Mehmet Özay 07.09.2021
2001 Eylül saldırılarının 20. yılında ABD yönetimi Afganistan’da yaşananlar karşısında şaşkın…
ABD’de Joe Biden yönetiminin hükümetteki ilk altı aylık
görev süresinde belki de, en önemli icraatı olarak tarihe geçmesi düşünülen
Afganistan’dan çekilme plânı karabasana dönmüş durumda.
Bu durum, Biden yönetiminin 2001 Eylül bombalamalarının
20. yıldönümünde Afganistan’dan çekilme kararı ile Amerikan ve küresel
kamuoyuna vermek istediği mesajın yerini bulmadığına işaret ediyor.
Öte yandan, Afganistan’daki gelişmenin ABD ve
müttefiklerinin dışında, geniş İslam toplumlarında ve bu toplumları yaşadığı
devletlerde nasıl karşılık bulacağını ise zaman gösterecek.
Bununla birlikte, 2001 hadiselerinin ardından Güneydoğu
Asya’da Endonezya’da yaşananlar ve 2010’lu yıllarda İŞİD ile bölgeyi saran
terör dalgası hafızalardan silinmiş değil. Bu çerçevede, Malezya ve Endonezya’da
yönetimler kadar, sivil-dini yapıların bu gelişme karşısında gerekli
yaklaşımları şimdiden ortaya koymalarında yarar var.
Küresel belirsizlik ve gerginliğe doğru
ABD ve NATO’nun Afganistan’daki 20 yıllık varlığının bir
zafer ve umut olarak sunumu, geçtiğimiz ay geri çekilme kararının yürürlüğe
konmasıyla yerini, şaşkınlık ve hüsrana terk etmiş durumda.
Sadece Amerikan kamuoyunu değil, küresel kamuoyunu da
şaşkına çeviren bu beklenmedik gelişme, 2001 yılı Eylül ayında ‘terörle küresel
savaş’ kavramını gündeme taşıyan ve bunu istediği her yerde uygulayan ABD
yönetiminin şimdi ne yapacağı merak konusu.
ABD’nin modern zamanların en ciddi saldırısına maruz
kaldığı 2001 Eylül bombalamalarının ardından, ulusal güvenliğini küresel düzeye
çıkartan ve saldırıların sorumlusu olarak kabul edilen el-Kaide’nin üst yönetim
kadrosunu ortadan kaldırmak amacıyla, her yere nüfuz etme meşruiyetini elde
eden ABD’nin temel hedefi Afganistan’dı.
ABD’de yeni yönetimin Afganistan’dan çekilme kararı,
başta Güney Asya olmak üzere küresel barış adına olumlu bir gelişme olarak
adlandırılma ihtimali taşıyordu.
Bununla birlikte, söz konusu bu gelişmeden hasıl olacak
kazanımını Joe Biden yönetimi almaya hazırlanırken, beklenmedik bir şekilde
ortaya çıkan Taliban hegemonyası yirmi, yıllık ABD varlığının ne denli
başarısızlıklarla dolu olduğunun sembolik olarak gösteriyor olsa gerek.
Bu durum, aslında ABD’de değişen hükümetlere rağmen, 2001
saldırılarından hemen sonra kaleme alınan kapsamlı güvenlik raporunda, hiçbir
ABD güvenlik birimi sorumlu tutulmazken, “herkes sorumludur” denilerek aslında
ABD’nin yönetim olarak modern zamanların böylesine yıkıcı saldırısı öncesinde
ne denli hazırlıksız olduğunu açıkça ortaya koyuyordu.
Hiç kuşku yok ki, aradan geçen yirmi yılın ardından, ABD’nin
ve NATO’nun askerlerini çekmesinden günler sonra Taliban’ın, neredeyse bütün
Afganistan’da siyasi ve askeri egemenliği ele geçirmesinin kime nasıl bir
sorumluluk yükleyeceğini muhtemelen yakında ortaya konulacak benzeri bir
raporla öğrenmiş olacağız.
Afganistan’da yönetim kurulurken
Taliban ülkenin büyük bölümünde egemenliği ele
geçirirken, küresel kamuoyunun gözü hiç kuşku yok k, başından bu yana Kabil
havaalanında.
ABD ve NATO’nun çekilme kararının hemen sonrasında
Taliban’ın çeşitli bölgelerde egemenlik tesis ettiğini açıklaması karşısında
ABD yönetimi ve Afganistan konusunda uzman addedilen isimler, “Kabil
havalimanını kim kontrol ederse Afganistan’ı o kontrol eder” argümanıyla
gündemi belirlemeye çalışarak Taliban’ın egemenlik olgusunu dolaylı olarak
yadsıyorlardı.
Oysa, ABD’nin 20 yıl boyunca büyütüp beslediği Afganistan
ulusal ordusu ve yönetimi silahları indirmesi ile günler içerisinde başkent
Kabil ile havalimanı da Taliban’ın eline geçmiş oldu.
ABD askeri varlığının Kabil havalimanında yapabileceği
tek şey mevcut Amerikan vatandaşlarının ve ABD adına çalışmış bazı Afganlıların
mümkün olduğunca kazasız belâsız bölgeden uzaklaştırılmasıydı.
Bu girişim, akıllara Vietnam Savaşı’ndaki benzer tahliye operasyonu
getirirken, içten içe acaba ABD aynı hezimeti Kabil’de de mi yaşayacak sorusu
da elbette beraberinde geliyordu.
ABD’nin canını sıkan sadece söz konusu tahliye operasyonu
olmadığı, aynı zamanda ABD yönetiminin Kabil’i ve havalimanını ele geçiren ve
bugünlerde yeni hükümeti kurmakla meşgul Taliban yönetimini tanıyıp
tanımayacağı ve/ya ne tür bir ilişki geliştirileceği üzerine de odaklanıyor.
Başkan Joe Biden’e yöneltilen bu yöndeki soruya verdiği,
“Önümüzde daha uzun bir yol var” bağlamındaki cevap, açıkçası ortada koca bir
belirsizliğin olduğuna işaret ediyor. Biden’ın bu soruya muhatap olduğu gün
Taliban yönetiminin lider isimleri ilan edilirken, aralarında Birleşmiş
Milletler’in yaptırım uyguladığı Mohammad Hassan Akhud’un bulunması gayet
ilginç bir durum ortaya çıkarıyor.
Bu durum, sadece ABD’nin değil, çeşitli ülke
yönetimlerinin Afganistan’da hükümeti ilân etmeye hazırlanan Taliban’ın Hassan
Akhund liderliğiyle ne tür siyasal ilişki kuracaklarını açıkçası gayet sorunlu
bir hale getiriyor. Tıpkı 2001 saldırıları sonrasında oluşturulan küresel korku
ortamında “ya bizdensiniz, ya onlardan” söyleminin yeniden gelip gelmeyeceğini
ise önümüzdeki süreç gösterecektir.
İslam coğrafyası ve bitmeyen itham
9 Eylül 2001 tarihinde modern zamanların en önemli terör
hadisesi ABD topraklarında yaşanırken, bunun etkisini ve zararını en çok
Müslüman toplumlar gördü.
O günden bu yana maddi ve manevi olarak Müslüman toplumların
yaşadığı Irak ve Afganistan gibi topraklar ABD ve müttefiki güçlerin saldırı ve
işgaline konu olurken, sadece Batı’da değil, dünyanın farklı bölgelerinde hatta
kendi ana vatanlarında yaşayan Müslümanları hedef alan ve adına İslamifobi
denilen olgu ile neredeyse her gün yeni bir veçhesiyle yüzleşildi.
Küresel medyanın, başta Batılı olmak üzere çeşitli
coğrafyalardaki ülke yöneticilerinin gizli/açık Müslüman kitleler üzerinde
oluşturmaya çalıştıkları baskı ortamı söz konusu terör bağlamının uzantısı
olmak kadar, içinde belirsizlikleri de barındıran bu gelişmeden kendi ulusal ve
siyasal çıkarları için yararlanmak amacıyla bir imkân haline getirdiler.
Terör unsurlarıyla, kendinde inanç sahibini birbirine
karıştıran ve giderek daha çok belirsizlik üreten bu ortamda Müslümanların
savunmacı konumda olmaları bir başka varoluşsal durum olarak kendini ortaya
koyuyor.
Afganistan’daki gelişme karşısında başta, İslam İşbirliği
Teşkilatı (Organization of Islamic Cooperation-OIC) olmak üzere nüfuslarının
büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin nasıl tavır alacakları ise merak
konusu.
Geçtiğimiz on yıl zarfında Arap dünyasında yaşanan ve
başarısız siyasal değişim çabalarının ürettiği belirsizlik ve parçalanma
tecrübesinin ardından, Afganistan’daki gelişmenin benzer bir belirsizlik ve
bölünmeye yol açıp açmayacağı önemli.
Bu durum, Arap dünyasının on yılına mal olan gelişmelerin
ötesinde, genel itibarıyla Müslüman bireyleri ve onların inanç yapılarını hedef
alacak unsurları içinde barındırmasıyla, hem Müslüman toplumların kendileri, hem
de Batı başta olmak üzere dünya kamuoyunca yakından izlenecektir.
Bu çerçevede, özellikle Güneydoğu Asya’da İslam
dünyasının önemli bir bölümünü oluşturan Malay Müslüman toplumların duruşunu
yakından takip etmek gerekiyor.
Çeşitli sorunlarına karşın gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkeler statüsünde bulunan ve/ya bu hedeflere ulaşmak adına çaba sergileyen
Malezya ve Endonezya’da siyasi erk ve geniş kamuoyu Afganistan konusunda ve/ya
bu ülkedeki çeşitli unsurların varlığı dolayısıyla geçmişte yaşadığı
sıkıntıların benzerini yaşamak istemeyeceği aşikârdır.
Bununla birlikte,
Afganistan’daki mevcut belirsizlik kadar ilgili ülkelerdeki Müslüman
entelektüel çevreler, alimler, resmi kurum yetkilileri söz konusu bu durum
karşısında hem kendi ülkelerinde, hem geniş İslam dünyası çerçevesinde ortak
bir çaba sergilenmesi konusunda inisiyatifi alabilecek kapasitededirler.
Bugünden ortaya konulacak çabalar, yakın ve orta vadede
istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasını da engelleyeceği ümit edilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder