Mehmet Özay 26.02.2022
Doğu Avrupa’da yaşanan gelişmeler örneğinden hareketle bugün tanık olduğumuz küresel gelişmeler, bize dünyanın iyi yönetilip yönetilmediği sorusunu ciddi bir şekilde gündeme getirilmesini zorunlu kılıyor.Söz konusu bu sorgulama, tüm dünya devletleri ve
toplumlarının sorumlu olmadıkları anlamı taşımamakla birlikte, daha çok,
dünyayı yönettiği iddiasındaki büyük güçlerle ve liderleriyle ilgili bir duruma
işaret ediyor.
Bununla bağlantılı bir diğer husus, bugün
yaşananların bir anlamda siyasal ve ideolojik kökeni olması dolayısıyla,
dünyanın iyi yönetilip yönetilmemesinin aslında, geçen yüzyılın başlarına kadar
götürülebilecek bir olgu olduğunu ifade etmekte yarar var.
2. Dünya Savaşı Batı ittifak güçlerinin
dönemin iki milliyetçi devleti Almanya ve Japonya’yla karşılaşması anlamı
taşıyordu. Ancak savaşın bu denli yıkıcı bir nitelik taşıyabileceği konusunda
ittifak güçleri arasında pek de sağlıklı bir görüş ortaya konulmuyordu.
Örneğin, savaşın hemen başlarında İngiltere
başbakanı Winston Churchill Avrupa’da Hitler Almanyası’nın Fransa’da Maginot
Hattı’nı geçebileceğine; Doğu Asya’da da Japonya’nın İngiliz sömürgeciliğinin
kalesi konumundaki Singapur’dan çıkartabileceğine hiçbir şekilde ihtimal
vermiyordu. Ancak her iki halde de, Churchill yanılmış ve Batı ittifak güçleri
nihayetinde, savaşta tarafsız konumdaki ABD’yi yardıma çağırmak zorunda
kalmışlardı.[1]
Doğu Avrupa krizi ve küresel yönetim
Bu örneği, son üç gündür küresel kamuoyunun
tanık olduğu Rusya’nın, Ukrayna istilasına benzerliğinin yanı sıra, temelde
dünyanın iyi yönetilemediğine vurgu yapmak amacıyla gündeme getirdim.
Bu noktada, ‘Dünya iyi yönetilmiyor’
ifadesinin, yukarıda verilen örnekteki gibi 1940’lar gibi önceki dönemler bir
yana özellikle, son birkaç on yıldır dünyanın farklı bölgelerinde tanık
olduğumuz gelişmeler dikkate alındığında, gayet yavan kaçtığı ve maalesef
tekrarlanan bir hususiyet olduğu söylenebilir. Öyle ki, bir tür
kanıksanmışlıktan hareketle, “ortada yeni bir şey yok” denilebilir.
Bununla birlikte, geçtiğimiz Perşembe günü
Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in, Ukrayna’nın doğusunda Donbask
bölgesinde, sözde bağımsızlığını ilân eden ve uluslararası camianın tanımadığı Donetsk
ve Luhansk bölgelerini koruma adına komşu ülke Ukrayna’yı istila girişimi ile
buna verilen karşılık bağlamında bu ifadeyi yani, ‘dünya iyi yönetilmiyor’
demeyi bir sorumluluk gereği tekrarlamakta fayda var.
Rusya’nın işgali ve Ukrayna’nın Putin’in
kararlarına diz çöktürülmesi süreci, söz konusu bu iki ülke arasında ikili
ilişkiler ile bölgesel ve uluslararası kurumlararası ilişkilere kadar geniş bir
yelpazede, dünyanın iyi yönetilmediğinin işaretlerini ortaya koyuyor.
Rusya’nın, tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde
Ukrayna’yı istila girişimi, “bu kadarını da beklemiyorduk” türünden
açıklamalarda görüldüğü şekliyle, büyük bir şok dalgası oluşturduğu
söylenebilir.
Bununla birlikte, bu ülkeye yönelik siyasal
bir ahlâki yaklaşımın şu ana kadar ortaya konulamamış olması veya bir başka
deyişle, gelişmeler karşısında fiili bir hareketin gündeme getirilememiş olması
gayet açık seçik görülmektedir.
NATO politikası ve belirsizlik
İstila girişiminde, aktör konumundaki Rusya’yı
durdurmaya yönelik olarak Birleşmiş Milletler (BM / United Nations-UN)
nezdindeki bir girişimle ne hukuki, ne de ‘Kuzey Atlantik Paktı Organizasyonu’
yani, NATO (North Atlantic Treaty Organization-NATO) gibi düne kadar
Ukrayna’nın arkasında durduğunu belirten bölgesel ya da daha doğrusu, dünyanın
farklı bölgelerindeki gizli/açık varlığıyla küresel bir yapının “kötülüğü”
önleyiciliğinden bahsedilebilir.
“Dünyanın iyi yönetilmediği”nin tam da
gerçekçi bir görünümü olan bu durum, küresel yönetimde gayet önemli bir ‘ahlâki’
sorunun varlığını ortaya koymaktadır.
Bu ahlâki sorun, öncelikle Ukrayna’ya komşu
eski Doğu Bloku ülkelerinden başlayarak Ukrayna devletini ve halkını bizzat koruyacaklarını
ve olası gelişmeler karşısında arka çıkacaklarını söyleyen NATO üyesi Batı
Avrupa ulus devletleri ve halklarından, NATO’nun Kuzey Amerika’daki hamisi
konusundaki ABD ve Amerikan halkına ve oradan Rusya’nın istila girişimini haklı
gören Çin Halk Cumhuriyeti’ne kadar bir dalga halinde dünyanın diğer
bölgelerine yayılmaktadır.
Ukrayna devlet başkanı Volodymry Zelensky’nin
ülkesinin istila girişiminin ikinci gününde Avrupa’ya seslenerek, “… Ülkemizi
savunmak için tek başımıza terk edildik… Bu istilayı sona erdirmek için acil
harekete geçmelisiniz…” çağrısı, -diğer ülkeler bir yana- açıkçası Avrupa’yı
kendi içerisinde ahlâki tutum takınmaya davet niteliği taşıyordu.
Bu durumda, çeşitli devletlerin ve toplumların
konumu dikkate alınarak, öncelikle Doğu Avrupa’daki kriz ortamına coğrafi
yakınlık uzaklık kadar, etnik ve dini gibi farklılaştırıcı bir boyutu ile bu noktada,
şu ya da bu şekilde anlaşılabilir bir duruma işaret ettiği düşünülebilir. Yani,
dünya kamuoyu dediğimiz mevcut ulus-devletlerin ve toplumların, kendi ulusal ve
bölgesel sorunları nedeniyle, yanı başlarındaki veya uzak bölgelerdeki
toplumların ve bu toplumların sorunlarına bigâne kalıyor olabilirler.
Güç, liderlik ve ahlâkilik sorunu
Dünya’nın iyi yönetilememesi ve bununla
bağlantılı olarak gündeme gelen ahlâkilik sorunu, uluslararası arenada güç
sahibi olduğu belirtilen liderlerin söylemleri ile eylemlerinin çelişmesinde
kendini ortaya koymaktadır.
Ukrayna sorunu özelinde belirtmek gerekirse,
ABD öncülüğündeki NATO’nun Ukrayna devletini ve de Ukrayna halkını Rusya’nın
istilası karşısında, gizli/açık bazı girişimlerine rağmen, genel itibarıyla
yalnız bırakmış olması ABD başkanı Joe Biden’ı önce çıkarmakta ve bir anlamda
sorumluluk taşımasına neden olmaktadır.
Bu noktada, Biden’in 22 Eylül 2021 tarihinde
BM genel kurulu açılış konuşmasında dile getirdiği ve bu yüzyılda, bir tür
küresel yenilenmenin ve arınmanın gerekliliğine yaptığı söylemi hatırlamakta
fayda var.
Biden’ın yenilenme ve arınmaya vurgu yapan
söylemi, uluslararası toplumun karşı karşıya kaldığı iklim değişikliği,
terörizm, ekonomik durgunluk, kovid-19 vb. gibi son dönemin başat sorunlarını
birlikte çözme gayretine işaret ediyor ve “Dünün savaşlarına devam etmek
yerine, kaynaklarımızı kollektif bir gelecek için adamalıyız… Güvenliğimiz,
refahımız ve özgürlüğümüz daha önce olmadık denli birbirine kenetlenmiştir.”
diyordu.
Yani kısaca, geçmişin yok edici savaşları
yerine, küresel el birliğiyle mevcut sorunların halli ile küresel kamuoyunun refahının
sağlanmasına matuf bir söylem…
Kuşkusuz, herkesin hem fikir olacağı bu ve
benzeri cümlelerin pratiğe geçirilmesi konusunda diğer ülkelerin ve
uluslararası kuruluşların sorumluluklarını azaltmamakla birlikte özellikle, bu
sözleri sarf eden ABD başkanının, pratikte neler yapabileceğini bugüne kadar ortaya
koyması beklenirdi. Ancak, Biden yönetiminin politikaları ve içinden geçilmekte
olan dönem özellikleri dikkate alındığında, dünyanın iyi yönetilmediği hususu kendini
gayet açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
[1] David P.
Goldman, “US military minds still stuck in Pearl
Harbor mentality”, Asiatimes, December 6,
2021.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder