Mehmet Özay 12.09.2021
Afganistan’da Taliban rejiminin siyasal anlamda yeniden ülkeye hakim olmasıyla başlayan küresel tartışma, Batı’nın ulusal güvenliği ve güç ilişkileri çerçevesinde sürmektedir.
Bununla birlikte, söz konusu bu gelişme Müslüman
toplumlar açısından, bundan çok daha önemli bir alanda ele alınmayı ve ortaya
konulmayı beklemektedir.
Afganistan’da meşru yönetimin koşulları nelerdir, her
yönüyle Müslüman olduğu iddiasındaki farklı hiziplerin birbirleriyle olan
ilişkileri, bu grupların egemenlik tesisi sağlandığı takdirde komşu ülkelerle
ve uluslararası sistemle (international system) ilişkileri nasıl
olmalıdır vb. türünden konular tartışılmayı beklemektedir.
Şayet Müslüman toplumların sosyolojisi, antropolojisi
türünden bilimsel alanların var olduğu iddiası var ise, niçin bugün gözümüzün
önünde capcanlı duran deneysel (experimental) ortamdan istifade edilip
edilmediği gayet can alıcı bir sorudur.
Tarihin tekerrürü ve sorunsuzluk
Afganistan’ın uzun tarihsel geçmişine göz atıldığında çatışmaların,
savaşların olduğu gerçeği karşısında, ortada bir tür gelenekselmiş irrasyonel
yapının devamlılığına karar verilmesi halinde, bu durum olsa olsa ancak, bugün
yaşananların bir tür meşrulaştırılmasına hizmet edecektir.
Söz konusu bu irrasyonel durumun ve bunun adının, bizatihi
İslam’la örtüştürülerek sunulması ve gizli/açık neredeyse ülkedeki tüm
aktörlerin, kendini İslam temelli olarak tanımlamak suretiyle meşruiyet kazanma
arzusu, çelişkilerin ne denli büyük bir boyutta seyrettiğine işaret ediyor.
Bazı hususlara değinmeden önce, kısaca Afganistan’da
neredeyse son bir ayda olan bitene bakıldığında nasıl bir karmaşanın,
irrasyonel (irrational) durumun, çelişkiler ağının birbirine
eklemlenerek gündeme gelmekte olunduğunu söylemek gerekiyor.
Bu noktada, bir alternatif olarak, Afganistan’da olan
biteni belki öncelikle, coğrafya kavramı üzerinden değerlendirmek
gerekmektedir. Sosyolojik ve antropolojik olarak bir toplumun var olduğu,
geliştiği veya gelişmediği gibi alanlarda başvurulan temel kategorilerden biri
olarak coğrafya önem arz etmektedir.
Buna iklim, demografik yapı, ulaşım/iletişim, üretim
ilişkileri vb. gibi diğer bağlamları da eklemek suretiyle bir toplumun, örneğin
Afganistan’da yaşam süren toplumların yüzyıllarca nasıl bir kültür ve medeniyet
ekseni oluşturdukları, hangi kültür (culture) ve medeniyet (civilization)
unsurlarıyla irtibat kurdukları, ne tür çelişkiler ve çatışmalara konu
olduklarını ele almak gerekmektedir.
Toplumsal travma
Son yirmi yıldır ülkeyi işgal (invasion) ettiğine
kuşku olmayan ABD’nin, her şeyi yerli yerine koyduğu düşüncesiyle pılısını
pırtısını toplamakla kalmadığı, bu pılısı pırtısına kendine hizmet etmiş
Müslüman kimliğine sahip on binlerce, kimi yaklaşımlara göre yüzbinlerce Afganlının
da eklemlenmesi, ortada gayet sorunlu bir durumun olduğuna işaret ediyor.
Çelişkilerin bir yanında, şayet ABD Afganistan
topraklarında işgalci bir güç ise, onunla bugüne kadar işbirliği yapan bazı
Afgan siyasilerinin, gruplarının, entelektüellerinin durumunu nasıl izah etmek
gerekiyor?
Bu noktada, yüzbinlerce Afganlının ülkeyi terk etme arzusunu,
çabasını, toplumsal bir travma olarak adlandırmak da mümkün gözüküyor.
Söz konusu bu sürece konu olan yüzbinlerce Afganlının nicelik
olarak azımsanmayacak bir kitleye tekabül etmesi; bu kitlenin sahip olduğu
maddi ve manevi ilişkiler sayesinde, ABD’nin siyasi ve askeri varlığına
sığınarak ülkeyi terk etme çabası bir toplumsal gerçeklik olarak zuhur ederken,
geride bırakılan milyonlarca kitle böylesine maddi ve manevi imkân bulmuş olsa
acaba vatanlarında yaşam sürmeye devam ederler miydi, yoksa onlar da ABD’nin
yolunu mu tutarlardı sorusu akla gelmiyor değil.
Bir başka açıdan bakıldığında, özellikle Batılı medya
organlarının öne çıkardığı üzere, yeni bir “İslam emirliği” kurulacağı
söylemine, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan Müslüman kitlelerden acaba
kaçı, “yeni ve ideal bir yaşam kurulma sürecine eşlik etmek amacıyla
Afganistan’ın yolunu tutar?” sorusunu da eklemek gerekiyor.
Daha önce Irak, Suriye, Sudan gibi işgallerin, iç
savaşların yaşandığı coğrafyalardan kaçıp kurtulmak isteyenlerin önemli bir
bölümünün, niçin halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkeler ve hatta İslam
hukukuyla yönetildiği belirtilen ülkelere gitmek yerine, rotalarını Kuzey
Amerika’ya, Batı ve Kuzey Avrupa’ya çevirdiklerini, yaşanmakta olan Afganistan
süreciyle birlikte değerlendirmek herhalde bütüncül bir anlam arayışında gayet
işlevsel olacaktır.
Liderler ve alimler suskun (mu?)
Yukarıda dikkat çekilen Afganistan’daki söz konusu bu büyük
kitlenin ve ABD askerleriyle birlikte yan yana ülkeyi terk etme çabasını
Afganistanlı tek tek Müslüman bireyler, alimler, akademisyenler nasıl
anlamlandırıyorlar acaba?
Ya da Afganistan’a coğrafi olarak uzak mekânlardaki
Müslüman toplumların, bu toplumlara liderlik eden İslam alimleri,
akademisyenleri, uzmanları Afganistan örneğinde görüldüğü üzere, bir Müslüman
toplumun çözülmesini (ya da yeniden inşasını mı demeli?) nasıl
anlamlandırdıkları, bu gelişmelerin ne tür bir iç ve dış sorunlara,
alternatiflere yol açacağını ne denli umursuyorlar acaba?
Afganistan’a yaşanmakta olan siyasal değişim, Batılı ve
hatta bazı doğulu ülkeler tarafından bir tehdit unsuru olarak algılanırken ve
bunun siyasi ve askeri unsurlarına dair veriler ortaya konulurken, Müslüman
toplumların, bu toplumların siyasal, akademik ve entelektüel çevrelerinin
Afganistan özelinde bir çaba içerisinde olup olmadıkları sorulması gereken
önemli soruların başında geliyor.
Çeyrek yüzyıl sonra ve yeni travmaların
eşiğinde
9 Eylül 2001 sürecinin sadece Irak ve Afganistan
işgalleri ile kendini ortaya koymakla kalmadığı, aksine çok farklı
coğrafyalardaki Müslüman toplumların kimliklerine, eğitimlerine, gündelik
yaşamlarına kadar nüfuz eden bir etkinin/zorlamanın/yeniden yapılaştırmanın
ortaya çıktığı düşünüldüğünde, bugün karşı karşıya kalınan değişimin önümüzdeki
süreçte ne gibi yeni etkiler/zorlamalar/yeniden yapılaştırmalar getireceğinin
hesabını yapmak gerekmektedir.
Akademi dünyasında birilerinin İslam medeniyeti adına
konuşma hakkını sözde kendinde bulmakla, bu alanda güya bir tekel oluşturmakla edindikleri
makam ve mevkilere rağmen, adına konuştuklarını zannettikleri İslam
medeniyetinin capcanlı öznesi olan, örneğin Afganistan gibi, Müslüman
toplumların haline dair bir söz etme çabası sergilemekte midirler ve/ya buna ön
ayak olmakta mıdırlar?
Yoksa, bu ve benzeri çevreler, savaş ortamının
‘hiçliğinden’ kurtulma adına rotayı Amerika’ya çevirme zor/unlu/luğundan başka
pek de alternatifi olmayan Afganlıların aksine, böylesi bir zorunluluk olmadığı
halde elde ettikleri maddi imkânlarla gönüllü olarak ve/ya çocuklarını ABD
topraklarında dünyaya getirmek suretiyle çoktan Amerikan vatandaşlığı
imtiyazını edinmiş olanların, zaten böyle bir medeniyet sorunsallarının
olmadığına mı işaret ediyor?
Bu noktada, söz konusu bu çevreler, örneğin Afganistan
özelinde ve bugüne kadar yansıyan gelişmelerin ne tür bir anlam içerdiği; adına
İslam denilen dinin ve bu dinle yani, İslam’la örtüştürülen geleneksel/kültürel
yapıların bu toplumlara ve küresel topluma ne gibi anlamlar sunduğu konusunu
araştırma üniversitelerini devreye sokarak tartışmaktan uzak durmaları açık bir
çelişkiye işaret etmemekte midir?
Bugün Afganistan’da şayet bir sorundan bahsediliyorsa, bu
azımsanmayacak bir bölümünün Müslüman toplumların İslam diniyle, geniş ve büyük
medeniyetle olan ilişkilerinin, anlam bütünlüklerinin, devamlılıklarının
birbirinden kopuk, bölük-pörçük bir nitelik arz etmesinden kaynaklandığını
unutmamak gerekir.
Bu noktada, uzun sömürgecilik süreçlerini, zorlama/hiyerarşik
modernleşme pratiklerini, modern zamanların acımasız savaşlarını göz ardı
etmeden, ancak sadece bunlara yaslanarak Afganistan özelinde Müslüman
toplumların sorunlarını başkalarına havale etmek bizatihi İslam düşüncesiyle ve
pratiğiyle bağdaşır yanı da bulunmamaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder