Mehmet Özay 03.03.2022
Doğu Asya’nın önemli ülkelerinden Güney Kore’de 9 Mart’ta yapılacak 8. başkanlık seçimlerine hazırlanıyor. 15 Şubat’ta başlayan seçim kampanyasında son haftaya girilirken, gelecek beş yılda ülkeyi yönetmeye aday partiler ve temsilcileri seçmenlere programlarını tanıtma hedefinde.
Dört başkan adayı yani, halen iktidardaki Demokratik
Parti’den (Democratic Party of Korea-DPK) Lee Jae-myung; muhalefetteki muhafazakâr
Halk Gücü Partisi (People Power Party) lideri eski başsavcı Yoon
Suk-yeol; Halk Partisi’nden bilişim alanındaki zenginlerden Ahn Cheol-soo ile
Adalet Partisi’nden Sim Sang-jung başkanlık için yarışacak.
Liberal eğilimlere sahip Demokrat Parti’nin adayı Lee, Geonggi
şehri eski valisi ve pandemi döneminde ilk doğrudan maddi yardım sağlayan vali
olarak biliniyor. Öte yandan, adı bazı kamu projelerindeki yolsuzlukla anılıyor.
Aktif politikada yeni bir isim olan Yoon ise, sabık devlet başkanı Park
Geun-hye’nın yolsuzluk davasında ortaya koyduğu mücadelenin yanı sıra, Kuzey
Kore politikasında sertlik yanlısı olmasıyla tanınıyor.
Öte yandan, seçimin iki güçlü adayı kabul edilen Lee ve
Yoon’un birbirlerine yönelttikleri yolsuzluk suçlamaları, “kötünün iyisinin”
seçileceği şeklinde yorumların yapılmasına neden oluyor. Bu çerçevede, seçimin birbirlerine
yakın oy oranlarına sahip bu iki aday arasında geçeceğini söylemek mümkün.
Bununla birlikte, seçimi kim kazanırsa kazansın, ekonomi
politikalarında büyük bir değişiklik beklenmiyor. Öte yandan, siyasi
partilerdeki yapısal sorunlar, pandemi ve küresel belirsizlik gibi faktörler, seçimin
heyecansız geçeceği yorumlarına neden oluyor. Ocak ayında yapılan kamuoyu
yoklamalarında siyasi partilere yönelik desteğin yüzde 39 barajında kaldığı
dikkate alındığında seçmenin siyasal partilere olan güven eksikliği dikkat
çekiyor.
‘Park’ sonrası siyaset
2016 yılında dönemin devlet başkanı Park Geun-hye
hakkında açıdan yolsuzluk davası sonrasında, 2017 yılında görevden alınmıştı.
Ardından yapılan erken seçimde, devlet başkanlığı koltuğuna Demokrat Parti’den Moon Jae-in geçmiş ve 2020
yılında yapılan ve bir anlamda hükümetin pandemiyle mücadelesinin de oylanması
anlamına gelen parlamento seçimlerini iktidar partisi kazanmıştı.
Bu çerçevede, 9 Mart’ta yapılacak seçimler, sabık
devlet başkanı Park’ın içinde aktör olarak yer aldığı yolsuzluk hadisesi ve iki
yılı aşkın pandemi gerçekliği gölgesinde yapılıyor olması iki açıdan dikkat
çekiyor.
Geçen beş yıllık süre zarfında devlet başkanı Moon Jae-in
gerek pandemiyle mücadele ve ekonominin yeniden canlandırılmasında gerekse,
Kuzey Kore başta olmak üzere bölgesel politikalarda başarılı kabul edilebilecek
bir performans sergilediği söylenebilir.
Kuzey Kore’nin füze denemeleriyle ortaya koyduğu
tehditler karşısında, ABD desteğinde Üst Düzey Hava Savunma Sistemlerinin (Terminal
High Altitude Area Defense-THAAD) kurulması kararını verirken, aynı zamanda Kuzey
Kore devlet başkanı Kim Jong-un ile 2018 yılında yüz yüze görüşme
gerçekleştirdi.
Başkan Moon bir yandan, ülkenin ulusal savunmasını
güçlendirirken, aynı zamanda özellikle 2007 yılında sonra ilk görüşmelere konu
olan ve Kore Yarımadası’nda barışa kapı aralayacak girişimlerde bulunması gayet
önemliydi.
Bununla birlikte, Moon’un başarısının mensubu
bulunduğu Demokrat Parti’nin doğrudan başarılı olacağı anlamına gelmiyor. Bu
nedenle, gerek mevcut adaylar ve gerekse seçmenler için gayet önemli bir seçim
olduğunu söylemek mümkün.
Başkan adaylarının gerek kendileri gerekse aileleriyle
ilgili veriler yolsuzluk söylemlerinin bitip tükenmeyen nitelik taşıdığı ve bu
anlamda neredeyse yapısal bir özellik taşıdığını söylemeye zorluyor.
Kovid’li yaşam
2020 yılında yapılan parlamento seçimleri kovid-19’un tam
da gölgesinde gerçekleşmiş ve dönemin hükümetinin aldığı tedbirlerin sonuç
vermesi seçimlerde de bir başarı olarak yansımıştı.
Pandeminin etkisini yitirmek yerine, varyantlarıyla
gündemi yeniden oluştursa da, Güney Korelilerin bu yeni ‘normalle’ yaşamayı
öğrendiklerini söylemek mümkün. Özellikle, küresel ekonominin atar
damarlarından birini oluşturan Güney Kore’nin uzun süreli kapanmalar yerine,
diğer tedbirlerle süreci yürütmesi bu anlamda, halen bir başarı olarak
değerlendirilmeyi hak ediyor.
Ancak, son iki yılı aşkın süredir etkisini gösteren ve
son birkaç aydır bölgenin diğer ülkeleri gibi Güney Kore’de de vaka
sayılarındaki önemli artışa rağmen, yaşamın devam ettiğine tanık olunuyor.
Seçmen kitlesinin ilgi alanını da, özellikle ekonomik dar
boğaz, konut fiyatlarındaki artış ve kovid-19’la mücadele ilk sıralarda yer
alıyor.
Siyasal partiler krizi
Ülke siyasal rejiimi, ilk serbest seçimlerin yapıldığı 1987
yılından bu yana, ABD örneğinde bir demokrasiyi benimsemiş gözükse de, siyasal
partilerin yapısal anlamda etkin olamaması, siyasetin liderlerin şahsi
özellikleri etrafında belirlenmesine neden oluyor.
Öte yandan, iş ekonomiye geldiğinde, devletin önemli bir
ağırlığı bulunuyor. Bu durumu, ulus-devletleşme sürecinde ve özellikle de, Kore
Savaşı gibi bir dönüm noktasında Batı ve dikkat çekici bir şekilde ABD ile
yakınlaşmada bulmak mümkün.
Bunun yanı sıra, özel sektör eğilimli klasik bir liberal
ekonomiden ziyade devletin belirleyici olmasında bölgenin kendi tarihsel ve
kültürel geçmişinin belirleyiciliği olduğu ortada. Bu ekonomik yapının ne özel
sektör ne de geniş toplum kitleleri tarafından yadsınmaması hiç kuşku yok ki,
genel bir konsensüsün oluştuğunun açık bir kanıtıdır.
Ülkede güç odakları siyasi partiler ve bu partilerle şu
veya bu şekilde ilintili olan yerleşik dev aile şirketlerinden (chaebol)
oluşuyor dersek abartmış olmayız. Kovid-19 sürecinde ekonominin önemli yara
alması, ana dalganın ardından ekonomik süreçlerin yeniden canlanması plânlanırken,
bu sefer omicron’un ortaya çıkması hiç kuşku yok ki, hem yönetim çevrelerini
hem de halk arasında belirsizlikleri beraberinde getiriyor.
Bununla birlikte, son beş yılı aşkın süredir ABD-Çin
arasında yaşanan ticaret savaşlarının, Güney Kore’ye olumsuz yansıdığına şüphe
yok. Ancak Güney Kore’nin hem ABD hem de Çin’le serbest ticaret anlaşmasına
sahip olması alternatif ekonomi politikalarının uygulanmasına el verdiği de
ortada.
Hem kovid-19 sonrası ekonomiyi yeniden canlandırma hem de,
küresel rekabette bulunduğu konumu güçlendirme ve devam ettirme arzusundaki
Güney Kore’de yönetim, geçtiğimiz Temmuz ayında 190 milyar Dolarlık “2. Kore
Kalkınma Hamlesi” diyebileceğimiz kapsamlı yatırım programı yapacağını duyurdu.
1980’lerden itibaren adını Asya Kaplanları (Asian
Dragons) arasında gördüğümüz, sanayileşme ve ekonomik modernleşme
süreçlerinde istikrarlı bir gelişme kaydeden Güney Kore, dünya çapında benzer
ülkelerle arasında var olan rekabetçi ortamda geri kalmak istemiyor. Söz konusu
bu yeni kalkınma hamlesiyle de eğitim, yeşil teknolojiler, bilimsel
araştırmalar gibi ekonominin alt yapısını oluşturan sektörlere önemli
yatırımlar düşünüyor.
Makro ekonomik büyümede bu alt yapı çalışmalarının
dışında ülke kalkınmasındaki rolleri kadar, yolsuzluklara da konu olmasıyla
tanınan aile şirketlerinin etkili olmaya devam ediyor. Her ne kadar bu
şirketlerin yönetim çevreleri ve siyaset dünyası arasındaki ilişkilerin yeniden
düzenlenmesi gündeme gelse de, bunun öyle kolay kolay halledilebilecek bir konu
olmadığı da gündeme getiriliyor.
Bölgesel ve küresel ilişkiler
Güney Kore seçimleri hem bölgesel hem de küresel
gelişmeleri de yakından ilgilendiriyor. Başta Kore Yarımadası’nda değişen
tehdit grafiği ile Kuzey Kore’nin varlığı; Çin ve ABD arasında henüz sonuçlandırılmamış
ticaret savaşları ve bunun Güney Çin Denizi ve Tayvan meselelerinde tahribi
yüksek bir çatışma ortamı olasılığı kadar pandemi dönemi sonrası küresel
ekonomide başta Kuzey Amerika ve Avrupa Birliği ile olan ilişkiler noktasında
dikkat çekiyor.
Bölgesel bir güç olma amacı taşımayan veya böylesi bir
hedef için agresif politikalar geliştirme yönelimine sahip olmayan Güney Kore,
kendi iç öğrenimi ve tecrübeleriyle imalât sanayi ve ağır sanayide geldiği
konumla önemli bir ekonomik güç olmayı başarmış bir ülke.
Bu durum, ülkenin aslında aynı zamanda önemli bir
sorununu teşkil ediyor. Yani, elde edilen bu ekonomik ve kalkınmışlık düzeyinin
formülünü bozmayacak politikalarla mevcut durumu sürdürmek temel hedef olarak
görülüyor.
Bununla birlikte, maddi kalkınmanın getirdiği toplumsal
sorunların varlığına rağmen, bu konuda devletin veya özel sektörün belirleyici
politikalar sunduklarını söylemek güç. Eğitim sistemi, toplumsal eşitsizlik,
çalışan kesimlerin yaşam standardı gibi olgular yakın geçmişte olduğu gibi bu
seçimde de gündemin arka sıralarında yer alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder