Mehmet Özay 27.09.2021
Almanya’da seçimler tamamlandı… Alman seçmeni, ana akım iki siyasi partiye neredeyse eşit bir yaklaşık göstererek yeni bir koalisyon döneminin başlamasına neden oldu.
Kampanya
döneminin iki önemli belki de favori partisi Sosyal Demokratlar (SPD) yüzde
25.7, iktidardaki Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Parti
(CSU) koalisyon grubu ise yüzde 24.1 oy aldı. Yani arada sadece, yüzde 1.7’lik
bir fark bulunuyor. Bununla birlikte, ortaya çıkan siyasi tablo hiç de 1.7’ye
bakarak küçümsenecek gibi değil.
Seçimin ‘büyük’ ve ‘küçük’ sürprizleri
Seçim
CDU için yüzyılın kaybı anlamı taşırken, Sosyal Demokratlar uzun bir aradan
sonra ulusal siyasette söz sahibi olmaya hazırlanıyorlar…
Seçimde
sürpriz yapan partilerden Yeşiller % 14.8, Özgürlükçü Liberal Demokratlar (FDP)
yüzde 11.5 oy aldı. Bu iki partinin, iktidarın kesin ortağı olma gerçeği kadar,
bu tip seçim sonuçlarında olduğu gibi, koalisyon görüşmelerinin kilit partileri
olacaklarına kesin gözüyle bakmak gerekir.
Angela
Merkel’in son dönem başbakanlığında büyük koalisyon (grand coalition) olarak
da anılan hükümet yapısının, devam edip etmeyeceğini şimdiden kestirmek güç. Ancak
böyle bir ihtimal güçlü bir şekilde kendini hissettiriyor.
Bu
noktada hem SPD ve hem de CDU liderlerinin, yeni hükümeti kurma görevinin kendilerinde
olduğu açıklamasının gerçekleşebilmesi için kesin sonuçları ve ilk koalisyon
görüşmelerini beklemek gerekiyor.
CDU’ya yüzyılın
kaybı
CDU’nun
yaşadığı seçim kaybının önemli olduğuna kuşku yok… Buna rağmen, CDU’nun sadece
bu seçimi kaybetmediği, aksine son yetmiş yılın hezimetini yaşadığı gerçeği
ortada ciddi bir meşruiyet sorununu da beraberinde getirmiş bulunuyor.
Bununla
birlikte, CDU içinden bu gelişmeyi yüksek sesle dile getiren olmaması gayet
ilginç bir durum. Örneğin, Merkel’in halefi Armin Laschet, istifa etme gibi bir
seçeneği gündeme getirmediği gibi, güçlü bir koalisyon için SDU’yu dışarıda
bırakacak formül arayışında olacaklarını bile ileri sürebiliyor.
Bu
noktada, ülkenin önemli sorunlarının varlığı -ki bu sorunlar gelişmiş ülke sorunları
olarak tezahür ediyor, baş edebilmenin yolunun güçlü bir iktidardan geçiyor.
Haddi
zatında gelişmiş ülke olmanın getirdiği bir zorunluluk olarak, iktidar
aygıtının sağlıklı bir şekilde işletilmesi ve aynı zamanda toplumdan gele
değişim taleplerinin de uygun bir şekilde karşılanabilmesi…
Bu
noktada, CDU, Çevreciler ve Özgürlükçü Liberal Demokratlar’la iktidarı
oluşturmanın hesapları peşinde olacaktır.
Bir dönem biterken
Bu
sonuçlar, 16. yıllık Angela Merkel başbakanlığındaki (şansölye/kanzler) CDU ve CSU iktidarının sonu
anlamına geliyor. Bu durum, Alman siyasetinde önümüzdeki günlerde yeniden bir
koalisyon hükümetinin kurulmasını şart koşuyor. Seçim sonuçları ve kamuoyu
beklentisi ise Sosyal Demokratlar liderliğinde bir oluşuma işaret ediyor.
Merkel
iktidarının son döneminde koalisyon partilerini oluşturan CDU/CSU ve SPD
yerine, SPD lideri Olaf Scholz’un devam mı yoksa küçük partilerle yeni bir
ittifak girişiminde mi bulunacağını ise yakın zamanda görmüş olacağız.
Ancak
geçmiş dönemde koalisyon ortağı ve Maliye Bakanı olarak Merkel başkanlığındaki
CDU/CUS ile çalışmış olan Scholz’un alıştığı bu koalisyon ortaklığını, eli
güçlenerek ve şansölye koltuğuna oturarak devam ettireceğini düşünmek mümkün.
CDU
ve SDU arasındaki oy farkı büyük olmasa da, 16 yıllık Hıristiyan Demokratlar
iktidarının ardından, sosyalistlerin oluşturulacak koalisyon hükümetinde güçlü
bir pozisyon alacaklarını ve başbakanlık koltuğuna oturacaklarına işaret
ediyor.
Merkel’in
partisi CDU seçimlerde ağır bir yara alsa da, Alman siyasetinde uzun bir aradan
sonra belki de sosyalist partinin oluşturacağı koalisyon içerisinde iktidarda
pay sahibi olacak.
İdeolojiler
arası eşit dağılım
Alınan
seçim sonuçlarına rağmen, Alman siyasetinde keskin ayrışmalardan ziyade, Alman
kamuoyunun sol ve sağ siyasete neredeyse eşit eğilimler sergilediğini
gösteriyor.
Özgürlükçü
Liberal Parti’nin oyunun yüzde 11,5 olması ise, belki de Avrupa ve hatta Kuzey
Amerika politikalarında yeni bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Almanya’da
dünkü seçimlerde ortaya çıkan sonuç, özellikle 2000’li yılların başlarından
itibaren güçlü bir eğilim olarak ortaya çıkan sağ/aşırı sağ eğilimli hükümetler
döneminin, Almanya örneğinde aşıldığını ortaya koyuyor.
İktidarın
büyük ortağı olacağı anlaşılan SDU’nun, Almanya’nın başta göç olmak üzere dış
politikalarında büyük değişikliklere gitmesinin ne kadar mümkün olduğu ise
şüpheli.
Nihayetinde
göç olgusunun Avrupa nezdinde insan hakları bağlamında ele alınmanın ötesinde
kamu güvenliği, ekonomik refah, reform gibi pek çok boyutu olması, genel Alman
kamuoyunun pek de kolay kolay kabul edebileceği olgular değil.
Seçim
sonuçlarının, AB üyesi ülkeler içerisinde sosyalist partilerin benzer bir başarıyla
önümüzdeki döneme damga vurup vurmayacakları ise hiç kuşku yok ki, önümüzdeki
dönem Avrupa siyasetinin konuşulan belli başlı konuları arasında olacaktır.
Bu
noktada, olası bir SDU hükümetinin kısa vadede ortaya koyacağı başarının bu
süreçte gayet belirleyici olacağını söylemek mümkün.
‘Çevre’ faktörü
Batı
Avrupa toplumsal ilişkilerinde belirleyici faktörün ekonomi kadar, yaşamı çekip
çeviren post-modern durumda bireyin ve toplumsal grupların çeşitlenen talepleri
bulunuyor.
Bu
noktada, moderniteye getirilen eleştiriler adına post-modern denilen yeni
siyaset alanlarının doğmasına neden olmuştur. Bunun sadece, bu örnekte olduğu
üzere Almanya ile sınırlı olmayan Avrupa Kıtası ve küresel karşılığa denk
gelecek şekilde iklim değişikliği şeklinde ortaya çıkıyor.
Almanya’da
siyasetin merkezindeki yeni yapılanmada bugün sosyalistler kadar, aynı/benzer kökten
beslenen Yeşillerin Kyoto Protokolü (1997), Paris İklim Sözleşmesi (2015) gibi
geçen yüzyılın sonlarında varılan ve küresel toplumu yakından etkileyecek
kararların uygulamaya geçirilmesi noktasında yeni açılımlar yapması muhtemel
gözüküyor.
Bu
durum, bir yandan ABD’de Joe Biden yönetimi ile doğrudan bir yakınlaşma anlamı
taşıdığı gibi, Çin gibi söz konusu sözleşmelerle ilgili tutumu farklılaşan
ülkelere karşı güçlü bir koalisyonun oluşturulması anlamı taşıyabilir.
Almanya’da
yeni hükümetin, AB politikalarının belirlenmesinde de önemli etkileri
olacaktır. Bu çerçevede, bir yandan Atlantik yani ABD ile öte yandan, gündemin
belki en belirleyici konusu olarak Asya-Pasifik bölgesinde Çin ve ASEAN ile
ilişkilerde, Merkel’in başlattığı ve sürdürdüğü yapıcılık rolünde devamlılık
beklenebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder