Mehmet Özay 11.03.2022
Güney Kore’de 9 Mart günü yapılan başkanlık seçimlerini muhafazakâr parti adayının kazanması, son beş yıllık demokrat parti sonrasında yeni bir döneme girilmesi anlamı taşıyor. Mayıs ayında göreve başlayacak olan yeni başkan Yoon Suk-yeol, daha şimdiden kampanya dönemindeki söylemleriyle değerlendirilmeye başlandı bile.
Kutuplaşma söyleminin banelliği (mi?)
Bu noktada, başkanlık seçimleri ve alınan sonuçların,
Güney Kore kamuoyunun özellikle toplumsal cinsiyet konusunda, başkan adaylarının
tutumları noktasından kutuplaştırıldığını ortaya koyduğu ifadelerine söylemine
tanık olunuyor.
Söz konusu bu söylemin, son dönemde giderek neredeyse,
her ülkede gündeme getiriliyor olması aslında, bir tür medya pratiğinden
kaynaklandığını akla getiriyor. Yani, olguları olumsuzdan/negatiften görerek
daha çok talep toplamak ile bağlantılı bir durum…
Bu noktada, on yıllar öncesindeki siyaset dünyasında
kutuplaşmalardan söz edilebileceği gibi, bugün, çeşitli ülkelerde siyaset
dünyasında sert geçen kampanya dönemlerinin aksine, seçimler sonrasında barış
ve huzur süreçlerine konu oluyor.
Bu noktada, Güney Kore başkanlık seçimleri öncesinde
başlayan feminizm karşıtlığı söylemini ve bu eğilimin seçim sonrasında da devam
ediyor oluşunu, belki bu şekilde ele almak mümkün.
Toplumsal cinsiyet ve eşitlikçilik olgusu
Kampanya döneminde muhafazakâr Halk Gücü Partisi (People
Power Party-PPP) adayı Yoon Suk-yeol’un genç erkek seçmene ağırlık veren
söylemine karşılık, liberal yaklaşımlarıyla bilinen Demokratik Parti (Democratic
Party of Korea-DPK) adayının toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna yaptığı
vurgu öne çıkan unsurlardan biriydi.
Öncelikle, toplumsal cinsiyetin sorun olarak ortaya
çıkmasına yol açan temel hususlar belli yaş gruplarında istihdam ve kadın
çalışanların daha düşük ücrete tabi tutulmaları ile kamusal alanda kadına yönelik
‘gayri-ahlâki’ görselleştiricilik olduğu anlaşılıyor.
Ülkenin demografik ve kalkınmışlık ölçesinde kendi başına
bir gerçeklik olarak ekonomik istihdamda kadın-erkek farkı gözetilmeksizin var
olan yüksek rekabetçiliğin bizatihi kendisinin bir eşitsizlik olgusuna yol
açtığını ifade etmek gerekir. İstihdamda nitelik kadar, “ekonomiklik” bir
faktör olarak, bu anlamda kayda değer bir ölçüt olsa gerek.
Başkanlar ne demişti?
Kampanya sürecinde Yoon’un daha çok orta yaş erkek seçmen
yanlısı, rakibi Lee’nin ise kadın seçmen yanlısı söylemleri hakim olduğu görüşü
temelde ayrışmanın ve de yukarıda dikkat çekilen kutuplaşmanın kaynağı
görünümünde.
Bu çerçevede, Yoon’un kampanya dönemindeki söylemlerinden
biri, toplumsal Aile ve Cinsiyet Eşitlikçiliği Bakanlığı’nı kaldıracağı
yönündeydi. Söz konusu bakanlığın bütçesinin sadece yüzde üçünün “toplumsal
eşitlik” program ve uygulamalarına aktarıldığı düşünülecek olursa, Yoon’un
kampanya döneminde “gönül çelme” babında bir söylemle bu konuyu ortaya attığı
düşünülebilir.
Bunun ötesinde, daha yapısal bir engel ise parlamentoda
Demokrat Parti’nin çoğunluğu elinde bulunduruyor oluşu. Burada, şu detayı
belirtmekte yarar var. Ülkede başkanlık ve parlamento seçimleri iki yıl arayla
yapılıyor.
Dolayısıyla, Yoon’un başkanlığının en azından, ilk
yarısında var olan yapısal durumu değiştirmeye matuf girişimlerinin,
kimilerinin ifade ettiği üzere ayrımcılık noktasında bir icraata yol açıp
açmayacağı gayet tartışmalı bir durum.
Ayrışmada istihdam ve ücret faktörleri
Bununla birlikte, seçimler bağlamında, toplumsal cinsiyet
tartışmasının ötesinde toplumda var olan bazı genel yapılaşmaların kadın-erkek
farklılaşmasına neden olduğu görülüyor. Bunun başında ise OECD ülkeleri arasında
kadın çalışanların erkeklere oranla, üçte bir daha az ücret aldıkları verisi,
tartışmanın tarafları için gayet önemli bir veri olarak ortada duruyor.
Bunun yanı sıra, var olan tepkilerin bir yanında da
“ahlâkçı bir tutumla” kadınların maruz kaldıkları bazı hususlara vurgu
yapılıyor. Bununla birlikte, hangi toplumsal kesimdeki kadınların ne tür
‘eşitsizlikçi’ durumu öne çıkardığını tespit etmek ancak, detaylı
araştırmalarla ortaya konulabilir.
İşin ekonomik boyutunda erkeklerin kendilerini “haksız”
konumda buldukları hususu, bir başka toplumsal cinsiyet farklılaşmasına kapı
aralıyor. O da askerlik ve iş bulma süreçlerindeki öncellik ve gecikmişlik
durumu.
Erkeklerin, zorunlu 18 ay askerliği sürecinde, -ki
kadınların böylesi bir yükümlülüklerinin olmaması dolayısıyla- muadili
kadınların istihdamdan öncelikle yararlanabildikleri yönünde bir düşünce hakim.
Oranlar ne diyor?
Seçimin sonunda, yarışı muhafazakâr Yoon kazanmış olsa
da, aradaki oy farkının bugüne kadar yapılan seçimlerde rakipler arasında en
düşük oy oranı yani, 0.73 olması aslında, ne feminizm karşıtlığının ne de
toplumsal eşitlikçilik yöneliminin bir öncülüğü olduğu görülüyor.
Dikkatle ele alınması gereken bir diğer nokta yaş
gruplarının bu konuya dair ilgileri… Seçime katılım oranının yüzde 77.1 oldu.
20’li yaşlardaki kadın seçmenlerin katılım oranı ise yüzde 68.4 oldu; yine aynı
yaşlardaki erkek seçmenlerin oranı ise yüzde 62.6 oldu.
Yukarıdaki tartışma bağlamında değerlendirildiğinde, bu
oranın aslında liberal görüşlere sahip, toplumsal cinsiyet eşitlikçisi Demokrat
Parti adayının lehine bir durum ortaya koyduğu söylenebilir.
Eşitlikçilik yanılsaması ve diğer toplumsal
faktörler
Bir tekrar olmakla birlikte, iki aday arasındaki oy
farkının sadece 250 binin altında olduğu hatırlanacak olursa, bazı çevrelerin
toplumsal cinsiyet olgusu üzerinden öne çıkartmaya çalıştıkları seçim
analizinin gerçekte öyle olup olmadığını tartışmaya açık.
Bu noktada, altmış ve üzeri yaş seçmenlerin örneğin,
yüzde 68.8 oranı gibi ağırlıklı olarak Yoon’u desteklemesi ve Lee’yi ise yüzde
32.8 gibi bir oranla daha az desteklemesinin, bu kitle arasında toplumsal
cinsiyetçilik olup olmadığından öte, aslında yaş grupları ve toplumsal kesimler
açısından farklı sosyo-ekonomik sorunlara önem verdikleri şeklinde yorumlanabilir.
Bu noktada, bazı değerlendirmeler dikkate alındığında
toplumsal eşitsizlik durumuna dair “hassasiyetin” 20’li ve 30’lu yaş grubunda
belirginlik kazandığı görülüyor. Yani, bir başka deyişle, seçmenlerin genel
eğilimleri ve yönelimleri itibarıyla önemsedikleri başka konular olduğunu ileri
sürebiliriz. Kaldı ki, bu hususları dünkü yazımızda dile getirmiştik…
Kültür endüstrisi sorunu çözemiyor (mu?)
Son dönemde, kadının sesi olarak gündeme gelen tepkisel
hareketler içerisinde, 1980’lerin Batı’da ‘ben’ toplumu söylemini ansıtacak
şekilde, “MeToo”cuların varlığı görülüyor.
Sadece Doğu ve Güneydoğu Asya’nın değil, ucu Türkiye’ye
kadar uzanacak şekilde etkilere sahip olan Güney Kore, müzik ve film sektörüne
rağmen, toplumsal cinsiyet konusu kadın-erkek ayrımcılığı noktasında devam
etmesi incelenmeye değer bir durum.
Son birkaç on yıldır kültür endüstrisine önemli yatırım
yapan Güney Kore’de, söz konusu bu endüstrinin doğasında var olan kadınsıcılık
olgusuna rağmen, bugün hâlâ bu gelişmiş -post-modern toplumda kadın-erkek
eşitsizliği söylemi dikkat çekiyor.
Bu toplumsal olgunun çeşitli alanlarda gerçekliği kadar,
medya gibi bazı kurumların toplumsal olguları belirle sınırlılıklar üzerinden
anlama ve anlamlandırma çabasının da sorunun varlığındaki yeri ve önemi
üzerinde durulmayı hak ediyor.
Muhafazakâr yeni başkan Yoon’un, siyasal ve ekonomik
çıkarcılıkla anılmayı hak eden profesyonel siyaset dünyası içinden gelmemesi ve
öte yandan, bir başsavcı olması yani, adalet kurumunun zirvesinden gelmesinin
toplumsal adalet olgusu üzerinde daha fazla durabileceğini yadsımamak
gerekiyor.
Bu noktada, Yoon’un Güney Kore toplumunda var olan
ekonomik ve ‘ahlâkilik’ sorununu çözüme kavuşturması hiç kuşku yok ki, onun
özellikle son beş yılda dev yolsuzluk davalarındaki başarısına eş değer ses
getirecek, hatta bu konuda muadili ülkeler örneklik bile teşkil edebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder