Mehmet Özay - Dünya Bülteni
26 Aralık 2010
26 Aralık 2004’den bugüne altı yıl geçti. Açeliler bir kez daha toplu mezarlarda, cami ve mescidlere gidip kaybettikleri yakınları için dua edecek. O günün dehşetini bir kez daha tecrübe edecek. Baştan belirtelim bu “tsunamiye ağıt” yazısı değil. Yetimlerin halini sorduğunuzu duyar gibiyim. Onları elbette değişik vesilelerle yazmaya devam edeceğiz. Ama burada farklı bir bağlamı ile Açe’ye ortaya koyalım ve bu vesile ile Açe üzerine tumturaklı sözler söylemeye devam edelim istedik...
Ekranlarda insanı hayrete gark eden ve iç burkan görüntülerden pek iz kalmadı geriye. Ancak tsunaminin etkisi farklı alanlarda devam ediyor. Bunun en açık göstergesi, yüzyılın felâketi kimilerinin hayatına son verirken, bütün bir eyaletin yani Açe’nin barış ortamına ‘doğmasına’ vesile oldu. Birkaç neslini savaşta (1976-2005) yitiren Açe’nin gelecek nesilleri (Aneuk Nangroe) tsunamiyi bir felâket olduğu kadar, belki de ondan daha çok yol açtığı barış ortamı ve Açe’nin yeniden tarih sahnesine çıkışı ile hatırlayacak. Bu nedenle Açe’de sosyo-ekonomik ve siyasal değişimin ortaya çıkmasının nedenleri üzerinde mutlaka durulmaya değer. Tsunami sadece Açe’yi değil çok farklı coğrafyaları da etkiledi. Kaldı ki, tsunami sonrasında aynı coğrafya üzerinde değişik yerlerde deprem, tsunami, yanardağ patlamaları şeklinde ortaya çıkan pek çok irili ufaklı doğal afetin gerçekleşmesine rağmen, bu mekânlarda büyük toplumsal dönüşümlerin yaşandığı söylenebelir mi?
Batılı ve doğulusu ile pek çok ulustan devlet veya özel yardım kuruluşlarının bir bölümü, en azından sadece “ilk yardımı” öncelemedi, aksine Açe’yi bir yeni bir araştırma zemini kıldılar. Yer bilimcisi, deniz bilimcisi, eko-mühendisi, tarım mühendisi, antropologu, folklor araştırmacısı, siyaset bilimcisi velhasılı her dalından bilim adamı ve araştırmacı Açe’de yoğun çalışmalarda bulundu ve bulunmaya devam ediyor. Açe, kimi ülkelerde pek çok araştırmacının akademik kariyerinin gelişmesine olanak tanımasıyla öne çıkarken, bu bağlamda Açe hakkında her alandan yapılan katkılarla önemli bir literatür oluşturuldu. Kimileri Açe’deki bu gelişmeyi yeni bir sömürgecilik olarak tanımlama hatasına düşebilir. Ancak Açe dünya sahnesine ilk kez çıkmadığı gibi, tarihin erken dönemlerinden itibaren yaşanmaya başlanan ve süreklilik kazanarak daha “düne” kadar devam eden tecrübelerle sosyal hafızasını yitirmemiş bir toplum yapısına sahip. Dolayısıyla böyle bir hataya neden düşsün ki! Dolayısıyla bu bakış açısında bir tane değil, birkaç tane hatanın yattığına vurgu yapmak gerekir. Nedir o hatalar? Birincisi, nüfusu üçyüz milyonu bulan Malay dünyasını bir bütün olarak görmek. Elbette Malaylar ait oldukları genel özellikler bağlamında antropolojik sınıflandırmada biraraya getirilebilirler. Ancak Malay dünyasının her bir köşesindeki farklı etnisiteler kendilerini, büyük toplumun içinde görmek kadar, kendine has özellikleri ile de ayırt etmektedirler. Açe de bu etnisiteler arasında kendine has özellikleri ile öne çıkan bir sosyal bütün. İkincisi ise Açe tarihine ve kültürüne yabancılık... Bu, pek de hoşlanılacak bir durum değil elbette bizim açımızdan. Ancak aradan geçen zamanda ortaya konan söylemler ve icraatlar yani, subjektiflik bağlamları durumun tastamam böyle olduğunu gösteriyor. Açe’yi ve Açelileri değerlendirirken, fakirliğinden ve yoksunluğundan hareketle “geri kalmışlık” yaftasını yapıştırmak henüz içselleştirilmemiş, üzerine yeni iliştirildiği açık seçik anlaşılan farkedilmemiş bir “sömürgeci” bakışın izini taşıyor. Oysa bu fakirliğin ortasında apaçık duran “şeref” ve “onurlu” duruşu görememek tam da böyle bir şey. Malik Mahmud’dan Açe ve Açelilerle ilgili konuşurken bu iki kavramı işittiğimde müthiş “dirilmiştim”. Ve o an, Açe’yi ve Açelileri anlamaya yanaşmayanlarla ilgili kaygım daha da artmıştı.
Yeni Açe’nin ortaya çıkışında, yukarıda dile getirilen “sömürgeci aymazlığı” yaklaşımının aksine, yaratıcı, diretken gelişmelere de kısaca değinilmeli. Hem bu vesile ile Açe’yi anlamamaya ve anlamlandıramamaya dair bazı anektodlarla konu karşılaştırmalı olarak da değerlendirilebilecektir. Yukarıda bahsi geçen araştırmacılar kervanının ürünlerini Açe ve dünya kamuoyuyla paylaşmalarında kilometre taşlarından biri iki defa gerçekleştirilen uluslararası konferans oldu. Başkent Banda Açe bu uluslararası konferanslara ev sahipliği yaparken, yanında özellikle Singapur Ulusal Üniversitesi Asya Araştırmaları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Anthony Reid’i buldu. Reid, 60’lı yılların ikinci yarısından itibaren başlayan ve Fernand Braudel’in La Mediterranée’de işlediği longue durée tarih felsefesinden hareketle bütün Güneydoğu Asya coğrafyasını içine alan çalışmaları ile bir anlamda Güneydoğu Asya’yı tarih sahnesine yeniden çıkaran “gizli” isimlerdendir. Reid, niçin Açe’yi seçti dersiniz? Konferans dizisinin isminden bir çıkarım yapmak mümkün: “Açe ve Hint Okyanusu Çalışmaları Konferansı”. Açık seçik anlaşılıyor ki, Açe, batısı ve doğusu ile Hint Okyanusu olmadan; Açe de bu devasa deniz yolu ile irtibatı olmadan anlaşılamaz. Tarih Açe’de bu okyanusun sunduğu tüm ilişkiler ağı ile var oldu ve olmaya devam edecek. Bu bölge tarihinin bir zorunluluğu. Reid’in Açe’de “konuşlanması”, Güneydoğu Asya’nın tarih serüveninde bir tarafında Ortadoğu öte yanında Çin’e kadar uzanan ilişkilerin ortaya konulmasında tetikleyici bir etki oldu ve süreçte bu etki daha da fazla hissedileceğine kuşku yok.
Reid’in, Açeliler için özel bir yeri var. Sadece Açe üzerine kaleme aldığı makaleleri, kitapları ile değil, bizzat Aceh Institute adlı sivil oluşum etrafında biraraya gelen modern dönem entellektüel çevresi ile girdiği ilişkileri ile toplumsal sorunlara ve o derecede de çözümlerine bir ölçüde “bulaşmış” bir isim. Aceh Institute demişken, kurumun kuruculuğunu ve başkanlığını yürütmüş, ancak tsunamide hayatını kaybetmiş tarihçi İsa Süleyman’ı rahmetle anmak istiyorum. Hadi yeri gelmişken “paylaşmak çoğaltır, verimli kılar” ilkesinden hareketle, yakın bir arkadaşımdan duyduğum ve bizleri şu veya bu şekilde ilgili kılacağını düşündüğüm bir anıyı da onun adına sizlerle paylaşayım. Dostum, Açe’de bulunma serüveninin başlarında, o dönemde herkesin kendisine “hürmet” etmekten geri kalmadığı ya da öyle davranmak zorunda hissettiği kişi ile arasında geçen diyalogu şöyle aktardı. “... Köşeye kurulmuş olan abinin mürekkep yalamışlığından hareketle, bir de ne bileyim, herkesin önünde el pençe duruşundan hisse çıkararak, kendisine ‘Açe-Türk ilişkilerinden hareketle İstanbul’da veya Açe’de bir konferans tertip edilse çok güzel bir gelişmeye kapı aralanır. Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar da olsa bu işi kotaracak önemli şahsiyetler var. Örneğin modern dönemde Açe ile ilgili bir eseri (Açe-Sumatra Dosyası, 1986) Türkçe’ye kazandıran Mehmed (Numan) Kurtulmuş akademisyen kimliği ile bu işte öncülük yapabilir.’ dediğimde, köşesine kurulmuş olan abi ‘Sen ne diyorsun, Başbakan duyarsa bizi ne yapar?’ demez mi. Afalladım. Acaba ne söyledim. Siyasetle sivil toplumculuğun veya akademik toplantılar ile siyasilerin ilişkisini kestirmekte zorlandım. Kaldı ki, konuştuğumuz yer Açe, konuştuğumuz konu Açe. Bundan kime ne zarar gelir ki diye içimden geçirdim. Velhasıl, niyetim kursağımda kaldı.”
Enteresan değil mi? Bu hikâyeyi ilk duyduğumda pek bir anlam verememiştim. Kimler neleri düşünüyor. Allah muhafaza! Oysa bir “korku” ile bu naif teklifi reddeden kişi, acaba bir süredir konuşulan Numan Kurtulmuş ve Başbakan arasında geçen ilişkilerden haberdar mıdır? Ya da ne diyelim, yarın birgün, ola ki, tarihin bir cilvesi sonucu Tayyib Bey’in yerine Numan Bey geçse, kaçınılmaz gerçek şu ki, yukarıda bahsi geçen bu ve benzeri şahsiyetler saf değiştirmekte hiçbir beis görmeyecekler ve tabiri caizse ‘Numancı’ olacaklardır. Kaldı ki, Tayyib Bey doğru bilgilendirilseydi, Banda Açe’de sadece “hakkıyla” bir köy inşa edilmesi emrini vermez, Açe’yi kurumsal boyutta enine boyuna ele alacak girişimlere de ön ayak olur, sonuna kadar da desteklerdi gibi bir düşüncede akla gelmiyor değil hani. Neyse! Olayın vahameti şu cümlelerden sonra biraz daha net anlaşılacağı umulur. Dostumuz, Açe’ye bir sonraki gelişinde transit yolcu olarak birkaç saat kaldığı Singapur’da Prof. Dr. Anthony Reid’i üniversitedeki odasında ziyaret etme fırsatı bulmuş. Reid’le ne konuşmuş olsa beğenirsiniz! Reid, Açe’de yapılacak I. Uluslararası Açe Konferansı için dostumuza Türkiye’den akademisyen ve araştırmacılarla ilgili sorular sormuş, öneriler almış. -Adamdaki inceliğe bakın. Bizim sıradan Türk’le akademik, üstüne üstlük uluslararası konferansla ilgili sorular sorup görüş alıyor!- Konudan sapmış değiliz. Bunlar tsunaminin bizi getirdiği hallerden sadece birkaçı! Cakarta’daki büyükelçiliğimizdeki bir yetkiliye söylediğim gibi “Tsunami Türkleri de Vurdu!” başlıklı bir makale değil, tastamam bir kitap yazsak yeridir. O da olur yakında. Aman bu konuyu kimseye açmayın aramızda kalsın! Anektodlar içinden bir anektod kabul edin. Ne mi oldu sonra! Açe’de konferansların birinci, ikinci yapıldı. Üçüncüsü de eli kulağında. Türkiye’de bu konuya kulak kabartan var mı? Artık duyulsa gerek, ne de olsa akademisyen ve Malay dünyasıyla akademik bir sorumlulukla tanışan bir Dışişleri Bakanımız var.
Yukarıda zikredilen siyasal yanılsamalar ve sömürgeci arketip bakış açıları olmasaydı, Türkiye söz konusu konferanslara doğrudan dahil olacak akademik varlıklarını devreye sokabilirdi. İş işten geçti mi geçmedi mi onu zaman gösterecek. Bu akamedik çabalar, elbette Açe’yi kendisine, coğrafyasına ve dünyaya yeniden tanıtmada en önemli araç oldu ve oluyor. Yani, Açe yerinde durmuyor! Tsunami, her şeye rağmen, Açe’ye kimliğini, tarihini yeniden okumaya, keşfetmeye olanak tanıyacak fırsatlara yol açtı.
Tsunamide hayatını kaybedenleri bir kez daha Rahmetle anıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder