Mehmet Özay 10.09.2021
Okulların açılmasıyla birlikte, eğitim-öğretim sürecine doğrudan taraf olan ve olmayan çevrelerin görüşleri gündeme gelmeye başlar.
Söz konusu
görüşler, eğitim-öğretimin bizatihi niteliği üzerine uzman görüşlerine
başvurularak kurumsal yapı öne çıkartılır.
Bireyin ve toplumun eğitimi
Eğitim-öğretim
sürecinin (teaching-learning process)
yukarıda dikkat çekilen husustan çok daha geniş boyutları olduğunu, tekil
öğrenci ve öğretmen ilişkisinin yanı sıra, okulun dışında gayet geniş toplumsal
kesimleri içine aldığı hatırlanmalıdır.
Bu durum, bize
adına okullaşma (schooling) denilen
ve eğitim-öğretimin formel olarak uygulandığı kurumsal yapının önemi kadar, bu
önemden hareketle neyi, niçin öğretmek ve uygulamak gerektiği konusunda geniş
kapsamlı bir bakış açısının gündeme getirilmesinin zorunluluk arz etmektedir.
Aslında bu tam
da, eğitim-öğretimden beklenen/beklenmesi gereken husus olmasıyla dikkat
çekerken, kaçırılan bu imkânın bizi tamda modernleşme (modernization) tartışmalarının odağına getirip bıraktığını görürüz.
Ancak burada, kavramsal olarak modernleşmeye değinmeyeceğim…
Temelde
okulların açılmasıyla birlikte, eğitim-öğretimin ne olduğu ve ne olması
gerektiği; kimin ve nasıl eğitilmesi gerektiği; öğretim eyleminin amaçları;
öğrencilerin öğrendiklerinden hareketle neyi, niçin gündelik pratiklerinde
uygulamaları gerektiği; öğrenci kitlesinin ne tür gayeleri ve hedefleri olduğu gibi
bir dizi soru yine gündeme getirmek dinamik bir eğitim-öğretim faaliyeti için
kaçınılmazdır.
Böylesi bir
süreci, belki minik öğrencilerden, gençliğe yeni adım atmaya başlayan farklı
yaş gruplarından beklemek zorlama olabilir.
Ancak hiç değilse,
söz konusu bu öğrencilerin ebeveynlerinin, öğretmenlerinin başta geldiği;
bununla birlikte, toplumdaki istisnasız tüm fertlerin yukarıda dikkat çekilen
sorularla ve benzerleriyle karşılaşmasının, sağlıklı bir birey ve toplum inşası
için elzem olduğuna kuşku bulunmuyor.
Sınav normalleşmesi mi travması mı?
Bununla
birlikte, genel itibarıyla bakıldığında eğitim-öğretim süreçlerini daha ilk
sınıflardan başlayarak sınavlara endekslemek, eğitim-öğretimin temelleri
açısından işin daha baştan savsaklanmaya matuf bir yöne evrilmekte olduğuna
işaret ediyor.
Öyle ki,
okulların açılmasıyla birlikte onunla paralel giden, bir sınav sistemi ve bunun
oluşturduğu gizli/açık kurumsal yapılar ve uzantılarının eğitim-öğretim işinin
öğrenciler, veliler ve de okullardaki öğretmenler açısından hangi nedenlerle bu
işe girişildiğini sorgulatır olması gerekir.
Sınavları karanlık
bir tünele benzetirsek, tünelin sonunda bu sınav süreçlerine aday olan her
bireyi beklediği varsayılan veya herkesin ulaşmayı arzu ettiği cazibeli meslekler,
uzun-yorucu ve anlamlılığı gayet sorunlu süreçlerin sanki bir şekilde hazmedilebilir
bir durum olarak algılanmasına neden oluyor.
Peki, sınav
endeksli ve nihayetinde iyisi/kötüsü olmayan bir meslek sahibi olmak hedefiyle bir
tür anılmaya değmeyecek şekilde geçirilmiş ergin yaşların ardından, bu
bireylerin elde edecekleri bireysel değer/anlam (value/meaning), toplumsallık, toplumsal yarar gibi kavramlardan ne
elde ettiklerini düşünüyoruz acaba?
Eğitim-öğretimin paydaşları ve anlamlı
bütünlük
Eğitim öğretim
sürecinin giderek artan paydaşları (partners)
olduğu olgusu, bize sadece minikleri, genç bireyleri okul kapısına bırakmaktan
ibaret olmayan gayet önemli sorumluluklar yüklüyor.
Köşe başındaki
bakkal amcadan, kapı önündeki simitçiye; servis şoförü ve servis ablasından,
okul güvenliğine; kitap yayıncısından, öğretmenlere; belediye çalışanından
trafik polisine; şehrin en küçük idari biriminden, milli eğitim bakanına kadar
uzanan gayet uzun bir liste çıkartmak mümkün.
Bu listede yer
alan ve almayan çok farklı iş kolundan bireyler/çalışanlar ve bunların
süreçlere katılımı, eğitim ve öğretimin dört duvar arasına sıkıştırılamayacak
kadar geniş bir toplumsal çerçevede gerçekleştirilmekte olduğuna işaret
ediyor.
Miniklerin ve
genç bireylerin eğitim-öğretimdeki ve bunların içeriğindeki gayet önemli
olguları, isten/me/dik birer kitabi bilgi ve unutulmaya matuf gündelik haplara
dönüştürülen ‘enformasyon’dan (information)
ibaret olmadığı gerçeği görülmelidir. Eğitim ve öğretim bunun gayet ötesinde
bir eylem biçimidir.
Sabah yataktan
kalkıp, kahvaltı masasına oturmak; dişleri fırçalayıp, temiz ve düzenli bir
şekilde kıyafetini/üniformasını giyip evdeki bireylere ‘hayırlı günler’ dilemekle başlayan ve gün boyu yukarıda listede yer
alan meslek grupları, görevliler/yetkililer ile doğrudan veya dolaylı olarak
girilen uzun bir ilişki ve iletişim ağının tam da ortasına gönderilen
bireylerden bahsediyoruz.
Bu birbirinden
kopuk izlenimi veren oysa tam aksine, birbirine eklemlenmiş olan bireyler ve bu
bireylerin ürettiği eylemler bizler için, sadece bir eğitim-öğretim süreci
olarak değil, gündelik toplumsal yaşamı (social
life) anlamlı kılmanın yolları, imkânları, pratikleri olarak önem arz
etmektedir.
Şu soruyu sormak
gerekiyor: Acaba söz konusu bu eylemler zincirinde yer alan tüm bireysel
aktörlere, sadece işin formel eğitim bağlamının dışında yer almayan, aynı
zamanda ve en az bu grup kadar önem arz eden enformel eğitim içinde
değerlendirilmesi gereken çeşitli meslek gruplarındaki bireylere, eğitim ve
öğretim olgusundan bahsedebildik mi? Onları bu süreçten haberdar edebildik ve okullar
faaliyete geçmeden hazırlayabildik mi?
Daha minikleri,
genç bireyleri okul kapısına bırakmadan önce adı, unvanı, görevi, yaşı, kimliği
arasında nitelik olarak fark gözetilmeksizin söz konusu toplumsal eylemlerin
eyleyen kişiler olan bakkal amcaya, simitçi abiye, servis şoförlerine, servis
ablalarına, temizlikçilere, güvenlik görevlilerine, araba kullanan velilere,
öğrencilerin mahallelerinde/muhitlerinde muhatap oldukları her türünden esnafa
kısacası, geniş bir topluma eğitim/öğretimin içeriği, anlamı, toplumsal
sorunlara çözümü, örnek bir yaşamı, -pespembe mutluluk tablosu sunmasa bile-
kayda değer anlamlı bir gün geçirmeye dair ne tür bilgiler, öneriler, çözümler,
cevaplar, sorular ürettik ve bu süreçlere bu bireylerin katkılarının olması
gerektiğine, bunun kaçınılmaz bir zorunluluk arz ettiğini hatırlatabildik mi?
Benci/l/lik
Mikro sosyoloji
bağlamında konuyu ele almak ve bazı hususları gündeme getirmek mümkün
gözükmektedir.
Tüm toplumlarda,
bir ulus inşa etme projelerinin başında gelen eğitim-öğretim süreçlerinde
gizli/açık, anlık/sürekli (instant/constant)
çerçevesinde var olan, katılan, eşlik eden bireyler sadece kendi çocuklarının
okullaşması ile bu sürece tanık olurken öteki çocuklar/öğrenciler için, onların
varlıkları için acaba ne düşünmektedirler?
Bu noktada, yanı
başındaki komşusunun çocuğuna; sokağındaki-mahallesindeki ebeveynlerin
çocuklarına; okulda ebevenylikle (parenthood)
aynı konumda bulunduğu kişilerin çocuklarını gizli/açık ‘öteki’ (other) olarak değerlendirip
değerlendirmediği; apartman merdiveninde/asansöründe, otobüse/minibüse
binerken, trafikte karşıdan karşıya geçerken, okul bahçesinde sırada beklerken,
sınıfta oturacağı yeri belirlerken velhasıl, ‘ötekilerle’ paylaştığı tüm
alanlarda kendini öncelleyen bencillikle izah edilmeye matuf eylemleri nasıl
anlamak gerekiyor?
Toplumun çok
farklı kesimlerini bir araya getiren eğitim-öğretim sürecinin
öğretmenler-öğreticiler gibi öncü aktörlerinin varlığını pekiştiren ve anlamlı
kılan, eğitim-öğretim sürecini sürdürülebilir, somut çıktıları olan ve hayatı
sarıp sarmayan yönleri olduğunun fark edilmesi gerekiyor. Bu fark etme işinin,
bugünlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz bir şey olduğuna kuşku yok.
Bunu yaparken,
rasyonel düşünce yapısına sahip olduğu varsayılan her bir yetişkin bireyin
öz-eleştirel (self-critical) bir
tutum takınması, ortak iyinin ve doğrunun ortaya konmasında herkese yol
gösterici olacaktır. Bundan da hiç kuşku yok ki, en çok okullaşmanın öznesi
konumundaki öğrenciler istifade edecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder