Mehmet Özay 02.04.2022
Singapur başbakanı Lee Hsien Loong, 26 Mart-2 Nisan günleri arasında ABD’ye resmi ziyarette bulundu. Söz konusu bu ziyaretin, iki ülke arasındaki ilişkilerinin ötesinde bir anlam taşıdığını söylemek gerekiyor.
Lee Hsien’in bu
ziyareti, geçtiğimiz Ağustos ayında ABD başkan yardımcısı Kamala Harris’in
Singapur ziyaretine cevabi bir anlam taşırken, ziyaretlerin sadece iki ülke
ilişkileri açısından değerlendirilemeyecek boyutları olduğunu söylemek
gerekiyor.
Bu noktada,
özellikle, Doğu Avrupa’daki krizle doğrudan bağlantılı olarak, Asya-Pasifik
özelinde, bölgesel ve küresel gelişmelerin ele alındığı toplantılarda, Başbakan
Lee Hsien’ın, ABD başkanı Joe Biden ve yardımcısı Kamala Harris ile ayrı ayrı
görüşmeler yapması gayet önemliydi.
Görüşmelerin iki temel odağı
Görüşmelerin
odağında iki temel husus bulunuyor. İlki, Singapur’un ekonomik ve siyasi
varlığının ve genel itibarıyla ulusal güvenliğinin, Doğu Avrupa kriziyle oluşan
mevcut durumda ve önümüzdeki dönemde istenmeyen ancak, olası diğer bazı
gelişmeler çerçevesinde olumsuz etkilenebileceği konusudur.
İkincisi ise,
Doğu Avrupa krizinden bağımsız olarak Asya-Pasifik bölgesinde var olan
potansiyel çatışma ortamının kontrol edilebilir bir düzeye taşınması noktasında
ABD ve Çin arasında kurumsal işbirliğinin sağlanmasıdır.
Başbakan Lee
Hsien’un Washington ziyaretinin de ortaya koyduğu üzere, burada dikkat
çekilmesi gereken husus, Singapur’un her iki gelişme karşısında bölgede siyasi
bir aktör olarak öne çıkıyor oluşudur.
Temelde bu
ziyaret ve başbakan Lee Hsien’ın, Başkan Biden ve başkan yardımcısı Haris
tarafından kabulü ile liderler arasındaki görüşmelerin boyutlarının, pek çok
kişi tarafından, -hatalı bir şekilde-, sadece küçük bir Ada ülkesi olarak
değerlendirilen Singapur’un, ABD açısından ne denli önemli olduğunu ortaya
koyması açısından gayet dikkat çekicidir.
Bu noktada,
Singapur’u küçük bir Ada ülkesiyle değerlendirmemek, aksine, kurucu ve
sürdürülebilir bir siyaset yapıcısı ve ekonomik kalkınmanın başat bir aktörü ve
abartma olmadan söylersek bölgedeki beyinlerinden biri olması gayet önemlidir.
Küresel sistem ve Singapur
Asya-Pasifik bölgesel
güvenlik olgusu çerçevesinde, bazı çevreler tarafından Singapur edilgen bir
konumda görülebilir. Ancak gelişmiş ekonomisi, küresel ekonomi sisteminin
Güneydoğu Asya’daki temsilcisi olarak uluslarüstü şirketlere yaptığı ev
sahipliği, vb. gibi özellikleri hiç kuşku yok ki, Ada ülkesini hem ABD nezdinde
hem de genel itibarıyla Batı için önemli kılıyor.
Bunun yanı sıra,
Çin’in son kırk yılda tedrici olarak gerçekleştirdiği ekonomik
modernleşmesinde, Singapur’un kurucu başbakanı Lee Kuan Yew’un önemli katkısı ve
bu sürecin devam ediyor oluşu dikkate alındığında, bugün ABD’nin bölge ülkeleri
arasında Çin’le ilişkilerin yapılandırılmasında Singapur gibi önemli bir aktöre
duyduğu ihtiyaç göz ardı edilemez.
Bu yakın geçmiş
ve günümüzde yaşanmakta olan siyasal gerçekliklere bakıldığında, hiç kuşku yok
ki, Singapur’un Güneydoğu Asya topraklarında küçük bir Ada ülkesi olmasıyla
ters orantılı olarak, sahip olduğu ekonomik ve siyasal gücün ve bunun ABD
tarafından ne denli önemsendiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Özellikle, Doğu
Avrupa krizi bağlamında ABD’nin yaklaşık son altı aydır sürekli gündeme
taşıdığı uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş kuralların ve normların sürdürülebilirliğine
yaptığı vurguda, Güneydoğu Asya bölgesindeki paydaşlardan biri ve belki de en
önemlisi hiç kuşku yok ki, Singapur’dur.
Bu noktada,
Singapur siyasi eliti Rusya’nın Ukrayna’yı istilasından bu yana, hem kendi
ülkelerini hem de Güneydoğu Asya üzerinde gelişebilecek benzeri senaryolar
üzerinde durdukları görülüyor.
Bu durumda, Singapurluların
Ukrayna’nın maruz kaldığı işgal ve istila karşısında bir analoji kurarak, Güneydoğu
Asya bölgesini istikrarsızlaştırmaya yönelik olası bir gelişmenin önüne geçme
noktasında çeşitli girişimlerde bulundukları bir sır değil.
ABD algısı ve eleştiri
Başbakan Lee
Hsien’ın görüşmeler sırasında, Rusya’ya yönelik eleştirilerinin ardında, gözü
kapalı bir ABD taraftarlığı yapmadığını değil, bunun ardında bölgesel ve
küresel olmak üzere gayet reel siyasal ve ekonomik bir durum ortaya koyduğunu
görmek gerekir.
Bu çerçevede,
Güneydoğu Asya bölgesindeki gelişmeleri sadece, Çin ve Kuzey Kore tehdidi ile
sınırlamamak gerekiyor. Tıpkı babası Lee Kuan Yew gibi, başbakan Lee Hsien de
ABD’nin genel itibarıyla Asya-Pasifik bölgesiyle ilişkilerine yönelik
eleştirileri dobra dobra ortaya koyduğuna şüphe yok.
Bu çerçevede,
akla hiç kuşku yok ki, Tayvan Boğazı krizi çerçevesinde, Tayvan’ın olası bir
Çin istilasına karşı korunması karşısında ABD’nin tutumuna gelip dayanıyor.
Öyle ki, Rusya’nın istila girişimi öncesinde, ABD ve
NATO’nun Ukrayna’ya yönelik sadece siyasi değil askeri bağlamlarda da yaptığı
açıklamalara rağmen, işgalin ardından Ukraynalıların yalnız bırakılmış olmaları
karşısında Tayvan halkının ABD’ye yönelik şüphelerinin artırdığı görülüyor.
Bölgesel tehdit
Rusya’nın
Ukrayna’yı işgali ekonomi ve güvenlik anlamında, başta Ukrayna ve Rusya ile
Batı Avrupa’yı etkisi altına almış olsa da, bununla sınırlı olmayan aksine,
dalga dalga küresel etkilerini gösterdiği ortadadır.
Söz konusu işgal
girişiminin, Batı Avrupa topraklarında 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana gerçekleşen
en büyük askeri operasyon olması bile tek başına gayet önemli bir gelişmedir.
Bu noktada, bu gelişme sadece, Soğuk Savaş sonrası döneminin sona erip yeni bir
evreye geçildiği ifade edilen bir dönem olmakla kalmıyor. Bunun yanı sıra,
küreselleşme olgusunun ve pratiğinin de hasar gördüğü konusunda neredeyse ortak
bir görüş oluşmuş durumda.
Doğu Avrupa
krizinin etkilerinin, Güneydoğu Asya ve genel itibarıyla Asya-Pasifik bölgesini
de ulaşmış olması, Singapur açısından, çok daha pratik şekilde ele alınmaya ve
acil bir kontrol ve yönetişim biçiminin ortaya konulmasının gerekliliğine
işaret ediyor. Singapur yönetimi bunu salt Ada ülkesinin korunması açısından
değil, bölgesel güvenlik noktasında değerlendiriyor.
Bu çerçevede,
Başbakan Lee Hsien de, Washington’daki görüşmelerde, Singapur gibi küçük
ulus-devletlerin egemenlik haklarına yönelik doğrudan bir tehdit olduğu
söylemini gündeme taşıdı.
Bu durumda,
Singapur gibi ekonomi-politiğinin küreselleşmeye doğrudan bağımlı bir ülkenin
gelişmelerin etkisini en çok hisseden ülkelerden biri olduğuna kuşku yok. Başbakan
Lee Hsien’ın ziyaretinin Singapur için önemi de, tam da burada ortaya çıkıyor.
Kriz analojisi
Doğu Avrupa’daki
krizin Singapur üzerinde ortaya koyabileceği bir diğer tehditvari yönü, mevcut
çatışmacı ortamın, benzer bir boyutta Asya-Pasifik bölgesinde ortaya çıkması
olasılığıdır.
Bu noktada,
Asya-Pasifik bölgesinde kendini özellikle, siyasi ve askeri varlığıyla Çin’in
ve nükleer kapasitesiyle Kuzey Kore’nin doğrudan ve/ya dolaylı tehdidi altında
hisseden ülkeler silahlanma yönünde, hem hükümetler olarak, hem de kamuoyu
nezdinde gayet önemli bir eğilim sergiliyor.
Başbakan Lee
Hsien tarafından görüşmelerde, son dönemde süpersonik silahlar noktasında
Japonya’da ve nükleer silahlar noktasında Güney Kore’deki eğilimlere vurgu
yapılması önemliydi.
Bu durum,
doğrudan bir bölge ülkesi olmayan ABD’den ziyade, ABD’nin müttefiklerini
etkileme olasılığı tam da, Singapur’un karşı karşıya kalabileceği zorluklara
işaret ediyor. Bu nedenle, başbakan Lee Hsien’in ABD ziyaretinin iki ülke
stratejik ilişkilerinin yanı sıra, bölgesel güvenlik açısından da önem arz
ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
ABD gibi küresel
bir güç ile Güneydoğu Asya’da bir Ada ülkesi Singapur arasında, önemli bir
küresel çatışma ortamının sürdüğü bir dönemde ortaya konulan görüşmeleri
dikkatle izlemekte yarar var.
Başbakanının bu
ziyaretinin, tahmin edilebileceği gibi ABD’de 2020 seçimlerinin ardından
iktidar olan başkan Joe Biden yönetiminin, Asya-Pasifik veya geliştirilmiş
haliyle yani, Hint-Pasifik politikalarının yapılanması bağlamında
değerlendirmek gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder