunlarının başını çektiği çok uluslu şirketlerin
‘danışmanlığında’ modern kalkınmacı ekonomilere geçilmesi orkan kesimlerinden
barajlara, plântasyonlardan konut sahalarına ve sağlıksız şehirleşmeye kadar
pek çok farklı doğa sorunlarına kapı aralıyordu. Üstüne üstlük Avrupa’daki kimi
“gelişmiş ülkeler” teknoloji atıklarının zehirinden kendi halklarını uzak
tutacak şekilde gemilerle Endonezya’nın ücra adalarının yolunu tutarken,
Japonya ve Güney Kore gibi Doğu Asya’nın ‘öncü ekonomilerinin’ yüksek teknoloji
donanımlı balıkçı filolalarının gene bölge sularındaki deniz yaşamını heder edecek
girişimlerine dair haberler güncelliğini koruyor.
Yerli halkların tarihin erken dönemlerinden itibaren inanç geleneklerinin
bir ürünü olarak doğayla içiçe yaşayan, doğaya saygılı ve bu doğal zenginliği
önemseyen perspektiflerinden günümüze ne kaldığı; bu halk kitlelerini
çevrelerindeki tüm varlıklara duyarlılıktan “çevre sömürgeciliğine”
indirgeyecek düşünce ve eylemlere nasıl soyunduruldukları sorgulanmalıdır. Bölge
halklarının inanç sistemlerinde yer alan yerli animist dinleri kadar, Hinduizm,
Budizm ve nihayetinde İslamiyetin şu veya bu ölçekte doğaya duyarlı
yaklaşımlarının modern devletlerin kalkınma politikalarından yerel
yöneticilerin uygulamalarına ne denli sirayet ettiği ve yaptırım gücüne sahip
olduğu da üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Değişen üretim biçimleri ve ekonomik
yapılanmaların yaşam biçimleri ve de inanç dizgelerindeki dönüştürücülüğü bugün
bu halklarda sekülerleşmiş bir doğa algısına tekabül ettiğine kuşku yok.
Kalkınmacılık adına Ada şehrine tek doğal canlı hayvanın varlığına tahammül
edemeyen Singapur yönetiminden, işgal ettikleri kamu makamlarını kendi şahsi
zenginlikleri adına yolsuzluklar için aracı kılarak ormanların katline ve
illegal madenciliğe cevaz veren bölgedeki diğer ülkelere kadar her siyasi yapı gelişmelerden
sorumlu olsa gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder