Mehmet Özay 20.02.2022
ABD’nin, Asya-Pasifik veya son dönem söylemlerinde ortaya çıktığı haliyle ifade etmek gerekirse, Hint-Pasifik kavramsallaştırması söz konusu bu bölgenin, yeniden bir dönüm noktasında olduğunun da göstergesidir.
Genel itibarıyla bakıldığında, ABD’nin Ortadoğu ve Batı
Asya politikalarından tedrici olarak çekilmesinin ve yeniden Hint-Pasifik
bölgesine yönelmesinin adı olan bu gelişmede aktörün, ABD olduğu düşünülebilir.
Buna aşağıda değineceğim...
Hint-Pasifik gerçekliği
Ancak öncelikle, bu coğrafi yaklaşımın neye tekabül
ettiğini açık seçik ortaya koymak gerekir. Öyle ki, böylesine geniş bir coğrafi
çerçevenin çizilmesi bir anlamda, bazıları için bir tür belirsizliği de
beraberinde getiriyor olabilir. Bu hususu netleştirmekte yarar var...
Öncelikle, Hint Pasifik’in Hint Okyanusu’dan Asya
Kıtası’nın Pasifik Okyanusu’ndaki sahil şeridini ve söz konusu bu okyanusun
Batı’da bir başka deyişle Kuzey ve Güney Amerika kıtalarında ulaştığı sahil
şeridinde uzanan ülkeleri içine aldığı görülür.
Ancak, ABD’nin böylesine geniş suyolları üzerinde
hakimiyet stratejisi olduğu söylenebilirse de, bu coğrafyanın odak noktasının
Doğu Asya ve Güneydoğu Asya bölgesi olduğuna vurgu yapılmalıdır.
Bu durum, ABD’nin Ortadoğu ve Batı Asya politikalarından
tedrici olarak çekilmesi ve ‘yeniden’ Hint-Pasifik bölgesine yönelmesi olarak
aktarılıyor. Burada, ‘yeniden’ vurgusu önemli. Açıkçası, bununla yapılmak
istenen tarihsel gönderme, ABD’nin 2. Dünya Savaşı süreci ve devamında
geliştirdiği Asya-Pasifik politikalarıdır.
Bir başka deyişle dile getirmek gerekirse, 19. yüzyıl sonlarından
başlayan ve 20. yüzyıl ilk on yılları boyunca gelişme gösteren bir Japon
gelişimi ve yayılımı karşısında, bölgedeki Batı Avrupalı sömürgeci devletlerin
sözde siyasi egemenlik sahalarına yönelik tehdide karşı, bir Batı/ Anglo-Sakson
stratejik denizci gücünün oluşturulmasıydı.
Aslında tam da yeri gelmişken ifade edelim ki, Çin
yönetiminin ABD’nin son dönemde, Hint Pasifik politikasını ve bu yöndeki
ekonomik ve siyasi blok oluşturma ve bunu giderek askeri bir niteliğe bürünme
çabasını, “yeni bir Soğuk Savaş olgusu” olarak adlandırmasının ardında
böylesine önemli bir tarihsel gelişme vardır.
İtici güç
ABD’nin liderliğinde ortaya konulmaya çalışılan
Hint-Pasifik jeo-stratejik yapılanmasında belirleyici aktörün ABD olduğu
sanılabilir. Oysa, Hint-Pasifik bölgesinin özellikle, Asya-Pasifik alanında kendini
ortaya koyan gelişmelerde, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’daki gelişmeler ile bu
coğrafyalardaki siyasi, ekonomik ve askeri yapılanmaların itici gücü
oluşturduğu görülür.
2. Dünya Savaşı öncesi ve sürecinde Japonya kendi
bölgesinden başlayarak Asya-Pasifik’te güneye doğru inen ve dönemin Batı Avrupa
sömürgeci yapısı karşısında ‘Asyalılık ruhu’nu ortaya koyma hedefiyle
bir gelişme kaydetmişti. Tıpkı bunun gibi, bugün de öncüsünün Çin’in ekonomik,
siyasi ve askeri yapılaşmasının, ABD önderliğindeki Batı bloğunun küresel
ekonomi-politiğine bir karşı çıkış anlamı taşıyan gelişmenin belirleyici olduğu
görülür.
Bu durum, ABD’nin ve/ya Batı/Anglo-Sakson varlığının
kendini, bölge politikalarına adapte etmesi; elinde var olduğu düşünülen
siyasi, ekonomik gücü sürdürmedeki kararlılığını, askeri yapılanmasıyla
destekleyerek ortaya koymakta olduğuna işaret ediyor.
Anglo-Sakson konsensüsü
Washington yönetiminin bu süreci, tek bir siyasi partinin
politikaları olarak anlamak ve uygulamak yerine, ABD’nin ve Anglo-Sakson
dünyasının var oluş politikaları olarak kabul ederek buna uygun hareket
etmektedir.
Bunun somut göstergesi, ABD iç politikasında özellikle
son dönemde, gayet ayrışmacı bir nitelik taşıdığı gözlemlenen Demokratlar ve
Cumhuriyetçiler arasında Kongre’de varılan bir konsensüs, Hint-Pasifik
politikalarının hayatiyetini ortaya koyuyor.
Bu noktada, ABD başkanı Joe Biden’ın 27 Ekim 2021
tarihinde Doğu Asya Zirvesi’nde “Hint-Pasifik bölgesinin açık, bağlantılı ve
yeni gelişmelere kendini uyarlayabilen, gelişmiş, ve güvenlikli bir böle
vizyonu öngörüyoruz” anlamına gelen söylemi, tam da buna işaret ediyor.
Ancak, ABD’nin bu vizyonu tek başına ortaya koyması
mümkün değil. Bu nedenle, söz konusu bu gelişmenin uluslararası karşılığı ise -katkılarına
şüphe olmamakla birlikte- Japonya, Hindistan, Singapur gibi bölgesel
aktörlerinin ötesinde, daha çok İngiltere ve Avustralya gibi Anglo-Sakson
ailesinin varlığıdır.
ABD’nin Hint-Pasifik vizyonunu, yukarıda dikkat çekilen
ve gayet açık bir tehdit olarak algılanan Çin’in ekonomik, siyasi ve askeri
yapılaşması karşısında salt bir askeri güç yapılaşması olmadığını görmek
gerekir. ABD açısından gündemde var olan husus, yeni bir dönemin varlığı ve
adına Asya Yüzyılı denilen yapının şekillendirilmesinin öncellenmesidir.
Doğu ve Güneydoğu Asya’nın belirleyiciliği
Bu yeni dönemi hazırlayan şartların, salt ABD’nin kararı
ve kararlılığı ile olmadığı vurgulanmalıdır.
Yakın döneme kadar ifade edildiği şekliyle, Asya-Pasifik
bölgesinde Doğu Asya’da Japonya, Güney Kore ve Tayvan; Güneydoğu Asya’da
Singapur, Malezya, Vietnam ile devam eden ekonomik modernleşme süreçlerinin
ABD’nin/Anglo-Sakson dünyasının katkıları kadar, daha çok bu ülkelerdeki
toplumların siyasal ve toplumsal karar mekanizmalarının ve süreçlerinin rol
oynadığını görmek gerekir.
1980’li ve 90’lı yıllarda Asya Kaplanları
adıyla anılan ekonomik modernleşmeci sürecin, kendine model olarak belirlediği
ve resmi politikalarda Look East Policy olarak zikredilen ve
hedefin Japonya olduğunu gösteren yeni bir dönem ve süreç kendini ortaya
koyuyordu.
Son yirmi otuz yıllık süreçte sadece, bölgesel ekonomik
modernleşmeyi sağlamayı değil, bunun alt yapısı olan güvenlik politikalarının
belirlenmesindeki rolü ile Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (Association
of Southeast Asian Nations-ASEAN) varlığı giderek önem kazandı.
Bugün, ABD’nin kendisine salt ekonomi alanında bir rakip
olarak görmekle kalmadığı, bunun ötesinde giderek siyasi ve de askeri bir
tehdit unsuru olarak algıladığı Çin’in gelişim çizgisini, en azından bölgesel
ekonomik modernleşme kronoloji çerçevesinde görmek gerekir.
ABD’nin Hint-Pasifik politikasının belirleyici unsurları,
ikili ve bölgesel askeri ittifaklardan ibaret değildir. Aksine, hedefte
Anglo-Sakson dünyasının değerlerinin tüm bölgede anlaşılması ve pratiğe
geçirilmesi bulunmaktadır.
Tam da bu noktada, ABD’nin niçin Ortadoğu ve Batı
Asya'dan elini eteğini çekme kararı verdiğini hatırlamak gerekir.
Soğuk Savaş yılları ve SSCB’nin dağılmasının ardından
oluşan yeni dönemde, ABD’nin -bizatihi kendisinin de üreterek katkıda bulunduğu-,
bir ‘öteki’ düşman oluşturma bağlamında, önceliği Ortadoğu ve Batı Asya’ya vererek,
bu bölgelerde siyasi, hukuki ve ekonomik dönüşümler gerçekleştirme
hedefindeydi.
Buna karşın, ABD söz konusu bu hedefleri oluşturamadığı
ve oluşturmasının da bugünkü şartlarda dahi pek mümkün gözükmediği, aksine
giderek daha büyük kırılganlıkların ortaya çıktığı bir dönemde kendini bu
bölgeden çıkarması kendi başına gayet anlamlıdır.
ABD günümüzde, bizatihi bir çıkmaz yol olarak gördüğü Ortadoğu
ve Batı Asya coğrafyaları yerine, gerçekleştirdiği ekonomik modernleşmesi ile
sadece, bölgesel bir etki ile sınırlı olmayan ve giderek küresel
belirlenimcilikte rol alan Hint-Pasifik bölgesini ve buna paralel olarak
gelişmekte olan siyasal değişimlere yön verme arzusundadır. Ancak, ortada gayet
büyük bir fark bulunmaktadır.
O da, ABD’nin belirleyicilik amacını güttüğü Hint-Pasifik
bölgesinde ne karşı koymak istediği Çin, ne de bu ülke ile siyasal/ideolojik
ayrışmalar yaşamakla birlikte bölge ülkeleri, kendilerini ABD egemenliğine
teslim etme eğilimindedirler. Çin bir yana, özellikle bölgenin irili ufaklı
diğer ülkeleri, ABD’nin ‘tek egemen’ olarak yer alamayacağını Asyalılık diliyle
ortaya koymaktadırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder