Mehmet Özay 02.02.2022
Myamar’da 1 Şubat 2021 darbesinin birinci yılında, ordu yönetimi varlığını sürdürürken, bu durum, bölgenin bu önemli ülkesinde demokrasinin geleceği hakkında ümitvar olunmasına engel oluyor.
Güneydoğu Asya’da sahip olduğu geniş toprakları; Çin ve
Hindistan ile sınır teşkil etmesiyle jeo-stratejik; kaynakları ve nüfus
yapısıyla jeo-ekonomik öneme sahip olan Myanmar’da ordu (tatmadaw),
Devlet Yönetim Konseyi (State Administration Council-SAC) adı verilen
ordu yönetimini, şimdilik değiştirebilecek bir yapı ortada bulunduğunu söylemek
güç.
Darbeden kısa bir süre sonra, 2021 yılı Mayıs ayında eski
parlamento milletvekilleri, siyasiler, aktivistler tarafından 16 Nisan 2021’de sürgünde
kurulan Ulusal Birlik Hükümeti (National Unity Government-NUG) ve bu
yapının ordu kanadı olduğu ifade edilen ve 5 Mayıs 2021’de kurulan Ulusal
Birlik Ordusu’na bugüne kadar ne bölgeden ne de Batılı ülkelerden açık bir
destek ve iletişim süreci ortaya konulmuş durumda.
ABD ve Birleşmiş Milletler gibi, bazı Batılı ülke ve
kurumlardan teşebbüslere rastlansa da bunun Myanmar’daki darbeci yönetim
üzerinde ne denli etkili olabildiğini söylemek güç.
Darbenin birinci yılında temel soru aslında, Myanmar’da
niçin darbe oldu sorusu yerine, Myanmar niçin demokratikleşemiyor sorusu olmalıdır.
Bu soru aslında, darbenin ülkenin siyasal yaşamında gayet içkin bir olgu
olduğunu imâ ediyor olabilir. Bununla birlikte, ülkenin demokratikleşememesinde
yapısal sorunlar kadar, bölgesel ve hatta bazı küresel gelişmeleri de dikkate
almakta yarar var.
Kırılgan süreç
Nihayetinde Myanmar ordusunun, ülkede özellikle 2010
yılından itibaren başlayan demokratikleşme sürecine imkân tanıması ardından,
2015 genel seçimlerinde Ulusal Demokrasi
Birliği’nin (National League for
Democracy-NLD) iktidara
gelmesine karşın, “Acaba ordu, bu siyasal değişim sürecinde kendini ne kadar
geri çekebildi?” sorusunu gündeme getirmek gerekiyor.
Aslında, 1990’ların ikinci yarısındaki seçimlere giden
süreçte kurulan ve ülkenin belki de, yegâne bütünlükçü siyasi partisi olarak
kabul edilmesi gereken NLD’nin, bugün bir anlamda başladığı noktaya dönmesi
tarihin garip bir cilvesi olsa gerek.
Bugüne nasıl gelindiği konusunda, son yirmi yılı aşkın
sürece kısaca bakılmalıdır. Öncelikle, şunu hatırlamakta fayda var. 2000’li
yıllarda bölgede yaşanan değişim ve bunun Myanmar’daki rejim egemenleri
üzerinde oluşturduğu baskının demokrasiye kontrollü geçiş yönünde adım
atılmasını sağladığını söyleyebiliriz.
Bunun adı, eski ordu mensubu Thein Sein’in başına
getirildiği, Birleşik Dayanışma ve Kalkınma Partisi’nin (Union Solidarity
and Development Party-USDP) seçimlere katılmasıydı. Ancak bu durum, tıpkı benzeri ülkelerde olduğu
gibi aslında, tam bir demokratikleşmeye geçişten ziyade, oluşan değişim
ortamında eski rejimin yani, ordunun varlığını sivil siyasette egemen kılmanın ve
böylece bir tür devamlılık tesisisin adıydı.
2010 yılındaki seçim sürecinde, NLD’nin de facto
başında olan Suu Kyi’nin göz hapsinin devam etmesi ve seçim kanunundan
kaynaklanan diğer bazı nedenlerden ötürü, NLD seçime girmeyi protesto edince,
ülkede sivil siyaset Thein Sein’in başında bulunduğu USDP’ye kaldı.
Değişim mümkün (mü?)
Bu süreç bir yandan, askerlerin sivil siyaset sürecine
nasıl adapte olacaklarını göstermesi kadar, genel anlamda halkın üniformalarını
çıkarmış olan askerlere sivil siyasette ne kadar alan açacaklarının da ortaya
konulmasına tanık olmak için önemli bir fırsattı.
Barışçıl sürecin hakim olması gibi bazı gelişmeler
dikkate alındığında, eski bir ordu mensubu olarak Thein Sein’in ve hükümetinin
elinden geleni yaptığını düşünmek mümkün.
Bu anlamda, bir yandan Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Association
of Southeast Asian Nations-ASEAN) öte yandan, Batılı unsurlarla yapılan görüşmeler dönüşüm
sürecinin olabildiğince yapısallaştırılmasına imkân tanıdı.
Bu dönemin aslında, gizli/açık belirleyici yönlerinden hiç
kuşku yok ki, en önemli yönlerinden biri, sivil siyaset sürecinde ordu
yönetiminin ülkenin dört bir yanındaki ayrılıkçı gruplarla var olan çatışma ve
ayrışma ortamını nasıl yöneteceği konusuydu.
Bu sadece, ülke genelinde güvenliğin tesisi bakımından
değil, aynı zamanda bir sonraki ulusal seçimlerde ordu merkezli partinin genel
kamuoyundan nasıl kabul göreceğinin de ortaya çıkmasını sağlayacaktı.
Burada, ülke demografik yapısında Bamar’lar ile genel
olarak ötekiler arasındaki ayrımın yaklaşık yüzde 60’a, yüzde 40 olması da
kayda değer bir göstergedir. Taraflar arasında görüşmeler olmadığı söylenemese
de, bu sürecin ulusal birliği sağlayıcı yöne evrilmemesi aslında, 2015
seçimlerine önemli bir miras olarak kaldı.
2010’da başlayan demokrasiye geçiş döneminin siyasi
sağlaması, 2015 seçimlerinde kendini gösterdi. Bir anlamda, Thein Sein
hükümetinin demokrasiye geçiş sürecinde, en azından teknik olarak görevini
yapabildiğinin göstergelerinden biri, NLD’nin seçime girme konusunda karar
vermiş olmasıydı.
Bu şartlarda girilen seçimde NLD’nin parlamentoda
çoğunluğu sağlaması iki açıdan önemliydi. İlki halkın, üniformalarını çıkarmış
olan ordu merkezli siyasi partiye eğilim göstermemesiydi. İkincisi, NLD’nin
sadece Bamar ağırlıklı toplumun değil, etnik azınlıklardan da destek
alabildiğini ortaya koyuyordu.
Darbe ve dış aktörler
Ülkenin modern tarihsel gelişimine bakıldığında, Myanmar
darbesini tatmadaw marifeti olarak görmek elbette mantıksal bir çıkarım.
Ancak bununla birlikte, ülkenin ve bölgenin özellikle, son yirmi yılda tecrübe
ettiği değişim süreçlerinde hem destek, hem de darbe ile çelişkili olabilecek
gelişmeleri birarada görmekte yarar var.
İlki yani, ülkedeki darbeyi engelleyemese bile, en
azından gizli/açık destek vermeyecek bir Çin’in varlığı, Myanmarlı generallerin
kararlarını bir kez daha düşünmelerine yol açabilirdi.
Ancak böylesi bir gelişme olmadığı gibi, haddi zatında
Batılı demokratik değerlerle çatışma halindeki Çin’in, Myanmar’daki darbe
sonrası süreci kendi lehine olacak şekilde kullanması bu ülkeyi, Doğu-Batı
çatışmasında yeni olgulardan biri haline getirdi.
Bir başka deyişle, 2010’da başlayan ve özellikle ABD ve
AB’nin desteklediği, bölgesel bir yapı olarak ASEAN tarafından da memnuniyetle
karşılanan demokratikleşme süreci, bugün tanık olunduğu üzere akamete uğramış
durumda.
İkincisi, bölgenin yani, Myanmar’ın üyesi olduğu ASEAN’ın,
çelişkilerle dolu Doğu-Batı ya da Çin-ABD ilişkilerinde kendini bölgesel bir
siyasi aktör olarak konumlandırdığı ve bu konuda kararlılık gösterdiği süreçte,
Myanmar bu süreçteki gelişmelere eklemlenebilir ve siyasi ve ekonomik
kazanımlar elde edebilirdi.
NLD ne kadar sorumlu?
2015-2020 yılları arasındaki NLD hükümetinin bu yönde
adımlar atmadığı söylenemez. Ancak bu süreçte kırılma noktası 2016-2017’de
yaşanan ve aslında 2012’deki sürecin devamı olan Rakhine Eyaleti’ndeki Arakanlı
Müslümanlara yönelik baskı ve şiddet ortamının etnik soykırıma dönüşmesidir.
Bu süreçte, özellikle sadece ASEAN’dan değil, tüm
dünyadan Suu Kyi’nin ciddi bir siyasi tavır alması beklenirken, bu şiddetin
ardındaki güvenlik güçlerini desteklemesi hem kendisinin güçlükle kazandığı
siyasi itibarını hem de ülkenin demokratikleşme sürecine önemli bir engel
oluşturdu.
Suu Kyi’nin ülkesini, den Haag’da uluslararası mahkemede
ülkesini bizzat savunması bu sürecin hiç de olumlu noktalanmadığının sembolik
ifadesiydi.
Aynı dönemde, İkinci veya 21. yüzyıl Panglong
Anlaşması denilen süreçte ulusal yönetim ile ülkenin dört bir yanındaki
etnik ayrılıkçı hareketlerle barış süreçlerinin bazı grupların dahil edilmesi,
diğer bazılarının dışarıda bırakılması gibi belirsizliklerle dolu bir yapı
kazanması yine NLD hükümetinin siyasi başarısızlık hanesindeki önemli
gelişmelerden biri olarak yer aldı.
Suu
Kyi ve NLD hükümetinin bu iki temel gelişmede demokratikleşme adına önemli
adımlar atamamış olmasını, 2008 anayasasınca belirlenen meclisin dörtte
birinin asker üyelerden oluşması ve üç kilit bakanlığı askerlere tahsis
edilmesiyle ilgili maddelere bağlamak mümkün.
NLD’nin 2015-2020 yılları arasındaki iktidar dönemindeki icraatlarında ve özellikle de, yukarıda dikkat çekilen iki temel husustaki başarısızlığa rağmen, 2020 Kasım seçimlerinde elde ettiği seçim başarısı arasında bir çelişki görülebilir.
Ancak ordunun, seçimlere hile karıştırıldığı iddiasıyla ve ardından bir dizi yolsuzluklarla birlikte gündeme gelen darbe sürecinde Ulusal Birlik Hükümeti ve bu sürgün hükümetinin Ulusal Birlik Ordusu, Arakanlıların uluslararası çevrelerce de tanınmış haklarına kabul eder; alınan kararları destekler ve bugün söz konusu uluslararası mahkeme kararlarının mevcut darbeci hükümete karşı kullanılmasını savunurken, aynı zamanda maddi ve siyasi güçlerini tesis açısından çeşitli etnik azınlıklarla ittifaklar kurmaları oldukça manidardır.
Myanmar’da 1 Şubat 2021’deki darbeyi sadece Suu Kyi ve/ya başında bulunduğu NLD’ye yönelik yapıldığını söylemek mümkün değil. Artık uluslararasılaşmış bir olgu olarak Arakanlı Müslümanlar konusu ve ülkenin sınır boylarındaki diğer etnik yapılarla ilgili süreçlerin birarada ele alınması gerekiyor.
Mevcut darbeci yönetime karşı ortaya konulan Ulusal
Birlik Hükümeti’nin bölgesel ve küresel çevrelerde meşruiyet arama
arayışlarının sürdüğü bugünlerde temelde bu iki hususu dikkate almaları kadar,
ilgili uluslararası çevrelerin de bu konuda yapıcı politikalar geliştirmesi
gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder