Mehmet Özay 31.03.2022
Rusya’nın Ukrayna’yı istilâsı öncesi ve sonrasının karşılaştırılması, küresel sistemde bir dizi farklılaşmanın ortaya çıkmakta olduğunu ortaya koyuyor.
Bu noktada, Asya-Pasifik veya yeni adlandırmayla
Hint-Pasifik bölgesinde kendini tehdit altında hisseden ülkeler kadar, bölgenin
öne çıkan ülkeleri arasında ikili ilişkilerde yeni yapılanmalar dikkat çekiyor.
Bu çerçevede, bazı ülkeler kendilerini tehdit altında
hissettikleri güçler karşısında askeri ve güvenlik işbirliklerini geliştirmeye
yönelirken, bazıları da kendi aralarında çatışmacı eğilimleri engelleme çabası
sergiliyorlar.
Askeri güç ve korunma güdüsü
Batılı ülkelerin de kabul ettiği üzere, Rusya’nın temel
gücünü askeri yapılanmasından alan bir ülke olmasına rağmen, Ukrayna’ya diz
çöktürmek bir yana, bir askeri güç olarak maddi ve Ukrayna halkının vatanlarını
koruma gibi manevi direnişle karşılaşması, hiç kuşku yok ki, dünyanın farklı
bölgelerinde askeri güce dayalı yapılanmanın sorgulanmasını gündeme getiriyor.
Ortaya çıkan bu durum, Rusya’nın askeri gücünün sınırlı
olduğu anlamına gelmiyor. Ancak, nükleer dahil olmak üzere, var olan askeri
yapının bir ülke üzerinde kullanılabilirliğinin farklı nedenlerle
sınırlandırılabileceğini Doğu Avrupa krizi gayet açık bir şekilde ortaya
koyduğuna kuşku yok.
Bu noktada, Doğu Avrupa krizi, Soğuk Savaş Sonrası (post-Cold
War) döneminin sonu anlamına gelirken, söz konusu bu gelişmenin
Asya-Pasifik bölgesi için de, yepyeni jeo-politik ve jeo-stratejik
etkileşimlere kapı aralanmasına yol açmakta olduğu söylenebilir.
Doğu Avrupa’da gelişen kriz karşısında, Rusya ve Ukrayna
arasındaki barış görüşmelerinde mesafe alınmaya çalışılırken, ortaya çıkan
durumun sadece Avrupa ile sınırlı olmadığı görülüyor.
Ukrayna devlet başkanı Volodymyr Zelenskiy’nin, NATO
bünyesindeki ABD ve bazı öncü Avrupa ülkelerini ülkesine askeri yardım
yapmadıkları konusunda, artık süreklilik kazanmış olan eleştirisi, Asya-Pasifik
bölgesindeki ülkeler arasında büyük güçlerle ilişkilere giderek daha da
şüpheyle yaklaşılmasına yol açarken, aynı zamanda yeni stratejilerin gerekliliğine
işaret ediyor.
Bu çerçevede, Rusya’nın, uluslararası antlaşmaları ve
savaş ahlâkını göz ardı eden istila girişimi karşısında Asya-Pasifik bölgesinde
belirgin bir hareketlilik dikkat çekiyor.
Bu noktada, bölgenin özellikle son on yıllık dönemde öne
çıkan iki temel jeo-stratejik ve güvenlik alanları olan Güney Çin Denizi ve Tayvan
Boğazı sorununa taraf ülkelerle, genel itibarıyla Asya-Pasifik veya yeni adlandırmasıyla
Hint-Pasifik bölgesinde, ikili ilişkiler güncellenirken, aynı zamanda bazı yeni
askeri ve stratejik işbirlikleri ortaya konulmaya çalışıldığı gözleniyor.
Bu noktada, Asya-Pasifik’te Japon-Avustralya, Japonya-Hindistan
ve Çin-Hindistan görüşmeleriyle sürecin gizli/açık küresel bir boyutta
seyrettiğini ve genel itibarıyla Avrupa sathıyla sınırlı olmayan bir döneme
girildiğini ve tarafların, yeni bir küresel jeo-politik inşası peşinde
olduklarını söylemek mümkün.
Güney Çin Denizi
Çin yönetiminin, son on yıla yaklaşan süreçte, giderek
artan bir şekilde gündeme getirdiği Güney Çin Denizi’nde teritoryal egemenlik
iddiasından ASEAN bünyesinde birincil derecede etkilenen Vietnam, Filipinler
başta olmak üzere Bruney, Malezya ve bir ölçüde Endonezya ile Birlik’in
gelişmiş ekonomik gücü olarak beliren ancak, bir Ada ülkesi sıfatına sahip
Singapur güvenlik ilişkilerini yeniden gözden geçiriyorlar.
Bu noktada, yaşanan son birkaç gelişme gayet önem arz
ediyor. Bu çerçevede, geçtiğimiz Ocak ayında Japonya-Singapur görüşmelerinde,
Asya-Pasifik bölgesinde ‘uluslararası kurallar çerçevesinde’ barışın tesisi
kadar, bu yöndeki tehditlere karşı ortak hareket etme söylemi gündeme gelmişti.
Benzer bir işbirliği örneği 28 Mart’ta başlayan ve 8
Nisan’a kadar sürecek olan, ABD ve Filipinler ortak askeri tatbikatı ile
fiiliyata geçiriliyor. Bu gelişme, ABD başkanı Joe Biden’ın ağırlığı Doğu Avrupa
krizine verdiği süreçte, “Asya-Pasifik’te de varız” söylemini teyit edecek mahiyette.
ABD sabık başkan Donald Trump döneminde gerginleşen
ABD-Filipinler ilişkilerinin uzun bir aradan sonra yeniden yakınlaştığının
işareti olarak kabul edilebilecek bu deniz ve hava kuvvetlerinin katılımıyla ve
gerçek silahlarla gerçekleşen bu tatbikatla, Çin’in siyasal ve askeri baskısını
yakından hisseden Filipinler’in savunması kadar, olası bir Tayvan işgali
açısından da ortak hareket kabiliyetinin geliştirilmesi hedefleniyor.
Tayvan Boğazı
Tayvan Boğazı’nda ise, Çin devleti kendine bağlı ancak,
‘asi’ bir eyalet olarak tanımladığı Tayvan ile karşılıklı restleşmeler gündemde
yer almaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler’de temsil edilmemekle birlikte,
de facto bir devlet hüviyetindeki Tayvan, kendine özgü bu siyasal egemen
konumundan vazgeçme niyetinde değil.
İki güç arasında söz düellosunun ötesinde özellikle,
Çin’in donanma ve hava kuvvetleri marifetiyle tahrik edici girişimleri Tayvan
tarafından anında tepkilerle savuşturuluyor. Bu noktada, Tayvan hiç kuşku yok
ki, en önemli desteği ABD’nin bölgede askeri hamilik görevinde bulunduğu
söylenebilecek Pasifik Donanması’ndan alıyor.
Buna ilâve olarak, Çin’in egemenlik iddiasını ve
çatışmacı yönelimini dengeleme adına, ABD ile özellikle son olarak sabık başkan
Donald Trump döneminde imzalanan ikili antlaşmalarla, Tayvan askeri destek
almaya devam ediyor.
Tayvan, özellikle son kırk yılda ortaya koyduğu ekonomik
modernleşme ve refah toplumu süreçlerine paralel olarak demokratikleşme, sivil
toplum gibi Batılı liberal değerlere bağlılıktan ferâgat etmeyeceği yönündeki
açıklamaları ile bölgesel ve uluslararası ilişkilerde durduğu yeri açık ve net
olarak ortaya koyuyor.
Japonya ve ittifak çabaları
Japonya’nın Avustralya ve Hindistan’la yaptığı
görüşmeler, dışişleri ve savunma bakanlıkları da yapmış olan tecrübeli
politikacı başbakan Kishida Fumio’nun, aynı/benzer değerlere sahip ülkelerle
işbirliğini geliştireceği yönündeki açıklamalarını teyit ediyor.
Bu noktada, Japonya ve Avustralya arasında 6 Ocak 2022
tarihinde imzalanan, ‘savunma ve güvenlik işbirliği’ çerçevesinde “Karşılıklı
Erişim Antlaşması” (Reciprocal Access
Agreement-RAA) hiç kuşku yok ki, Hint-Pasifik
bölgesinin bu iki ülkesinin gelişmeleri değerlendirme konusundaki öne
çıkışlarının bir ifadesiydi.
Bu anlaşma ile taraflar Çin’in yayılmacı söylemlerine ve
eylemlerine karşı caydırıcı nitelikte olduğunu söyledikleri bu girişimi geçen
yıl gündeme gelen Quad ve Aukus girişimlerinin bir devamı olarak
değerlendirmek mümkün. RAA ile bölgede kendilerini doğrudan tehdit altında
hisseden iki ülkesi arasında savunma ve güvenlik işbirliği noktasındaki
yakınlaşma özellikle, Japonya gibi askeri gücü sınırlandırılmış bir ülke için
oldukça önemli bir girişim anlamı taşıyor.
Bu işbirliğini, Japonya’nın, hipersonik silahlara sahip
olunacağı yönünde 2020 yılında yapılan açıklama ile birlikte düşünmek mümkün.
Hint-Pasifik bölgesinde ABD, Avustralya, Rusya, Hindistan, Çin ve Kuzey
Kore’nin sahip olduğu bu tür silahları Japonya’da geliştirilmesinde ABD’nin
yanı sıra, Avustralya ile de işbirliği önemli bir yer tutacaktır.
Japonya’nın, söz konusu askeri yapılaşmasında Rusya’nın
da hedef olduğunu söylemek mümkün. Öyle ki, Doğu Avrupa krizinin baş
göstermesiyle, Japonya-Rusya arasındaki adalar krizi de güncellenmiş oldu.
Bu noktada, 2. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Rusya
tarafından işgal edilen Kuzey Bölgeleri veya Rusya tarafından Güney Kuril
olarak adlandırılan bölgesi hakkında başbakan Kishida, “egemenlik iddiasını”
yüksek sesle dile getirirken bölgenin Rusya’nın “işgali” olarak tanımlaması
dikkat çekiyor.
Japonya başbakanı Kishida Fumio, Hindistan başbakanı
Narendra Modi’yi ağırladı. Görüşme Hint-Pasifik bölgesinde geçtiğimiz yıl ABD
ile Quad bağlamında aynı platformda yer alan iki ülke yetkililerinin bir
araya gelmesi bölgesel istikrarın tesisi açısından önem taşıyor.
Çin’den Hindistan ziyareti
Doğu Avrupa krizinin tetiklediği bir diğer önemli gelişme
hiç kuşku yok ki, Çin-Hindistan görüşmeleri oldu. Çin tarafının talebi üzerine,
Çin dışişleri bakanı Wang Yi’nin 25 Mart’ta Hindistan’a yaptığı resmi ziyarette
mevkidaşı Subrahmanyam Jaishankar ile görüştü.
Rusya’ya karşı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde
ABD ve NATO ülkelerinin yaptırımları karşısında bu iki ülkenin tarafsız
kalmasının doğurduğu benzerliğin ziyareti tetikleyen bir unsur olduğu
düşünülebilir. Bu durum, her iki ülkenin, Asya-Pasifik bölgesinde ABD
karşısında giderek yakınlaşabileceği beklentisini akla getiriyor.
Bu noktada, son dönemde çatışmacı eğilimlerin güçlendiği
gözlenen Çin-Hindistan ilişkilerinde sorunların çözümüne yönelik bir yaklaşımın
görüşmelerde ortaya konması dikkat çekicidir. Her ne kadar, küresel basına daha
çok Himalayalar bölgesinde Ladakh’ın doğusundaki sınır çatışmaları ile yansıyan
iki ülke ilişkilerinin, Hint Okyanusu’nu da içine alan boyutu göz ardı
edilemeyecek bir öneme sahip.
Öyle ki, Çin’in yeni Deniz İpek Yolu projesi çerçevesinde
Hint Okyanusu’nun bir ucundan diğerine yani, bir yandan Myanmar’ın batı eyaleti
Rakhine’de ve Pakistan’ın Basra Körfezi’ne bakan limanı Gawadar Limanı’nda öte
yandan, Doğu Afrika’da Cibuti’de ortaya koyduğu sivil ve askeri yapılanmalar
Hindistan’ı çevreleyen stratejik yatırımlar olarak dikkat çekiyor.
Söz konusu bu ziyaret, 2020 yılında Çin’in Himalayalar
bölgesinde askeri yayılmacı süreci çerçevesinde yaşanan çatışmaların ardından
ilk doğrudan görüşme olmasıyla dikkat çekiyor.
Hindistan tarafı iki ülke ilişkilerinin normalleşmesinin
Çin’in bu yayılmacı eylemlerine son vermesiyle bağlantılı olduğunu açıklaması
gayet önemliydi. Görüşmelerin temel hedefinde, sınır sorununun çözümü konusunda
süreci hızlandırmanın bulunması, iki ülke ilişkilerinde mesafe kat edilmesi anlamı
taşıyor.
Doğu Avrupa’da, Soğuk Savaş Sonrası dönemi bitiren Rusya’nın
Ukrayna işgali sadece, Avrupa’da veya Atlantik bölgesinde NATO gücünün yeniden
inşasına yol açmakla kalmıyor. Rusya işgali öncesinde küresel gündemi
belirleyen Asya-Pasifik bölgesinde de özellikle, askeri ve güvenlik noktasında ikili
ilişkilerde yeni gelişmeler dikkat çekiyor.
Güney Çin Denizi ve Tayvan Boğazı merkezli yaşanan
gerilimli süreç, bugün geniş Hint-Pasifik bölgesini kaplayacak boyuta ulaşmış gözüküyor.
Bu çerçevede, ilgili ülkeler arasındaki ittifak süreçlerindeki yeni güvenlik ve
askeri işbirlikleri bölgenin aynı zamanda silahlanmasının ivme kazanmakta
olduğunu da ortaya koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder