4 Kasım 2021 Perşembe

Eleştiriye hakkını vermek ya da sekülerleşmeye teslim olmak

Mehmet Özay                                                                                                                            04.11.2021

Bir süredir ulusal gündemde, iktidara yönelik eleştiriler muhalefet çizgisinde yer alan birbirinden ayrışan ekollerden, belli başlı gazetelerde yer alan köşe yazarlarına kadar farklılık gösteriyor. Burada özellikle, ‘içerden’ addedilen yazar-çizer çevrelerce getirilen eleştirilere bakmakta yarar var.

Aslında toplumun derinlerine indikçe, iktidara yönelik söz konusu bu eleştirel söylemin, mevcut iktidarın ortaya çıkmasından itibaren şu ya da bu şekilde var olduğunu tespit etmek mümkün. Ancak zamanla artan bir eğilimin de salt kendinde bir olgu olmadığı, bunun toplumsal gerekçeleri olması gerektiğini hatırlamak gerekiyor. Bununla birlikte, bugün ‘içerden’ denilen yazar-çizer ehlinin gündeme taşıdıkları konular ile ilk gruptakiler arasında temelde bir fark var.

Yazar-çizer ehlinin iktidara eleştirel göndermeleri, bizatihi içinden çıktığı özden uzaklaşan  Müslümanlara gönderme yapan bir eleştiri türü ile karşı karşıyayız. Bir başka şekilde söylemek gerekirse, İslami anlayışla örtüşecek ve kendi eleştiri geleneğiyle örtüşecek şekilde, iyiliği emr etme, kötülükten sakındırma (emr-i bil ma’ruf nehiy ani'l münker) düzleminde yürütülüyor.

İktidara yönelik ilk grubun eleştirilerinde bu İslami bağlamı bulmak mümkün olmadığı gibi, -din-dışı ahlâki tutumu paranteze alarak söylemek gerekirse- yapıldığı ileri sürülen hatalar üzerinde sadece iktidar değil, İslamın kendisinin de gizli-açık hedef haline getirildiği anlaşılıyor. Söz konusu siyaset dünyasının muhalefet vechesinde yer alan bu ikinci grubu, kendini muhafazakâr addedebilecek yapının/yapıların dışındakileri yani, kahir ekseriyeti oluşturan ve kapsam alanı daha geniş olan, bir başka deyişle yaklaşımlarını gizli/açık laik zeminde kabul edenler olarak anlamakta yarar var.

İslamın bir yönetim biçimi olup olmaması ve bu çerçevedeki ilişkiler boyutu bir yana, pratikte karşımıza çıkan durumuyla değerlendirmek gerekiyor. Bu noktada, parti programında İslami referanslara gönderme yapmayan; aksine, kendini muhafazakâr olarak adlandıran bir siyasi yapı var.

Bunun yanı sıra, partiye mensup bireylerin kendilerini dini yani, bu çerçevede İslami daire içerisinde kabul etmelerinin salt bildik ibadetlerle sınırlı olmadığı; bunun ötesinde, daha kapsayıcı olan ve bu anlamda, gündelik yaşam içerisinde, kamusal ve özel ayrımı gözetme gereği duymaksızın, mümkün olan her alanı rasyonel gerekçelere dayalı olarak, İslami ilkelere/değerlere bağlı olacak şekilde tanımladığı ve bu tanımlara bağlı olarak pratiğe geçirme süreçlerine bilinçli ve kasıtlı olarak yer verdiği bir yaklaşım söz konusudur.

Muhafazakâr kavramına içkin olan Batı kökenli ideolojik çerçevesinin kendinde bir sorun olup olmadığı tartışmaya açıktır. Öte yandan, bugünün muhafazakârı ile örneğin, ülkenin adına demokratik denilen siyasal sisteminin ortaya çıkmaya başladığı erken evreden itibaren ortaya konulan ve kendini ‘muhafazakâr’ addeden siyasal partilerin duruşu arasında fark olmadığı da  söylenemez.

İçerden denilen yazar-çizer ehlinin metinlerinin referans noktasını İslami kriterler oluşturuyor. Burada hedefin bir kurum olarak siyasi parti olmadığı, aksine bu partiye mensubiyetini gizli/açık ilân etmiş -ya da ilân etmemiş olanlar da olabilir, ki topluma daha yakından baktığımızda bu  toplumsal sektörleri de birer sosyolojik vakıa olarak görmek olası- bireyler, gruplar olduğu anlaşılıyor.

Ancak bu yaklaşım, sosyolojinin verileriyle gündeme getirilmeye çalışıldığında karşımıza bir kavram olarak sekülerleşmeyi çıkartıyor.

Burada sekülerleştiği veya sekülerleşme eğiliminde olduğu ifade edilen kuşkusuz ki, mevcut siyasi parti olamaz. Nihayetinde partinin, yukarıda dikkat çekildiği üzere programında muhafazakârlık dışında bir bağlama gönderme yapılmaması ya da partinin İslami olduğunu söylememesi buna işaret ediyor. Ancak bu sekülerliğin bir yerlerde ortaya çıktığı da bir vakıa.

Bu bize, partiye mensup aktif üyelerin öncelikli olduğu ancak, bunlarla sınırlı olmayan; aksine giderek toplumsal evreni genişleyecek şekilde, partiye destek veren sıradan/sivil bireyleri de kapsayarak, tüm bu toplumsal kesimlerin, gündelik yaşam içerisinde eylem biçimlerinin sorgulandığını gösteriyor.

Eylemin salt kendinde ya da yalıtılmış bir bütün olmadığı dikkate alındığında, tartışmalara konu olan eylem dizgelerinin, kendilerine dayanak tuttukları bir bakış açısı olmalı ki, burada söz konusu bu bakış açısı İslami anlayış/teori vb. anlamına geliyor, ortada kayda değer bir çelişkinin varlığı kendini gösteriyor. Eleştirilerde, yanılgı payını dikkate almakla birlikte, söylenmek istenenin de bu olduğu anlaşılıyor.

Tabii, bu eleştirilerin hedefi olanların, çıkıp “hayır” deme hakları bulunuyor. Ortada ne tür bir terazi olmalı ki, doğru yanlış belirlenmiş olsun… Terazi kimin elindeyse o mu karar verici? Cevap galiba biraz bununla bağlantılı… Ancak sosyoloji öyle demiyor.

Yukarıda dikkat çekilen içerden yazar-çizerlerin İslami bakış açısını temel alan eleştirel tutumları, sosyolojinin verileriyle gündeme getirilmeye çalışıldığında karşımıza sekülerleşme olgusu çıkıyor. Türkçe ‘dünyevileşme’ olarak da karşılanan sekülerleşmenin birbirinden dikkat çekici bir şekilde ayrışan boyutlarının bugün söz konusu bireylerde, kitlelerde tezahür ettiği ifadeleri aslında bugün gündeme getirilen. Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, inanca ait teorik yapıyı pratiğe geçirirken, dönüştüren/bozan bir şeylerin varlığı ile karşı karşıya toplum.

Sekülerleşme yerine acaba ‘modernleşme’ kavramı kullanılsa sorun kalmayacak gibi. Ancak sosyolojik bilginin hakkıyla devreye girmemiş olması ya da kasıtlı ve bilinçli olarak unutuluyor olması, bu iki kavramın tarihsel ve sosyolojik olarak temel bağlamları dikkate alındığında, birbirine destek veren vecheleri olduğunun göz ardı edilmesini gerektirmiyor. Şayet bilimin bir ahlâkı varsa…

Ya da, bildik unutma halinde devam ederek, “sekülerleşiyorsunuz” eleştirisine alınanlara, “modernleşiyorsunuz” denmesi halinde, bu yaklaşımı memnuniyetle karşılayacakları düşünüldüğünde, eleştiride kavramsallaştırmayı bir kez daha gözden geçirmek mümkün olabilir. Ancak bu geçici bir keyif halinden öte bir işe yaramayacaktır. Nihayetinde, sekülerleşmeye teslim olmak şu ya da bu şekilde varlığını devam ettirecektir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/11/04/elestiriye-hakkini-vermek-ya-da-sekulerlesmeye-teslim-olmak/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder