Mehmet Özay 25.03.2022
Doğu Avrupa krizi, ABD başkanı Joe Biden’ın Avrupa’ya yaptığı ziyaret ile yeni bir evreye taşınıyor.
Başkan Biden’ın temasları başta Brüksel’de NATO üye
ülkeleri ile gelişmiş yedi ülke (G-7) liderleri ile bulaşması ve Polonya’yı
ziyareti Batılı ülkelerin ittifak bloğunu sağlamlaştırma adımı olarak
yorumlanmaya değer bir görünüm arz ediyor.
Bu durum, sadece fiili savaş durumunun yaşandığı
Ukrayna’da yönetime ve halka moral, teknik ve askeri destekleri ortaya koymakla
kalmayacağı, Soğuk Savaş sonrasına (post-Cold War) geçildiği ifade
edilen dönemi belirleyici kararların alınmakta olduğunu ortaya koyuyor. Başkan
Biden’ın görüşmeleriyle şekillenen sürecin, Rusya devlet başkanı Vladimir
Putin’in nasıl karşılık vereceğine ise önümüzdeki süreçte tanık olacağız.
Avrupa’da bu gelişmeler yaşanırken, -önümüzdeki günlerde
değineceğim- Asya-Pasifik’te Japonya-Hindistan ve Çin-Hindistan görüşmeleriyle
sürecin gizli/açık küresel bir boyutta seyrettiği ve Avrupa sathıyla sınırlı
olmayan bir döneme girildiğini ve tarafların yeni bir küresel jeo-politik
inşası peşinde olduklarına kuşku yok.
ABD’den toparlayıcılık rolü
Başkan Biden’dan önce başta dışişleri Bakanı Anthony
Blinken olmak üzere bazı üst düzey bürokratları, Avrupa’ya göndermesi stratejik
bir sürecin ortada olduğunu gösteriyor. Bu ziyaretler, Atlantik sathında
ittifakın yeni bir kolektif güç evresine doğru ilerlediği şeklinde
yorumlanıyor.
Bununla birlikte, Rusya’nın Ukrayna istilasında
karşılaştığı teknik ve maddi zorlukların ötesinde ve karşısında abartmadan
söylemek gerekirse, dimdik bir Ukrayna devleti ve halkı olduğu anlaşılıyor.
Ukrayna’da çeşitli mühimmat ve teknik yardım yapıldığı gerçeğine karşın,
Ukrayna devlet başkanı Volodymyr Zelenskiy’nin, NATO’yu ve AB’yi itham edici
çıkışlarına devam ettiği de bir o kadar gerçek.
Bu durum, ortada bir çelişkinin olup olmadığını
sorgulamayı gerektiriyor. Bir yandan NATO kendi iç bünyesinde, ‘yeniden doğuş’un
izlerini taşırken, savaşın tüm yıkıcılığı ile Ukrayna topraklarında devam edişi
hiç kuşku yok ki, bazı şüpheleri de beraberinde getiriyor.
Savaşın nereye evrileceği meçhul!
Ortada konvansiyonel bir savaş ortamının olmadığı aksine,
içinde kimyasal, nükleer ve siber alanlarında bulunduğu kapsamlı bir saldırı
var. Ve Rusya’nın ortaya koyduğu bu tehdidin boyutunun gerilemesi konusunda da
herhangi bir emare ortada gözükmüyor.
NATO, aktif savaşın başlaması öncesinde ve özellikle de,
bugün başkan Biden’in ziyaretlerinde ve başkanlık ettiği toplantılarda tanık
olunduğu üzere, “kollektif savunma” ilkesi üzerinde dururken, birliğe üye
olmayan Ukrayna’da aktif bir girişimde bulun/a/mıyor.
Zelenskiy’nin çağrılarına yeterli karşılığı vermeyen NATO’nun,
geçtiğimiz aylarda Rusya’nın eleştirilerine rağmen, sorunun bir istila
girişimine varabileceğini kestirememiş olması veya gelişmeleri bilerek
tetiklediği konusu hâlâ tartışmalarda yer alıyor.
Öte yandan, Batı ve AB’nin bugüne kadarki söylem ve icraatlarının
önemli bir bölümü, Rusya’nın olası genişlemeci siyasetine dur deme çabası
kadar, belki de ondan da öte, Kıta Avrupası’nın enerji kanallarının güvenliğine
ve sürdürülebilirliğine konuşlanmış durumda.
Devlet başkanı Zelenskiy’nin ısrarla tekrarladığı Ukrayna
hava sahasının uluslararası uçuşlara kapatılması çağrısı, ABD Kongresi’ne ile
sanal ortamda yapılan toplantıda, 2. Dünya Savaşı günleriyle bir analoji kurarak
Başkan Biden’ı, “dünya lideri” olarak adlandırması; Rusya’nın hedefinde sırada,
eski Doğu Bloku ile İskandinav ülkeleri olduğu iddiasına rağmen, NATO aktif bir
saldırı sürecine girişmiş değil.
Bu durumda Ukrayna’nın, NATO üyesi bir ülke olmamasının
doğurduğu teknik zorluklar anlaşılabilir. Adına uluslararası hukuk denilen
olgunun ihlâli gerekçesiyle, Ukrayna’nın yanında ve arkasında savaşa
girilmesinin, NATO yönetimi tarafından ciddi ve geçerli bir seçenek olarak
masada bulunmamasına neden oluyor.
Yeni bir savunma stratejisi olarak ekonomik yaptırımlar
Rusya karşısında ABD ve AB ülkelerinin başvurdukları en
etkin çözümün ekonomik ve siyasal yaptırımlar olurken, ekonominin sadece
yıldırıcı işlevini yerine getirmekle kalmayıp, Rusya çapında bir ülkeyi dize
getirme örneğinde olduğu gibi, böylesine büyük bir boyutta olmasından
hareketle, yeni bir savaş enstrümanı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
ABD ve NATO’nun aktif savaş ortamına girmekten
kaçınmasının, bazı yorumlarda dikkat çekildiği üzere, Ukrayna’nın Batı
tarafından tuzağa düşürüldüğü şeklinde anlaşılmaya elveriyor. Bunun niye
yapıldığı, bir başka ifadeyle, ABD’nin bundan kastının ne olduğunu çıkarsamak
ise, bakış açılarına bağlı olarak değişkenlik gösteriyor.
Ortada ABD’den ziyade, Atlantik özelinde bölgesel bir güç
olan NATO’nun varlığı dikkat çekiyor. Geçenlerde kaleme aldığımız yazıda da
dile getirdiğimiz üzere, Biden yönetiminin sabık başkan Barack Obama dönemi
politikalarını devr alarak, Afganistan’dan çekilme kararının doğurduğu sonuç, sadece
bir imaj kaybı değil.
Başka Biden, Afganistan topraklarında demokratik bir
sistem kurma amacı taşımadıklarını gizli/açık ortaya koysa da, Afganistan
topraklarında yaşayan milyonlarca insanın maruz kaldığı siyasi ve ekonomik terk
edilmişlik duygusunu doğuran son yirmi yıl orada varlık süren NATO oldu.
Bir diğer husus, Afganistan’dan çekilmek suretiyle, Batı
Asya-Orta Asya jeo-politik ve jeo-stratejik gelişmelerinde ABD’nin
oynayabileceği rolün de, ne kadar onarılabileceği belirsiz bir durumun ortaya
çıkmasıdır.
Bu noktada, Doğu Avrupa krizi üzerinden, NATO’nun yeniden
yapılandırılmaya çalışılması hedeflerden biri olarak dikkat çekiyor.
Demokrasi ve diktatoryal rejimler karşıtlığı
Bunun dışında, Biden’in savaş öncesinden başlayarak ve giderek
daha çok dile getirdiği üzere, dünyanın demokratik ülkeler-diktatör yapılar
veya bir başka deyişle iyi-kötü dikotomisiyle tanımlanacak, yeni bir
jeo-politik evren tanımlaması dikkat çekiyor.
NATO demokratik ülkeler yani iyiler grubunu, Rusya ve
başta Çin olmak üzere onun yanında yer alan ülkeler diktatör-kötüler grubunu
temsil ediyor.
Doğu Avrupa’da yaşanan kriz üzerinden, son birkaç aydır,
Soğuk Savaş sonrası dönemin sona erdiğinin ilân edildiğine tanık olduğumuz gelişmeler,
bize aynı zamanda jeo-politik ve jeo-stratejik yenilenmelerin de ortaya
çıkacağını akla getiriyor.
Ukrayna örneğinde tanık olunduğu üzere, şu ana kadar ABD
ve NATO doğrudan sahada yer alma yönünde bir istek ve hazırlık içerisinde
değil. Ukrayna’ya sağlanan teknik ve askeri destekle Rusya’yı durdurma çabası
arzu edilen sonucu verdiği taktirde, hiç kuşku yok ki, kazanan tarafın Batı ve
Batı’nın temsil ettiği politik-ekonomi sistemi olacağına kuşku yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder