Mehmet Özay 18.09.2021
Naquib el-Attas’ın, son yüzyılda geniş Malay dünyasının yetiştirdiği önemli entelektüel şahsiyetlerden biri olduğunu zaman zaman dile getiriyoruz.
İslam kültür ve medeniyetinin geleneksel unsurlarının
devamlılığı konusunda çeşitli alanlardaki eserleri ve çalışmalarıyla, adları
zikredilebilecek Hamka, Ali Hasjmy, Darwis A Sulaiman gibi Malay dünyası çalışmalarıyla
tanıdığımız kayda değer isimler; bu kültür ve medeniyetin en önemli unsurları
olan yazma eserleri tüm yaşamını, gücü elverdiğince köşe bucak dolaşayarak
toparlamaya adamış ve aktarmaya çalışmış Shaghir Abdullah gibi bireylerin yanı sıra ve öteside Malay dünyası sınırlarını aşmış bir düşünür
var karşımızda.
El-Attas düşüncesinin geçerliliği
Geçtiğimiz günlerde 90. yaşına giren Naquib el-Attas’ın
bugün küresel bağlam bir yana, küresel Müslüman toplumlar nezdinde dahi bir
öneme tekabül etmeyecek düzeyde kalması, üzerinde önemle durulmayı
gerektiriyor.
Özellikle, Müslüman kitleleri yakıdan ilgilendiren
küresel anlamda bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin başlamakta olduğu günümüzde,
fikir/düşünce ve pratiğini İslami gelenekten güç alarak ortaya koyacak güçlü
düşünürlere ihtiyaç olduğu bir dönemde bu ihtiyaç kendini daha çok
hissettirmektedir.
Yaşanılan dönemde Müslüman toplumların ortaklaşa
paylaştıkları sorunlar üzerine aktif entellektüel ve akademik yaşamı boyunca
kafa yormuş, eser üretmiş, Batılı oryantalist paradigmalarla (orientalistic
paradigms) ve onların Doğu’daki kopyacıları, kendinde-oryantalist (self-orientalist)
uzantılarıyla mücadele etmiş bir düşünce adamı olması rağmen, niçin içinde
yaşadığı Malay dünyasından başlayarak, diğer Müslüman toplumlara kadar bir entellektüel
dalga oluşturamadığının tartışılması gerekmektedir.
Manialar
Bu durumun, bazı iç ve dış nedenleri olduğunu söylemek
mümkün. İç nedenler… El-Attas’ın çevresinde örüldüğü görülen ve bazı Malezyalı
dostlarımızın dile getirdiği üzere, onun düşüncesi ve takipçiliği üzerinde bir
tür tekel oluşturulmasının, bunda önemli bir payı bulunuyor. Bu sınırlı ve
kendine yeter bir görünüm arz eden halkanın, bir tür kapalı cemaat niteliği
taşıması, sözde temsilcisi olduklarını iddia ettikleri Naquib el-Attas
düşüncesini sınırlandıran unsurların başında gelmektedir.
Bir dönem, Naquib el-Attas’ı, tarihsel gerçeklikle
bağlantısı olmayacak şekilde, Türklük kökeni üzerinden çerçevelemeye çalışan ve
Türkiye’de adı terör örgütü listesinde yer alan sözde cemaat yapısının niyetini
anladığını düşündüğümüz Naquib el-Attas’a nazaran, onun yakınındaki isimlerin
bu yapı ile gayet ilintili duruşları onları bağlamakla kalmıyor. Aynı zamanda,
gizli/açık el-Attas düşüncesini ve varlığını sınırlandırıyor.
Bugün de, sözde Türkiye’yi temsil ettiği iddiasında kurum
ve çevrelerin de, Naquib el-Attas kişiliğine bakışını şekillendiren benzeri bir
duruşun olması, anlamlılığı gayet sorunlu ve irrasyonel bir tür üstünlük
kompleksinin varlığına dayanmaktadır.
Naquib el-Attas’ı kendinde bir entelektüel birey kabul
edip, ortaya koyduğu düşünce sisteminin anlaşılması, geliştirilmesi ve pratiğe
geçirilmesi gibi alanlarda kafa yormak yerine, kendi kurguladıkları anlamsız
bağlam ve tekrarlarla Naquib el-Attas’ın kişiliğini ve sözde anladıklarını
varsaydıkları düşüncesini tekrar edip durmaktadırlar.
Dış nedenler… Küresel akademi, düşünce ve yayın dünyasına
hakim olan Batılılar ve bu yapıya eklemlenmiş düşünce-işbirlikçisi (mind-collaborators)
Doğulu akademik çevrelerin belirleyiciliği, Bir yanda siyasi gücü, öte yanda bu
zeminden istifade eden akademi hegemonyasının varlığıdır.
El-Attas’ın çalışmalarında epistemolojiden başlayarak
yorumlarına (interpretation) kadar Batılı düşünür ve akademi
çevrelerinin çalışmalarına eleştiriler getirirken, bunun karşılığında bu
çevreler el-Attas’ın çalışmalarına referansta dahi bulunmayarak sözde
cezalandırma yoluna gitmektedirler.
Batılı unsurlara eklemlenmiş sözde içimizdeki/bizden
akademi çevrelerinin en azından konuyla ilgili olanlarının bazılarının, Naquib
el-Attas düşüncesine sözde yanaşık durma, hatta onun kurumsal yapılaşması ve
pratikte eğitim tecrübesine özenme süreçlerini sergileseler de, bu sadece yüzeysel
bir kopyacılıktan ibaret kalmaktadır. Nihayetinde, yüzlerini döndükleri ve
düşünceleri için merkez aldıkları ettikleri yer Batı’dır (western-oriented).
Bu ve benzeri bağlamların, Naquib el-Attas düşüncesinin
farklı Müslüman gruplar, milletler içerisinde Naquib el-Attas düşüncesinden
hareketle, yeni açılımların gündeme getirilmesinin de önünü tıkadığına şüphe
yok.
Teori-pratik çerçevesi
Naquib el-Attas, bugün entelektüel ve akademi dünyasında
bir fenomen olarak anılmakla birlikte, onun ürettiği düşünce sisteminin,
pratiğe ne denli geçirilip geçirilmediği de, üzerinde ayrıca durulmalıdır.
Kurucusu olduğu, İslam Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü
(International Institute of Islamic Thought and Civilazation-ISTAC) (1991)
döneminin önemli bir entelektüel ortamı sağlarken, bu merkezin sürdürülememiş
olması, bunun devamı niteliğinde olduğu iddiasındaki bazı yapıların da
el-Attas’ın temelde modern/post-modern akademik bağlama getirdiği
eleştirilerden ne denli hareket edip etmedikleri ise tartışmaya açıktır.
Bu çevrelerin, el-Attas’ı/el-attas düşüncesini ‘eğitim’
alanına sıkıştırdıklarını söylemek bile mümkündür. Oysa, el-Attas dilbilim,
felsefe, düşünce, tarih, mimari ve bunların doğal ve doğrudan uzantısı olan
siyasetle ilgili yaklaşımlarının, hem içinde yaşadığı geniş Malay toplumu, hem
de küresel Müslüman toplumlar için varlığının devamlılık göstermesi ve süreçte
yeni bağlamlarla güncellenmesi ve desteklenmesi gerekmektedir.
Oryantalizm/e meydan okuma
El-Attas’ın dile hakimiyeti (Arapça-Malayca) onu
söz söyleme cesareti gösterdiği bilim alanlarında öne çıkarmakta, bu anlamda,
Batılı meslektaşlarına yönelik eleştirel/kritik yaklaşımı sergileyebilmektedir.
Dilbilim olgusunu, sadece oryantalist çevrelere yönelik
akademik ve entelektüel yaklaşımı ile ortaya koymamaktadır. Aynı zamanda,
Kur-anȋ terminolojiyi örneğin, eğitim ve sekülerleşme/modernleşme
çalışmalarında ortaya koyduğu üzere bağlamı güçlü kılacak, gelenekte oluşan
düşünceyi anlamı bir bütünlük içinde aktaracak bir yapı sunmaktadır. Bkz.: (1993). İslam and Secularism. (16-48).
Bu noktada, örneğin, Hollandalı meşhur şarkiyatçı G. W.
J. Drewes’in klasik Malay el yazma eserleri arasında, 17. yüzyıl Malay düşüncesine
katkılarıyla bilinen Nureddin er-Ranirȋ’nin Hujjat al-Siddiq li-daf’
al-Zindiq isimli eseriyle ilgili çalışmaya yönelik eleştirisinde, temel
çıkış noktası dilbilimsel özelliktir.
Oryantalistlerin, ilgili Doğu dillerine dair bilgileriyle
öne çıkmalarına karşılık, el-Attas, Drewes’in kavramlar üzerindeki duruşu ve
yorumunun, sadece bir dil özelliğinin kaybı olarak zararlı addetmez. Aynı
zamanda buradan hareketle Sufizme ve İslam düşüncesine ve hatta Kur-anȋ kavramlara
yönelik de bir ‘yanlış/yanılgılı sızma’ olarak telâkki eder.
El-Attas’ın benzer bir durumu, Malay dünyasının İslamlaşma
sürecine dair yine batılı/oryantalist düşüncenin ürettiği teorik ve kurgusal
anlam oluşturma bağlamlarına getirdiği eleştiride de görmek mümkündür.
Batılı akademi dünyasının bilgi kaynağı, söylem ve aynı
zamanda dilbilimsel özellikleriyle ilişkisizliğe (distortion) neden
olduğu tarihsel ve geleneksel İslamlaşma sürecine dair gayet meydan okuyucu bir
izahatla karşılık vermekte ve bu anlamda gerçeği yerli yerine oturtmaktadır. Bkz.:
(2011). Historical Fact and Fiction.
Kavramsal
istikrar ve sürdürülebilirlik sorunu
Naquib el-Attas düşüncesinde rasyonel (rational),
adalet (adl/justice), edeb (adab), kalp (qalb, maddi
anlamında ‘kalp' değil), inner faculty, dil/söz (nutq), ma’na vb. kavramlar öne çıkmaktadır.
‘Her şeyin yerli yerindeliği’ olgusu, el-Attas
düşüncesinde belirgin bir yer edinmesi gizli/açık sünnetullah’a/fıtrat’a
gönderme yapar. Bu noktada, onun İslami eğitim olgusuna verdiği önem ve bunu
pratiğe geçirme noktasındaki iştiyakı, böylesi bir ulvi kaynaktan zuhur eder.
El-Attas’ın aksine, günümüz İslami düşünce çevresi içinde
yer aldığı iddiasındaki bireylerin ve grupların/kurumların bu ve/ya benzeri
kavramları pratiğe geçirmek, gündelik yaşamın vazgeçilmez öncülleri kılmak
yerine, söylem düzeyinden öteye gitmeyen bağlamları, belki de İslam
düşüncesinin en büyük açmazlarından birini oluşturmaktadır.
El-Attas, akademik yaşamının erken yıllarından itibaren
ortaya koyduğu bu kavramları salt/pür felsefi bağlama tabii tutmamıştır. Başta,
içinde yaşadığı Malay toplumuna ve genelde Müslüman toplumlara modern/post-modern
dönemin meydan okumaları karşısında nasıl karşı durulabileceğini, Malay
kültürünün zengin geleneğinden aldığı değerlerle, eğitim bağlamı ve kurumu ile
ortaya koymaya çalışmıştır.
Bugün 90 yaşına gelmiş el-Attas’ın inşa ettiği kurum
bizatihi varlığı nasıl bir anlam dünyası oluşturmuş ise, bunu ortaya koyduğu
düşünce sistemini pratiğe geçirme iradesindeki samimiyetinde aramak gerekir.
Yoksa, sözde İslam düşüncesi ve medeniyeti alanında var
olma iddiasındaki kimi çevrelerin gündelik pratiklerinde ‘adalet’, ‘ahlâk’,
‘rasyonalite’, ‘edeb’ vb. kavramlara yer veriyormuş gibi yapmaları (pretending),
aslında ortada tam anlamıyla bir ahlâki problemin olduğunu ortaya koymaktadır.
Bunun karşılığı, tam da ulu orta cereyan ettiği üzere, olsa olsa dünyevi makam
ve mevki peşinde koşmaktır.
Naquib el-Attas, çalışmalarıyla bir yandan Batı
düşüncesini anlama çabası sergilerken, içinde doğup büyüdüğü geniş Malay
dünyasının ürettiği düşünce ikliminden aldığı değerler/bilgi/anlayış ile hem bu
alanı derinleştirmekte hem de Batı düşüncesine makul karşılıklar vermektedir.
Bu duruş, onu sadece Malay dünyası içinde değil, geniş Müslüman toplumlar için
de kıymetli bir düşünür kılmaktadır.
Syed Naquib el-Attas’a hayırlı ve sağlıklı ömürler
dilerim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder