25 Şubat 2022 Cuma

Rusya işgali ya da Ukrayna’da tarihi geriye sarmak / Russian invasion or rewinding history in Ukraine

Mehmet Özay                                                                                                                            24.02.2022

Rusya’nın bugün erken saatlerde Ukrayna’yı işgal girişiminin, uluslararası arenada yargısız infaz olarak tarihe geçeceğine kuşku yok.

Rusya’nın açık açık “geliyorum” diyen bu işgal girişiminin NATO, Avrupa Birliği ve genel itibarıyla Batı siyasal ideolojisine yönelik eleştirileri beraberinde getirdiği gibi, ortaya çıkan kararsızlık/belirsizlik ortamında, örneğin Asya-Pasifik’te Rusya benzeri teşebbüslerde bulunabilecek bazı ülkelere gayrete getirip getirmeyeceği de, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu.

İlk akla gelen husus hiç kuşku yok ki, Güney Çin Denizi’nde Tayvan sorunu… Çin’in bundan yaklaşık üç hafta önce Rusya ile ‘dostluk antlaşması’ imzalamasını, Doğu-Batı ekseninde gizli/açık bir ayrışma olarak görmek gerekir.

Kaldı ki, Çin yönetimi bugün Rusya’nın girişiminin “istila” olarak tanımlamayı reddetmesi, olası bir benzeri teşebbüsü kendi bölgesinde gerçekleştirebilmenin imkânına gönderme yapan bir yönelim olarak görülmelidir.

Provokatör olan kim?

Saldırının hemen ardından Başkan Biden, Rusya’nın saldırısını ortada, herhangi açık bir ‘provokasyon olmadan’ ve ‘meşruiyetten yoksun’ gelişme olarak nitelendirdi.

Aslında Vladimir Putin’in daha önceleri olduğu gibi gün içerisinde de yaptığı açıklamada, saldırının gerekçesi olarak NATO’nun Doğu Avrupa’daki eski SSCB bünyesindeki/uydu ülkeler/bölgelere yönelik söylem ve icraatlarını hedef göstermesini açıkça, bir öz-savunma niteliğinde görmek gerekir.

Kaldı ki, Putin yine aynı açıklamalarında, Rusya’nın ulusal menfaatleri söz konusu olduğunda tartışılacak bir konunu olmadığı anlamına gelen açıklamalarıyla bunu pekiştirmiş oldu.

Provakosyon olgusunun, benzer şekilde İngiltere başbakanı Borris Johnson, Alman şansölyesi Olaf Scholz ve NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg tarafından da gündeme getirilmesi, NATO’da öne çıkan güçlerin ve isimlerin Putin’in NATO’yu hedef alarak, saldırıya meşruiyet kazandırma arayışının önüne geçmeyi hedeflediklerini söyleyebiliriz.

Kara gün

Söz konusu bu saldırı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa sınırları içerisindeki en büyük askeri operasyon niteliği taşımasıyla, Avrupa Birliği’nin ve de bu birliğin taşıdığı varsayılan değerlerin ne denli kırılgan hale geldiğinin bir göstergesidir.

Bu durum aslında tam da, bazı liderlerin “Avrupa’nın kara günü” tanımlamasına tekabül ediyor.

Batılı uluslar nezdinde, Ukrayna örneğinde olduğu gibi, bağımsız bir ulus devlete yönelik böylesi bir adaletsizce girişimin nasıl çözüme kavuşturulacağı konusu, şimdilik meçhul olmakla birlikte, söz konusu bu yargısız infaz küresel çapta, zaten var olan güvensizlik ortamını daha da derinleştirecektir.

ABD Başkanı Joe Biden yaptığı açıklamalarda Batı’yı tek blok olarak ittifak gücü bağlamında zikretse de, böylesi bir ittifakın etkinliği sorgulanmayı hak edecek zaafiyetler taşıyor. Öte yandan, Rusya’nın böylesi bir saldırı için herhangi bir mazereti gündeme getirmesinin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğine şüphe yok.

Ancak bugün yaşananların Batı için iki açıdan önemli olduğunu söyleyebiliriz. İlki, Rusya’nın Ukrayna istilası ile başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin kendi iç anlaşmazlıklarıyla yüzleşmeleri gerektiğinin ortaya çıkmış olmasıdır.

İkincisi, bağımsız ve demokratik bir devlet olarak Ukranya’nın bugün içinde bulunduğu durumdan çıkmasına acilen yardımcı olmalarıdır. Birbirinden bağımsız ele alınamayacak bu iki husus, hiç kuşku yok ki Batı siyasal ve ideolojik olarak yükünün iki kat artması anlamına geliyor.

NATO kararlı (mı?)

Perşembe günü erken saatlerde Putin’in saldırı emri açıkçası, NATO’nun söylem gücünün Rusya üzerinde etkisizliğini kanıtlamıştır. Bununla birlikte, NATO’dan ve NATO üyesi ülkelerden yapılan ilk açıklamalara bakıldığında, iki farklı cevabın ortaya çıktığı görülüyor.

İlki, ABD ve İngiltere’den gelen açıklamalar, Rusya’nın dünya kamuoyu önünde sorumlu tutulacağı ve yaptırımların ekonomik boyutta sürdürülebileceği vurgu yapıyor. İkincisi ise, NATO genel sekreteri Jens Stoltenberg’in açıklaması ki, sanki NATO’nun her an bir askeri girişime kapı aralayabileceği ihtimalini güçlü bir şekilde akla getiriyor.

Mevcut durumda, Rusya’nın kendi arzusuyla geri çekilme ve masaya oturma kararı vermesi çok düşük bir ihtimal olsa da, böylesi bir durum Batılı ülkeler açısından gelişmeleri farklı yöne döndürebilir.

Aksi halde, masum Ukraynalıları korumak amacıyla Rusya’ya karşı aynı tonda yani, askeri olarak bir karşılık verilmemesi halinde, Batılı ülkelerin uluslararası arenada hem, siyasal ideolojilerinin hem de, siyasal iktidarlar olarak inandırıcılıklarının önemli ölçüde erozyona uğrayacaktır.

Böylesi bir karşılığın olmamasının Rusya açısından anlamı ise, benzer bir girişimi zamana yayarak diğer eski Doğu Bloku ülkelerine doğru genişletmesi imkânını bir moral güç olarak elde etmiş olacaktır.

NATO’nun bu meydan okumaya hazırlıklı olup olmadığını ya da kararlılığını, Rusya tehdidine maruz kalan ülkelerin doğrudan NATO’nun ana/çekirdek ülkeleri olmamasında görmek mümkün.

Örneğin, bugün saldırıma maruz kalan Ukrayna… Ya da bu ülkeyi çevreleyen Polanya, Moldova, Romanya, Slovakya, Macaristan gibi komşu ülkeler…  

Bu noktada, NATO’nun özellikle, kurucu üye ülkeler ile bu ülkelere yanaşık birincil ülkelerin Ukrayna’ya komşu olmamasının meydana getirdiği bir tereddüt ve durağanlıktan söz etmek mümkün.

Tarihi geriye saymak

Bu saldırının tüm dünya kamuoyuna hatırlattığı önemli bir gerçek Rusya’nın kayda değer güç edinimidir.

Öyle ki, 1989 yılında başlayan SSCB’nin çözülme sürecinden sonra, Varşova Paktı’nın bugün de facto lideri konumundaki Rusya’nın, aradan geçen otuz yılın ardından mevcut ulus-devletler üzerinde şu veya bu şekilde sağlamayı düşündüğü egemenlik süreçleriyle dünya kamuoyunun önündedir.

Ukrayna işgali, Batı merkezli ideolojik çatışmaya konu olan Soğuk Savaş döneminin ardından, Doğu Bloku’nun çözülüşüne ve dağılmasına rağmen, bitmediğinin bir kanıtıdır.

Bununla birlikte, ABD öncülüğündeki Batı’nın, kendini siyasi ideolojik temelleriyle tanımladığı liberal, demokratik değerlere karşın, bugünün Rusya’nın hangi siyasal ideolojik temellere sahip olduğu sorgulanmayı hak etmektedir.

Ancak şu kadar var ki, Soğuk Savaş yetiştirmesi Vladimir Putin’in devlet başkanlığındaki Rusya’nın komünist değerler ve idealler etrafında örüntülenmemekle birlikte, bir siyasi yönetim biçimi olarak neye tekabül ettiği belirsizliğini korumaktadır.

Rusya’daki yönetimi salt “otoriter” (autocrat) olarak nitelemek, olan biteni bize yeterince aktarmıyor, aksine muğlaklık derecesini daha da artırıyor.

Nihayetinde Batılı liberal, demokratik ulus-devletlerin başında gelen ABD’de, 2016-2020 yılları arasında başkan Donald Trump iç ve dış politikalarının ortaya koyduğu siyasal yönetim anlayışı da, en az Putin’ine atfedilen kadar otoriter olarak tanımlanmasını gerektirecek boyuttaydı.

ABD öncülüğünde NATO’nun sergilediği söylem ile Rusya’nın 21. yüzyılın bu evresinde beklenmeyen girişimi akıllara 20. yüzyılın Soğuk Savaş yıllarını hatırlatıyor. Olumsuz addedilebilecek bu gelişmenin en büyük tesiri ise kendini Batı Avrupa üzerinde gösterdiğine şüphe yok.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2022/02/24/rusya-isgali-ya-da-ukraynada-tarihi-geriye-sarmak-russian-invasion-or-the-rewinding-history-in-ukraine/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder