Mehmet Özay 04.11.2021
Bir süredir ulusal gündemde, iktidara yönelik eleştiriler muhalefet çizgisinde yer alan birbirinden ayrışan ekollerden, belli başlı gazetelerde yer alan köşe yazarlarına kadar farklılık gösteriyor. Burada özellikle, ‘içerden’ addedilen yazar-çizer çevrelerce getirilen eleştirilere bakmakta yarar var.
Aslında toplumun derinlerine indikçe, iktidara yönelik
söz konusu bu eleştirel söylemin, mevcut iktidarın ortaya çıkmasından itibaren şu
ya da bu şekilde var olduğunu tespit etmek mümkün. Ancak zamanla artan bir
eğilimin de salt kendinde bir olgu olmadığı, bunun toplumsal gerekçeleri olması
gerektiğini hatırlamak gerekiyor. Bununla birlikte, bugün ‘içerden’ denilen yazar-çizer
ehlinin gündeme taşıdıkları konular ile ilk gruptakiler arasında temelde bir
fark var.
Yazar-çizer ehlinin iktidara eleştirel göndermeleri, bizatihi
içinden çıktığı özden uzaklaşan
Müslümanlara gönderme yapan bir eleştiri türü ile karşı karşıyayız. Bir
başka şekilde söylemek gerekirse, İslami anlayışla örtüşecek ve kendi eleştiri
geleneğiyle örtüşecek şekilde, iyiliği emr etme, kötülükten sakındırma (emr-i
bil ma’ruf nehiy ani'l münker) düzleminde yürütülüyor.
İktidara yönelik ilk grubun eleştirilerinde bu İslami
bağlamı bulmak mümkün olmadığı gibi, -din-dışı ahlâki tutumu paranteze alarak
söylemek gerekirse- yapıldığı ileri sürülen hatalar üzerinde sadece iktidar
değil, İslamın kendisinin de gizli-açık hedef haline getirildiği anlaşılıyor. Söz
konusu siyaset dünyasının muhalefet vechesinde yer alan bu ikinci grubu,
kendini muhafazakâr addedebilecek yapının/yapıların dışındakileri yani, kahir
ekseriyeti oluşturan ve kapsam alanı daha geniş olan, bir başka deyişle
yaklaşımlarını gizli/açık laik zeminde kabul edenler olarak anlamakta yarar
var.
İslamın bir yönetim biçimi olup olmaması ve bu
çerçevedeki ilişkiler boyutu bir yana, pratikte karşımıza çıkan durumuyla
değerlendirmek gerekiyor. Bu noktada, parti programında İslami referanslara
gönderme yapmayan; aksine, kendini muhafazakâr olarak adlandıran bir siyasi
yapı var.
Bunun yanı sıra, partiye mensup bireylerin kendilerini
dini yani, bu çerçevede İslami daire içerisinde kabul etmelerinin salt bildik ibadetlerle
sınırlı olmadığı; bunun ötesinde, daha kapsayıcı olan ve bu anlamda, gündelik
yaşam içerisinde, kamusal ve özel ayrımı gözetme gereği duymaksızın, mümkün
olan her alanı rasyonel gerekçelere dayalı olarak, İslami ilkelere/değerlere
bağlı olacak şekilde tanımladığı ve bu tanımlara bağlı olarak pratiğe geçirme
süreçlerine bilinçli ve kasıtlı olarak yer verdiği bir yaklaşım söz konusudur.
Muhafazakâr kavramına içkin olan Batı kökenli ideolojik
çerçevesinin kendinde bir sorun olup olmadığı tartışmaya açıktır. Öte yandan,
bugünün muhafazakârı ile örneğin, ülkenin adına demokratik denilen siyasal
sisteminin ortaya çıkmaya başladığı erken evreden itibaren ortaya konulan ve
kendini ‘muhafazakâr’ addeden siyasal partilerin duruşu arasında fark olmadığı
da söylenemez.
İçerden denilen yazar-çizer ehlinin metinlerinin referans
noktasını İslami kriterler oluşturuyor. Burada hedefin bir kurum olarak siyasi
parti olmadığı, aksine bu partiye mensubiyetini gizli/açık ilân etmiş -ya da
ilân etmemiş olanlar da olabilir, ki topluma daha yakından baktığımızda bu toplumsal sektörleri de birer sosyolojik
vakıa olarak görmek olası- bireyler, gruplar olduğu anlaşılıyor.
Ancak bu yaklaşım, sosyolojinin verileriyle gündeme
getirilmeye çalışıldığında karşımıza bir kavram olarak sekülerleşmeyi
çıkartıyor.
Burada sekülerleştiği veya sekülerleşme eğiliminde olduğu
ifade edilen kuşkusuz ki, mevcut siyasi parti olamaz. Nihayetinde partinin,
yukarıda dikkat çekildiği üzere programında muhafazakârlık dışında bir bağlama
gönderme yapılmaması ya da partinin İslami olduğunu söylememesi buna işaret
ediyor. Ancak bu sekülerliğin bir yerlerde ortaya çıktığı da bir vakıa.
Bu bize, partiye mensup aktif üyelerin öncelikli olduğu
ancak, bunlarla sınırlı olmayan; aksine giderek toplumsal evreni genişleyecek
şekilde, partiye destek veren sıradan/sivil bireyleri de kapsayarak, tüm bu
toplumsal kesimlerin, gündelik yaşam içerisinde eylem biçimlerinin sorgulandığını
gösteriyor.
Eylemin salt kendinde ya da yalıtılmış bir bütün olmadığı
dikkate alındığında, tartışmalara konu olan eylem dizgelerinin, kendilerine
dayanak tuttukları bir bakış açısı olmalı ki, burada söz konusu bu bakış açısı İslami
anlayış/teori vb. anlamına geliyor, ortada kayda değer bir çelişkinin varlığı
kendini gösteriyor. Eleştirilerde, yanılgı payını dikkate almakla birlikte,
söylenmek istenenin de bu olduğu anlaşılıyor.
Tabii, bu eleştirilerin hedefi olanların, çıkıp “hayır”
deme hakları bulunuyor. Ortada ne tür bir terazi olmalı ki, doğru yanlış
belirlenmiş olsun… Terazi kimin elindeyse o mu karar verici? Cevap galiba biraz
bununla bağlantılı… Ancak sosyoloji öyle demiyor.
Yukarıda dikkat çekilen içerden yazar-çizerlerin İslami
bakış açısını temel alan eleştirel tutumları, sosyolojinin verileriyle gündeme
getirilmeye çalışıldığında karşımıza sekülerleşme olgusu çıkıyor. Türkçe
‘dünyevileşme’ olarak da karşılanan sekülerleşmenin birbirinden dikkat çekici
bir şekilde ayrışan boyutlarının bugün söz konusu bireylerde, kitlelerde
tezahür ettiği ifadeleri aslında bugün gündeme getirilen. Bir başka ifadeyle
söylemek gerekirse, inanca ait teorik yapıyı pratiğe geçirirken,
dönüştüren/bozan bir şeylerin varlığı ile karşı karşıya toplum.
Sekülerleşme yerine acaba ‘modernleşme’ kavramı
kullanılsa sorun kalmayacak gibi. Ancak sosyolojik bilginin hakkıyla devreye
girmemiş olması ya da kasıtlı ve bilinçli olarak unutuluyor olması, bu iki
kavramın tarihsel ve sosyolojik olarak temel bağlamları dikkate alındığında,
birbirine destek veren vecheleri olduğunun göz ardı edilmesini gerektirmiyor. Şayet
bilimin bir ahlâkı varsa…
Ya da, bildik unutma halinde devam ederek, “sekülerleşiyorsunuz”
eleştirisine alınanlara, “modernleşiyorsunuz” denmesi halinde, bu yaklaşımı memnuniyetle
karşılayacakları düşünüldüğünde, eleştiride kavramsallaştırmayı bir kez daha
gözden geçirmek mümkün olabilir. Ancak bu geçici bir keyif halinden öte bir işe
yaramayacaktır. Nihayetinde, sekülerleşmeye teslim olmak şu ya da bu şekilde
varlığını devam ettirecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder