18 Aralık 2011 Pazar

Bir Dönem Mahathir


Mehmet Özay –Malezya
31 Mart 2011

Dr. Mahathir Mohamad bu kez kaleme aldığı anılarıyla gündemde. 1925 yılında doğan Mahathir bu eseri ile bir yandan Malay başbakanlarının bireysel tarihleri kaleme alma geleneğinin de devamcısı olduğunu ortaya koydu. Daha önce kaleme aldığı, The Way Forward, Through My Lenses, Malay Dilemma, Islam-Knowledge and Other Affairs gibi eserlerle de gündemde yer işgal etmiş olan Mahathir, 86 yaşına girdiği şu günlerde uzun yirminci yüzyıla ışık tutuyor. Özellikle, Malezya’nın dördüncü başbakanı olarak, 16 Temmuz 1981’de başlayan ve yirmi iki yıllık sürenin ardından açıkçası istemeyerek 31 Ekim 2003’te başbakanlıktan istifasına kadar geçen dönem sosyal bilimlerdeki araştırmacıların yanı sıra, biyografi tutkunlarının da ilgiyle okuyacağı bir eser. Bağımsızlık mücadelesi vermiş kurucu babalar nesli ile teması, modern Malezya’yı inşacısı ve “2020 Vision”  hedefinin mimarı olma gibi vasıfları taşıyan Mahathir’in akıcı konuşma uslübunu İngilizce kaleme aldığı eserinde de yakalamak mümkün. Mahathir’in eseri, gök kubbe altında bir Malay sedasının nasıl inşa edildiğini gözler önüne sermesi açısından dikkat çekici.


II. Dünya Savaşı’ndan başlayan politik yaşamı, ülkenin yegâne kurucu unsuru Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu‘da (UMNO) giderek ivme kazanması, dönemin siyasi ortamının da getirdiği etkileşimler ile onu başbakanlığa kadar taşımıştı. Mahathir, sadece Güneydoğu Asya siyasal yaşamında değil, küresel siyasette ses getiren bir isim oldu. Bir anlamda, sakin Malayların kendinden emin, girişken, dobra, reaksiyoner bir üyesi olarak yirminci yüzyılda Malay toplumunun dünya sahnesine çıkmasında başrolü oynadı. Bu özelliği nedeniyle, ülkenin kurucu babaları ile birlikte adının anılması bir tesadüf değil. Mahathir’in Malay toplum gerçekliğine yönelik kaygıları, soruları, umutları ve cevapları bana, modern dönemlerin başları kabul edilebilecek ondokuzuncu yüzyıl ilk yarısında yaşamış olan ve belki de ilk Malay entellektüeli kabul edilmeyi hak eden Munshi Abdullah’ı hatırlatıyor. Tıpkı Munshi Abdullah gibi, Mahattir de Malayların anadilleri gibi kimi öz değerlerine yabancılaşmasalar bile, kayıtsızlıklarına vurgu yapması bunun önemli göstergelerinden biri (s. 747). Malay aydınlanmasının örnek şahsiyeti Munshi Abdullah, o dönemde henüz Singapur’da bulunan Cohor Sultanlığı’nda Malay toplumunca içselleştirilmiş “toplumsal tınaklığını” aşma mücadelesini tek başına sürdürdüğünü söylersek abartmış olmayız. Benzer şekilde, Mahathir de sahip olduğu karakteristikler itibarıyla yirminci yüzyıl ortalarından başlayarak, benzer bir toplumsal sorumluluk ile hareket ederek, Malay toplumunu hızla dönüşmekte olan bölgesel ve küresel dünya şartlarına nasıl adapte edileceğinin sıkıntısını çekmiş ve bunu başbakanlığı sürecinde uygulamaya koyduğu politikaları ile hayata geçirme fırsatı bulmuş bir lider.


Dr. Mahathir, hayat hikâyesini henüz yeni piyasaya çıkmış “A Doctor In The House: The Memoirs of Tun Dr. Mahathir Mohamad” başlıklı eseri ile paylaşıyor. 842 sayfalık hacimli kitabında ele aldığı konular ile sadece bireysel yaşam hikâyesini değil, Malay modernleşme tecrübesinin kilometre taşlarına birer birer değinerek yakın geçmişe yolculuğa sürüklüyor. Eserin dili İngilizce olması, Mahathir’in okuyucu kitlesini sadece Müslüman Malaylarla sınırlı tutmadığını, bırakın ülkedeki Malayları ve azınlıkları, tıpkı başbakanlığı döneminde yaptığı gibi, dünyaya ve özellikle de Üçüncü Dünya ülkelerine bir “çağrı” niteliği taşıdığı izlenimi veriyor. Eseri hararetle ilk tavsiye ettiğim kitle de, henüz kitabın varlığından haberdar olmayan yüksek lisans sınıfımdaki Malayıyla Hintlisiyle Malezyalı öğrencilerim oldu.


Mahathir, ilk gençlik yıllarından başlayarak, Üstad’dan alıntıyla söylersek “öz yurdunda parya” muamelesi gören Malayların kimyasını anlamaya çalışan ve bunun ardından yeni bir kimyasal tertib bularak Malay toplumunu dönüştürme sürecinde lokomotif işlevi görmüş karizmatik bir lider. Mahathir’in Malay toplumuna yeni bir kimya kazandırma sürecinin belki de Türk kamuoyuna yansıtan yegâne örneği “Malay Dilemma” adlı çalışması olsa gerek. Bu çalışmanın ismi dahi Malay halkının çelişkilerine dair bir fikir vermesi hasebiyle oldukça önemli. Ancak Mahathir’in kendi toplumunu anlama ve anlamlandırma ve dönemin şartlarına uygun bir dönüşüme maruz bırakma çabası daha 1947 yılında Straits Times’da yazılar kaleme almaya başlamasından önce, yani ortaokul sıralarına kadar geriye uzanır. 


Mahathir, bu karizmasını olduğunca olağan süreçlerde ortaya koyarak sadece Malay Yarımadası ile sınırlı kalmamış, dünyanın doğu-batı diye ikiye bölündüğü ve aralarında İslam dünyasının da yer aldığı Üçüncü Dünya ülkelerinin Soğuk Savaş yıllarındaki kaçınılmaz “bağımlılığına” kafa tutmuş bir “Donkişot”. Mahathir, bu donkişotvari çıkışında birikimini yaşadığı coğrafyanın temellerinden aldığına kuşku yok. Yirmi iki yıl boyunca iktidarın “tek adamı” olması, modern dünyanın demokratik yönetim anlayışı ile çelişse de, aslında Üçüncü Dünya ülkelerinin maruz kaldığı temel açmazlardan biri olarak siyasal yaşamın realitesi içinde yerini buldu. Malezya gibi, sömürge sonrasının ürünü olan ülkelerde eşine nadir rastlanır bir liderlik olgusunu hayata geçirmesi, bu bağlamda kimi çevrelerde Mahathir’in uzun iktidarına belki de mazeret niteliği taşıyor.


Bir öğretmen çocuğu olan Mahathir, 1930’lu yılların başlarında Malay okulunda ikinci sınıf öğrencisiyken, dönemin en önemli eğitim kurumu olma özelliği gösteren İngiliz Okulu’nda öğretmen olan babası vasıtasıyla İngilizce eğitim veren okula kaydolur. Mahathir, hayatının erken döneminde yaşadığı bu değişim, tam da başbakanlığı boyunca güttüğü ülke kalkınmasının ana arterini, yani eğitimi oluşturur. Mahathir, “...Keşke o günlerde çok daha fazla sayıda Malay benzer eğitim olanaklarına kavuşsaydı...” der (s. 53). O dönemin Malaylarının yalıtılmışlığını benzer şekilde üniversite yıllarında da bizzat tecrübe eden Mahathir, tıp fakültesine kaydolduğu yıl yetmiş öğrenciden sadece yedisinin Malay olduğunu söylerken, aynı zamanda, gelecekte Malay toplumuna kazandırmayı başardığı yüksek eğitim gerçeğine vurgu yapmaktadır (s. 54). Bu okul yılları, Mahathir’in İngiliz sömürgeciliğini içselleştirdiği yıllar olarak hayatında önemli bir yer tutar. Ancak, Mahathir, öz yurdunda özgürlüğünü tırnaklarıyla kazanmış her birey gibi, en azından yirmili yıllarına kadar “dilemmalar” içerisinde var olmaktan uzak kalamamıştır.


Asli mesleği tıp doktorluğu olan Mahathir, Malay toplumunun kimyasını çözümleme çabasında o kadar da kısa zamanda mesafe kat etmedi. Toplumuna yönelik gözlemleri daha çocukluk yıllarında yaşadığı kasabadaki etnik unsurların toplumsal yapı içerisindeki statülerinin karşılaştırılmasına dayanır. Ekonomiyi ellerinde tutan Çinliler, birkaç baharat dükkânı işleten Müslüman Hintlilerin ötesinde Malaylar modern döneme ayak basıldığı yıllarda Malayları bulmak mümkün değildir. Bu durum sadece Mahathir’in memlekeki Alor Star’da değil, bütünüyle şehirlerin hepsini kapsayacak boyutta genel bir nitelik arz eder.


O zaman Mahathir neyi değiştirdi sorusu anlam kazanıyor. Yirmi iki yıllık iktidarında uygulamaya koyduğu sosyo-ekonomik politikalar ile yeni bir Malay toplumu inşa ettiğini ileri sürerkek abartmış olmayız. Öyle ki, başbakanlık koltuğuna oturduğunda dünyada esamesi okunmayan bir Malezya’dan kalkınmakta olan ülkelere “model” olabilecek bir konuma ulaşması nasıl bir dönüşüm ve değişimin ortaya konulduğunu göstermesi açısından dikkat çekici. Buna rağmen, Malezya’nın katedeceği uzun bir yol olduğunun idrakindeki Mahathir “toplumsal mühendisliği”nden tatminkâr olmadığını eserinin 457. sayfasında, 2002 yılı Haziran ayında yirmi iki yıl süren başbakanlığını ve UMNO genel başkanlığından istifa ettiği günü hayatının en kederli günlerinden biri olduğunu itiraf etmesinden çıkarsamak mümkün.


Malay toplumunun modern dünyanın taleplerine cevap verecek önemli bir dönüşüme maruz kaldığı, henüz bu süreci tamamlamamış olsa da, dikkate  değer bir mesafe kat ettiği gözlemlenmektedir. Mahathir’i entellektüel bağlamda rahatsız eden ve cevap bulmaya iten sorun kırsal yaşamın ağları içerisinde varlığını sürdüren bir toplumun, kazanılan bağımsızlık sonrasında yerini tespitle alâkalıdır. Mahathir’e göre, bağımsızlık tek başına bir anlam ifade etmemekte, aksine Malay toplumunun, siyasi bağımsızlığın getirdiği her türlü modern araçlara ulaşma ve bu araçlara yön verme kabiliyetine sahip olma vasfı kazanmalarını zorunlu kılmaktadır. Malay toplum gerçekliğinin ondokuzuncu yüzyıl ortalarından başlayarak yükünü almaya başladığı sorunlar yumağı yirminci yüzyıl ortalarında üstesinden gelinmesi bir varoluş meselesi haline gelmesi ile dikkat çeker. Bu bağlamda, tüm sömürge sonrası toplumlarının kendilerini içinde buldukları “modern eğitim yoksunluğu” tüm ağırlığı ile ortada dururken, verilecek cevap Munshi Abdullah’ınkini yansıtır. Yani ana dilden başlayarak, çoğulcu toplum yapısı içerisinde kendini var ederken, aynı zamanda, üretim araçları üzerindeki paylaşım hesapları içerisinde önemli bir mevki kazanma yönünde kıyasıya bir mücadele içinde yer almak.


Mahathir’in Munshi’yi bilmemesi mümkün değil. Bu nedenledir ki biyografisinde Malayların kalkınma süreçleri bağlamındaki ilgili bölümlerinde tıpkı Munshi gibi konuyu anadile hakimiyet, bunun eğitim içerisindeki yeri kadar, modern eğitimde dinin, yani İslamiyetin yerine getiriyor. Buna örnek olarak da İslam medeniyeti içerisinde Arapların katkılarından hareketle, sadece İslami bilimler de değil, buna ilâveten pozitif bilimlere katkılarını da paylaşarak Arap dilinin bir dünya dili haline gelmesindeki macerasına atıfta bulunuyor (s. 748). 1819’dan başlayarak İngiliz “yırtıcılığına” konu olmuş Malaya’daki Müslüman Malaylar, yüzyıl ortalarından itibaren Avrupalıların yanı sıra, Çinli ve Hintli azınlığın üretim araçları üzerindeki kontrollerinin yanı sıra, dil olgusu bağlamındaki açılımları nedeniyle, tabiri caizse “ayrımcılığın öznesi” haline geldi. Bu süreç aynı zamanda, Malay entellektüelleri üzerinde tam anlamıyla kışkırtıcı bir etkiye sahip olduğuna şüphe yok. İngilizler marifetiyle Malaya’ya yavaş yavaş yerleşen azınlıklar kendi anadillerinin yanı sıra, İngilizce, bağımsızlık sonrasının getirdiği kendine özgü koşullar nedeniyle Malaycaya vakif olma konusundaki azami gayretleri Mahathir’in Müslüman Malayların üstesinden gelmeleri gereken çabanın büyüklüğünü sergilemesi açısından dikkat çekici. Bunu, geçenlerde bir Malay rektörün, çocukluk ve gençlik yıllarında sahip olduğu “infriority complex” olgusunu naif bir şekilde dile getirdiğinde daha bir yerli yerine oturtmuştum. Aslında 1980’li yıllardan başlayarak arz-ı endam eden ve şayet varsa ‘Malay mucizesini”, bu kompleksi derinden hisseden bireylerin bir çıkış yolu bulma çabasıyla tutuşturduğunu söyleyebiliriz. Dil olgusunun ne kadar can alıcı olduğunu eğitim süreçlerinin hemen her aşamasında Malayca mı İngilizce mi olacağı yönündeki sorgulamalar, şartların gerektirdiği yönlendirmeler bu konunun bugüne kadar sürgit devam ettiğini ortaya koyuyor. Yoksa, tıpkı Singapur’da Singlish gibi geliştirilen bir dil gibi Malish dili mi oluşuyor sorusu konuyla ilgili çevrelerin gözlemlerinden kaçmıyor.


Mahathir’i kendinden önceki liderlerden farklı kılan yönü, Batı’ya mesafeli duruşu, hatta karşısına alması olarak ortaya çıkar. Malay sömürge tarihini özümsediğine kuşku olmayan Mahathir, İngilizlerin Malaylara biçtiği rolü benimsemediği gibi, genelde Batı özelde İngiliz egemenliğine alternatif, kendi ayakları üzerinde duran, Doğulu ve Asyalı bir duruş sergileme mücadelesine girişti. Bir eserinde dile getirdiği üzere “Look East!” –ki aynı zamanda, bu çalışmasının 29. Bölümü’nün başlığını taşımaktadır- onun Malay modernleşme mücadelesindeki ilhamı olmuştur. Bunu açıkça dile getiren Mahathir, Japonya ve Güney Kore’nin kalkınma ikliminde nefes almayı öncellemiş bir lider olduğunu icraatları ile ortaya koymuş. Mahathir’le özdeşleşen bir diğer slogan ise “Malaysia Boleh” olduğu malum. Kimilerinin küçümsemeyle karşıladıkları bu slogan, temelde Malay ruh iklimine yeni değerler katma ve bir anlamda dönüştürme projesinin pratikteki yansımasından başka bir şey değil. Mahathir’in eserinin bir yerinde dile getirdiği üzere (s. 416), Malaylar sömürge tarihlerinde büyük kahramanlık mücadeleleri vermemiş, bağımsızlıklarını masa başında kazanmış ve buna ilâveten halkın önemli bir çoğunluğunun geleneksel kırsal yaşam sınırları dahiline çıkmamış olması Malay halkına güven kazandırma çabasının rasyonel temellerini oluşturuyordu. Mahathir’in Asyalı duruşunun ardında İngiliz sömürgeciliğine beslediği duyguların kaçınılmaz rolü olduğu muhakkak. Bunu İngilizlerin, Malay toplumunu sayısı hiç de azımsanmayacak Çin ve Hint toplumu birlikte yaşamak zorunda bırakmış olmasında ortaya çıkan sosyo-kültürel nedenler kadar, sömürge yönetiminin ülkenin kalkınma evrelerinde ne alt yapı ne de üst yapı anlamında Malaylara hak ettikleri yeri biçmiş olması ile ortaya koyuyor (s. 30).


Mahathir hakkında yazılarda İslam’ın politikalarındaki yeri önemsenecek bir boyuttadır. Müslümanlık, Malaylar için tastamam bir varoluş sorunu ile özdeşleştiğinden, her ne kadar Mahathir “ultra Malay milliyetçisi” kabul edilse de, İslamiyeti Malay halkının yeni bir bünyeye kavuşmasında vazgeçilmez bir araç kabul ettiğine şüphe yok. Yani, devlet eliyle de olsa “üretilmiş bir manevi” eylem biçimi tarzında, köklerine haiz bir kalkınma anlayışı ile karşı karşıyayız. Malezya koşullarında, İslami kurumların devlet mekanizması içerisinde ve de eliyle hayata geçirilmesinin işlevsel bağlamdaki yönelimi göz ardı edilemez. Üretim araçlarının modernleştirilmesiyle endüstrileşmeye kapı aralanması ve akabinde ortaya çıkan ekonomik kalkınma din ve aile kurumlarında aynı ölçekte, yani senkronize bir değişime yol açmadığı gibi, devlet bizatihi bu değişimi kontrol altında tutarak “Malay kültürel aidiyetinin” “dışarlıklılar” karşısındaki mevcudiyetini garanti altına alma yolunu seçmiştir.


Bu anlamda, yukarıda Mahathir’i modern Malezya devletinin kurucu babaları ile aynı safta yer aldığını ifade ederken kastettiğimiz de buydu. Mahathir’in anıları çeşitli fotoğraf kareleri ile zenginleştirilmiş. Mahathir, aralarında Papa II. Jean Paul’den Yaser Arafat’a, “The Iron Lady” Margaret Thachter’dan Nelson Mandela’ya dünya liderleri ile verdiği pozlara Türkiye’den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la çektirdiği fotoğrafını koymayı yeğlemiş. Arap, Asya ve Batılı ülkelerle işbirliğine değindiği sayfalarda Türkiye ile ilgili anlatılar yer almıyor. Acaba iki ülke arasında söz konusu dönemde hiç mi kayda değer ilişki olmadı diye bir soru da gelmiyor değil insanın aklına.

Malay toplumunun İslam dünyasının “kanayan yaralarına” yönelik sempatileri yakinen bilinmektedir. Bu yaklaşım elbetteki Başbakanlığı döneminde siyasi kararları ve eğilimleri ile Mahathir’de de görülüyor. Bunun açık örneklerinden biri Bosna Savaşı sırasında gerçekleşmiş. Mahathir, Bosna dramında ezilen Müslümanlara karşılık Batı’nın ikiyüzlülüğünü sarih bir şekilde ortaya koyarak NATO’yu kıyasıya eleştirdiği paragraflarda bakın ne diyor: “... What the Serbs did was unimaginably cruel but what the Europeans did was equally appalling. European countries that make up NATO ilke to lecture us about human rights but their inconsistency is shameful. If a dog gets stuck in a drain, they spend time and money to rescue it. A whole town may become concerned over the fate of one dog. Yet they refused to help innocent people who were being killed.” Buna örnek olarak da Bosnalıları korumakla görevlendirilen Hollanda birliklerinin kendi inisiyatifleri ile çekilmeleri neticesinde oniki bin Bosnalı katledilmesini örnek veriyor. Bosna’ya Birleşmiş Milletler barış gücü gönderilmesi kararının ardından Malezya en büyük yedek kuvvetleri gönderen ülke olmuş. Üstüne üstlük BM yasalarına aykırı da olsa, Bosnalıların içinde bulundukları özel koşulları dikkate alan Malezyalı yetkililer askeri yardımda da bulunmuşlar (s. 438-9).


Bir kitap bir dünyadır. Ancak Mahathir’in bu son biyografik eseri, bir tek bireyin dünyasının ötesinde, İngiliz Malaya’sından modern Malezya devletinin dünya devletler skalasında görece seçkin yerini bulmasında geçirdiği süreçlere ilk elden tanıklık eden bir kişinin yakın tanıklığı ile bir yüzyılı gözlerimizin önüne seriyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder