Mehmet Özay 06.03.2022
Doğu Avrupa’da ortaya çıkan kriz, Soğuk Savaş döneminde dahi yaşanmamış bir gerginliğe yol açarken, dünyanın farklı bölgelerinden farklı nedensellikler içeren tepkiler gündeme geliyor. Bu noktada söylenmesi gereken ilk husus Soğuk Savaş döneminin aksine, ülkeler kendilerini iki seçenekten birini seçmek zorunda veya baskısı altında hissetmemeleridir.
Bunun birkaç nedeni olduğu görülür. Birincisi, bazı
ülkeler kendilerini Doğu Avrupa jeo-politiğine coğrafi olarak uzak olmalarından
ve siyasal olarak ilgilenmemelerinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla, bu bölgedeki
herhangi bir gelişmeden doğrudan etkilenmeyeceklerini düşünüyorlar.
İkincisi, son iki buçuk yıldır her ülkenin kendini içinde
bulduğu pandeminin yol açtığı sağlık, ekonomi ve bunların toplamından oluşan
toplumsal sorunlarla hâlâ baş ediyor olmalarıdır.
Bununla birlikte, geçen iki haftalık süre zarfında
sergilenen tepkilere bakıldığında, Batı ya da NATO veya bir başka deyişle ABD lehine
ya da Rusya lehine gözükse de, bu tepkilerin ardında farklı nedenlerin olduğu
görülüyor.
Bu durum, ilgili ülkelerin daha hesapçı bir politik
yaklaşım sergilemeleridir. Öte yandan, yaşananlar siyasi etik denilen bir olgunun
gündeme getirilmesini acilen gerektirse de, ülkelerin pragmatik çözümlerle, en
azından şu aşamada, sorunun üstesinden gelme veya sorunla kendi aralarına
mesafe koyma eğilimi sergilediklerini ve etik bağlamı paranteze alma tercihinde
bulunduklarını gösteriyor.
Ancak bunların ötesinde kanımca, yaşanan işgal
girişiminden ABD’nin masum olmaması ve Rusya’nın da haklı olmamasının getirdiği
gayet dikotomik bir durum söz konusudur.
Kim haklı sorusu
Rusya’nın özne, Ukrayna’nın nesne konumuna indirgendiği Doğu
Avrupa’da oluşan aktif işgal girişiminden haftalar öncesinde, barış sürecini
yönetmeye veya çatışma sürecine girilmemesine yönelik bazı önemli girişimler
söz konusuydu.
Bununla birlikte, aynı dönemde, süreci hem tetikleyen hem
de söz konusu görüşmelerde taraflar üzerinde bir tür baskı unsuru oluşturmaya
yönelik ortaya konulan askeri yığılmalar gündeme gelirken, güç mücadelesinde bir
dizi ters etkinin karşılıklı olarak ortaya çıktığı şimdi daha iyi
anlaşılmaktadır.
Bu durum, bugün işgal altındaki Ukrayna’yı savunmayı bir
tür garanti etmiş ABD öncülüğündeki NATO’nun gelişmelerden masum olmadığını,
öte yandan her türlü tarihsel ve ideolojik bağlamına karşın, bugün var olan
uluslararası hukuk temelli yapılanmada bağımsız bir ülkeyi işgal etme cüretini
sergileyen Rusya’nın da haklı olmadığını ortaya koymaktadır.
NATO kararsızlığı
Rusya’nın hem kendi sınırında hem de, Belarus üzerinden
Ukrayna’yı çevreleyecek şekilde sayısı yüz elli bini bulduğu belirtilen askeri
yığınağı gündeme gelirken, Pentagon sözcüsü John Kirby bu gelişmeyi, “ABD’nin
herhangi bir saldırıyı tolere etmeyeceğinin işareti” olarak açıkça ifade
ediyordu.
ABD öncülüğündeki NATO daha sınırlı bir yığınak ya da bir
başka deyişle, Ukrayna dahil olmak üzere bazı ülkelere askeri mühimmat ve
birlik gönderme tercihinde bulundu.
Bu noktada, NATO bünyesinde ancak, ABD askerlerinden
oluşan ve sayısı 3000’i bulan askerlerin birincil NATO ülkeleri sınırında
değil, Polanya ve Romanya’da konuşlandırılması dikkat çekiciydi. Askeri birlik
sevkiyatının sınırlı tutulması, Rusya’nın gerçek bir askeri harekâta
girişebileceği ihtimaline pek fazla yer verilmediği yönünde görüşlerden
kaynaklanabilir.
Bununla birlikte, Ocak ayının sonunda, ABD’nin Batı
Avrupa topraklarına gönderdiği asker sayısı toplamda 3000’i bulurken, Rusya,
Amerikan yönetimini “yıkıcı ve krizi tırmandırıcı taraf” olarak eleştiriyordu.
Rusya’nın işgaliyle birlikte, NATO’nun sergilediği
tepkisinin yine de sınırlı denilebilecek düzeyde olmasında, ABD ile Avrupa’daki
müttefikleri arasında var olan çeşitli görüş ayrılıklarının etkili olduğu
düşünülebilir. Ya da Rusya’yı yeterince kışkırtmama ve böylece barış masasına
daha çok yaklaştırma gibi bir diğer eğilimde geçerli olabilir.
İstila girişimi sonrası tepkiler
İstila ile birlikte bugüne kadar geçen süre zarfında,
Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in geri adım atmadığı ortada.
Üstüne üstlük istila girişimini, “milliyetçi silahlı
militan gruplara karşı” diyerek merşuiyet kazandırma çabasına rağmen, bugün
Rusya ordusunun Ukrayna’nın başkenti de dahil olmak üzere önemli şehirlerine
kuşatması ve ele geçirmesi uluslararası antlaşmalar, bağımsız bir ülkenin
egemenlik hakkı gibi unsurların göz ardı edildiğinin kanıtı hükmündedir.
Bu çerçevede, bugün öne çıkan sorgulamalardan en önemlisi,
-en azından Ukrayna devletinin açıklamaları dikkate alındığında-, NATO’nun
niçin bugüne kadar aktif olarak bir eylemde bulunmamış olduğudur.
Bununla bağlantılı olarak, son birkaç gündür tartışılan
husus ise hava sahasının Rus uçaklarına kapatılmasıyla ilgilidir.
Bu noktada, NATO yönetiminden geçen gün, savaşın doğrudan
NATO’nun merkezi ülkelerine sıçrayabileceği endişesiyle hava sahasını Rus
uçaklarına kapatmayacağı kararını açıkladı. Bu gelişme üzerine, Ukrayna devlet
başkanı Volodymyr Zelensky büyük bir tepki gösterdi.
Zelensky, “artık
Rus uçakları ve füzeleriyle hayatını kaybedecek her Ukrayna vatandaşının
döktüğü kanda NATO’nun da suç ortağı olacağını” söylemesi, hiç kuşku yok ki, ABD’nin
ve NATO’nun masum olmadığının açık bir ilânıydı.
Bu tepki, aynı
zamanda işgal öncesi olduğu kadar, özellikle işgal sonrası gelişmelerin de ne
kadar komplike olduğuna işaret ediyor. Bu durum, ABD’nin hiç de masum
olmadığını, Rusya’nın da haklı olmadığını giderek daha açık bir şekilde ortaya
koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder