Mehmet Özay - Malezya - Dünya Bülteni
17 Haziran 2011
Yılın ortasına gelindiği şu günlerde Açe’de günceli oluşturan yegâne konu yıl sonuna doğru gerçekleştirilecek Valilik seçimleri oluşturuyor. Bu seçimin önemi sadece Endonezya’nın otuzüç eyaletinden birine vali atanması ile sınırlı değil. Seçim, bir anlamda Açelilerin geleceklerinin belirlenmesinde kuşku yok ki büyük bir önem taşıyor. Peki seçimin aktörleri kim? Sahnede kimler yer alıyor, perde arkasında kimler numara çekmeye hazırlanıyor? Tüm bunlar bugünlerde Açe’nin dört bir yanında tartışma konusu.
Açe’nin vazgeçilmez sosyal ortamı ve elbette bu bağlamda fikir teatisi kadar fikir üretim merkezi olmasıyla da bilinen kahvehanelerindeki doluluk oranı ile birlikte seçimlere yönelik ilgi arasında belki bir bağlantı kurabiliriz. Geleneksel kahvehaneler kadar giderek sayıları artan modern mekânlarda da her yaştan ve sosyal sınıftan katılımcıların iştirak etmekten haz aldıkları tartışma konularının başında seçim geliyor. Bir zamanlar Türkiye’de de dillendirildiği üzere, kimi ülkelerde halkın “havasının alındığı” mekânlar olarak bilinen kahvehaneler, Açe bağlamında tastamam capcanlı, dipdiri sosyal etkileşim ve sorunların masaya yatırıldığı ve çözümleri konusunda kafa yorulduğu mekânlara dönüşüyor. Söz konusu bu kahvehaneler öyle işsiz güçsüzlerin takıldığı yerler de olmadığı herhalde bu söylediklerimizden çıkarsanabilir. Açe üniversite camiasının, politika çevrelerinin ve entellektüel yazar çizer kadrolarının sürekli müdavimi oldukları ve bu anlamda toplumsal yenilenebilirliğin sürekli teneffüs edildiği yerler.
Bu hoş girizgâhdan sonra sadede gelmekte fayda var. Açe’de taşların yerine oturması için Açe’nin siyasi ruhunun iyi okunması gerekiyor. Bu ruh, kendini 15 Ağustos 2005’de Helsinki Barış Anlaşması ile yeniden ortaya koymaya aday olarak belirdi. Gerek 2006 Valilik seçimleri, gerekse 2009 yılı Parlamento seçimleri Açe’de bu ruhun ne anlama geldiğini ortaya koyması bakımından dikkat çekiciydi. Her iki seçim süreci Helsinki Barışı’nın ne demek istediğini somut olarak belirginleştirirken, temelde bu sürecin devamı için bir altyapı niteliği taşıyordu. Aradan geçen beş yıllık süre sonunda Valilik seçimleri kapıya gelip dayandı. 2006 seçimlerini takip ederken, hem bağımsız adaylar hem de o dönem Açe Parlamentosu’nda Ulusal Partiler’e mensup milletvekilleri ile görüşmelerimiz bugünkü gibi hafızamda. Irvandi Yusuf o dönemde “kazanacağım” derken, Açeli olmakla birlikte ulusal düzeyde politika yapmakla meşgul çevreler de Yusuf’un yaklaşımını öngörmekte hata yapmıyorlardı. Ancak bir şartla. O da, “Bunlar ancak bir dönem kalabilirler, ardından sistem yeniden kendini üretecek” yorumunu ekleyerek. 2006’dan 2009’a üç yıl geçmiş, parlamento seçimlerine ulusal partiler kadar, Endonezya demokrasi tarihinin ilk anlamı taşıyacak şekilde yerel partiler de mevcudiyetlerini ortaya koymuşlardı. Sonuçta, gerek eyalet gerekse bölge parlamentolarında çoğunluk Açe ruhunu yansıtacak şekilde zuhur etti. Beş yılın tamamlanmak üzere olduğu şu günlerde acaba ulusal çevre mensuplarının Açe’ye biçtikleri öngörü tutacak mı? Yoksa Açe ruhu varlığını kararlı bir şekilde yeniden ortaya koyabilecek mi?
Adına demokrasi denilen bu oyunun kuralları içerisinde önceden tahmin edilegeldiği gibi Açe ruhunda parçalanma ve bölünme uygulamalarına bir süredir rastlandığına daha önce kısaca değinmiştik. Özellikle yol ayrımının Hasan Di Tiro’nun 3 Haziran 2010 tarihindeki vefatının ardından ortaya çıkması da, Açe ruhunun dinamiklerinin anlaşılabilmesi bakımından önem arz ediyor. Aradan geçen sürede yaşananlar bir yana, bugüne baktığımızda valilik seçimlerine doğru bu demokrasi oyununun çeşitli versiyonlarına tanık olunacağı şimdiden aşikâr. Şu anki Vali İrvandi Yusuf, bir dizi siyasi etkileşim ve bireysel dönüşüm neticesinde bir zamanlar içinde yer aldığı Açe ruhundan koptuğu ve bu kopuşun neredeyse onarılmaz raddeye vardığı başta Malik Mahmud olmak üzere Açe ruhunu temsil makamında olan çevrenin ileri gelenlerince ifade ediliyor. Siz merkez güçlerin Açe ruhunu parçalama girişimi deyin, biz makam hırsı diyelim, nihayetinde gelinen noktada bir kırılma yaşanıyor. Muallim lakaplı Müzekkir Manaf bir mülâkatta “Demokrasi de olur böyle şeyler” diyerek bu ayrışmaya yaklaşımını ortaya koyarken, bir anlamda siyasi olgunluk gösterdiği yorumunu yapabiliriz. Bu çerçevede İrvandi Yusuf, yeniden ‘bağımsız’ aday olacağını açıkladı, ancak bugüne kadar yardımcısının kimin olacağı konusunda belirsizlik sürse de, aday listesinde farklı yönelimlere sahip politikacıların ismi geçiyor. Açe ruhunu temsil eden yapı ise, Dr. Zeyni Abdullah ve Müzekkir Manaf ikilisi ile valilik ve vali yardımcılığı için adaylığını kamuoyu ile paylaştı.
Sadece Açe için değil, Endonezya’nın geleceği bağlamında da kaçınılmaz öneme sahip bu seçimde başka adaylar yok değil elbette. Bugünkü vali yardımcısı ve Referandum Hareketi’nin (SIRA) önde gelen ismi Muhammed Nazar. SIRA, 2009 seçimlerinde “sıfır”ı bulmasıyla bir anlamda politik travma yaşaması, bu siyasi çevrenin bugün için pek de ümitvâr olmamasına yol açıyor. Adaylığı gündeme gelenler arasında Lhokseumawe eski Belediye Başkanı Tarmizi Kerim, merkezin odağındaki çevre ile yakınlığ biliniyor. 2006 valilik seçimlerinde aday olmak isteyen ancak daha sonra vazgeçmek zorunda kalan, bunun akabinde merkezdeki destekçilerince kendisine ‘sabret seni değerlendireceğiz’ türü bir mesajla gönlü alınan Kerim bugünlerde gündemde. Kerim’in niçin aday olmak istediğini bilmek anlamak için Lhokseumawe gerçeğine vakıf olmak gerekiyor... Bir diğer aday ise Şah Kuala Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Darni Davud’u zikredebiliriz. Açe akademi dünyasının parlayan yıldızı makamındaki Davud Hoca’nın bilmediği bir şey var ki, o da halkın akademisyenlerin diliyle arasının pek de hoş olmadığı olgusu. Açe’nin modern tarihinde akademisyen valileri olageldi, ancak onlar merkezin atamasıyla geldikleri için durum farklıydı. Davud Hoca, saf biri değil, ancak Kerim gibi o da merkez destekli bir kampanya üzerinden gündeme getirilmiş durumda. Rektörlükte ikinci dönemini yaşayan Davud Hoca, üniversiteyi geliştirme ve akademik hayata canlılık katma yönündeki katkısı ile Açe’ye çok daha faydalı olacağı kahvehane sohbetlerinde dile getiriliyor.
Açe iç-siyasetinde bunlar olurken, henüz merkezin, yani Cakarta’nın konuya yaklaşımı ortada gözükmese de, aralarında önde gelen siyasi partilerin de olduğu çevreler Açe seçimlerine dolaylı müdahil olma konusunda istekli görünüyorlar. Elbette bu destek ortaya konurken, Açe seçmeninin hassasiyetini dikkate aldıkları gözden kaçmıyor. Bu nedenle, merkez ağırlıklı bir görüntünün ters tepki vereceğinden hareketle öne çıkmak yerine geri plânda kalarak Açeli adaylar üzerinden Açe siyasetine müdahil olma yolu tercih ediliyor. Önümüze çıkan bu tabloyu tersten okumaya başladığımız da ise, kimlik olarak Açe’li de olsa, siyasi aidiyetini merkeze endekslemiş adayların varlığı, -ve de ola ki seçilmeleri halinde- Açe geleceği için bir handikap olup olmayacağını gündeme getiriyor.
Açe’de taşların yerine oturup oturmaması derken, vurgumuz elbette ki, Helsinki Barış Anlaşması’na. Açe’nin geleceği bu anlaşmada yer alan maddelerin tek tek hayata geçirilmesi ile doğru orantılı. Bunların hayata geçirilmemesi gibi bir olasılığı gündeme dahi getirmek istemiyoruz. Siyasi, ekonomik ve kültürel yönleri ile öne çıkan bu anlaşma Açe olgusunun tarihi devamlılığı anlamını taşıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder