23 Şubat 2022 Çarşamba

Siyasal bir kaşif olarak ABD başkanı Richard Nixon’un Çin ziyareti / Richard Nixon’s China visit as a political explorer

Mehmet Özay                                                                                                                            23.02.2022

ABD başkanlarından Richard Nixon’un, Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyaretinin ellinci yılı sadece, bu iki ülke ilişkileri açısından önem taşımıyor.

2. Dünya Savaşı sonrasının en önemli gelişmelerinden biri olduğuna kuşku olmayan 21 Şubat 1972’de Pekin’e ayak basmasıyla gerçekleşen Nixon’un bu ziyareti, içe kapalı Çin’in dünyaya açılmasının kritik eşiği olarak anılmayı hak ediyor. Öyle ki, bu anlamda SSCB’de Mikhail Gorbachev’in perestroika ve glasnost ile ortaya koymaya çalıştığı değişim rüzgârı, bizzat ABD başkanı Nixon’un eliyle Pekin’e taşınıyordu.

Bu ziyaret çerçevesinde ortada bir başarıdan söz edilecekse, bunda her ne kadar büyük pay, başta Henry Kissinger olmak üzere, ABD dış politika mimarlarına gitse de, Çin’in dışardan gelen böylesi bir talebe hazır olmasının kendi içinde bir tür gizli/açık aktörlük barındırdığını unutmamak gerekiyor.

Soğuk Savaş döneminin koşullarında, ABD liderliğinde NATO ve SSCB liderliğinde Varşova Paktı’nın varlığı başta, Avrupa ve Ortadoğu olmak üzere küresel siyasette belirleyici oluyordu.

Doğu Asya’da ise, Çin Halk Cumhuriyeti, 2. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan iç savaşın yorgunluğunu üzerinde taşırken bir yandan da, lider Mao Zedong’la gelen ideolojik kazanımın getirdiği öz güvene sahipti.

Kültür Devrimi ve açmazlar

Çin’de 1949 Komünist Devrimi’nin örneğin, Sovyetler Birliği gibi agresif bir yönelimle, yakın ve uzak coğrafyalara rejim ihraç etme çabasında olduğu söylenemez. Bu yaklaşım, başkan Nixon’un “SSCB bizi tehdit ediyor, Çin ise etmiyor” diyerek dönemin siyasal gerçekliğine vurgu yapıyordu.

Bununla birlikte, Asya-Pasifik bölgesindeki bazı ülkelerin modern tarihinde gördüğümüz üzere, belki de, daha çok bu ülkelerin Çin’e yönelik ideolojik talep ve destek arayışlarının bir sonucu olarak Çin yönetimi, komünist ideolojiyi bölgeselleştirme düşüncesinde olmuştu.

Ancak, unutulmaması gerekir ki, Çin o dönem, kendi bölgesinde görece içine kapalı bir yapı sergilerken, modern dönemin kaçınılmaz politik-ekonomi yapılanmasında ve/ya buna bir tepki olarak, kendi ayakları üzerinde nasıl duracağıyla ilgili iç sorgulamalarla da yüzleşmeye başlamıştı.

Bu noktada, 1966 yılında başlatılan Kültür Devrimi’nin, aslında bu yüzleşmenin içe kapalı ideolojik yeniden yapılaşmanın adı olarak gündem geldiğini söylemek mümkün.

Öyle ki, başka bürokrasinin küçüklü büyüklü statülerinde yer alanlar olmak üzere, giderek yozlaştığı ifade edilen belirli toplum kesimlerini yeniden buluşturmanın adı olan Kültür Devrimi, kapsamlı bir ideolojik enjeksiyona yol açarken, büyük bir tezat içerecek toplumsal ve de ekonomik bağlamda devrimi içerden yıkabilecek bir boyuta taşınıyordu.

Kültür Devrimi’nin taşıyamayacağı bir Çin’in, nereye gideceği meselesi önemliydi ve dönemin süper güçlerinden ABD bu süreci, -belki de, SSCB – Çin çekişmesinin de doğurduğu cesaretle- kendi lehine dönüştürmenin işaretini, 1972 yılında başkan Richard Nixon’un ziyaretiyle göstermiş oluyordu.

Bununla birlikte, bu ziyareti salt ABD’nin dış politikada aktör olduğu bir süreç olarak okumak yanıltıcı olacaktır. Belki de, sonda söylenmesi gereken hususu, hemen burada söyleyerek buna açıklık getirmekte yarar var.

Aradan geçen yarım yüzyıllık sürede, Çin’in bugün küresel yapı içerisinde kazandığı yer ve daha da ötesi gitmekte olduğu yol, 1970’lerin başlarında Çin siyasi lider kadrosunun bir tür karar aşamasında olduğunu ve bir tür iç sorgulamayı gündeme getirdiğini söyleyebiliriz.

Küresel açılımın izleri

Başkan Nixon’un ziyaretinin ardında, temelde çoklu neden bulmak mümkün. Öncelikle rakip SSCB’nin karşısında -en azından moral olarak- elini güçlendiren bir ABD’nin varlığının ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir.

Bunun ardından, ABD’nin jeo-politik hususiyetleri noktasında, Avrupa merkezli çatışmacı sürecin yerini, bir anda Doğu Asya’da dev bir piyasa ve geliştirilmeye matuf devasa bir toplum olarak Çin aldı. Böylece, ‘kapalı kutu’ Çin’in küresel ilişkilere ve özellikle de, ABD merkezli dünya ekonomik sistemine açılmasının, o zamanlar fark edilmemiş olsa da, 1989’da SSCB’nin çöküşüne doğru giden süreç üzerindeki tesirini de dikkate almak gerekir.

Aslında olan biteni ABD adına, ortada çokça hesaplı kitaplı bir politik gelişimden ziyade, Çin’de var olan siyasal gerçekliği okuyabilmenin ve dönemin olasılıkları içerisinde kendine bir alan bularak ilerleyebilmenin adı olarak görmek mümkün.

Öyle ki, dönemin Fransız felsefecisi Andre Malrauw’un, Nixon’un ziyaretini, 15. yüzyıl sonundaki Avrupalı denizci kaşifler analojisiyle açıklarken, aslında keşfedilmesi beklenen yerler ve toplumlar yerine, farklı süreçlerin ortaya çıkması gibi ABD’nin Çin’e açılmasının -bugün çok daha iyi anlaşıldığı üzere- beklentiler ve sonuçlar noktasında hiç kuşku yok ki farklılıklar doğurduğu görülür.

Geçen yarım yüzyıllık sürece bakıldığında Çin’in dışa açılmasının Soğuk Savaş dönemine yeni bir boyut kattığına kuşku yok. 1970’li yıllarda Çin’in kapılarını dünyaya açması, küresel sistemde jeo-politikten jeo-ekonomiye geçişin ilk izlerini oluşturuyordu.

Aradan geçen elli yılın ardından, Çin yönetimi, jeo-ekonominin kendilerini götürebileceği endişesini taşıdıkları liberal değerlere ve temsili demokrasiye -ki Batı’nın da beklentisi buydu- karşı ideolojik içe kapanmayı veya yenilenmeyi önceleyerek jeo-ekonomiden jeo-politiğe geçiş yapmaktadırlar.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2022/02/23/siyasal-bir-kasif-olarak-abd-baskani-richard-nixonun-cin-ziyareti-richard-nixons-china-visit-as-a-political-explorer/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder