Mehmet Özay 28.11.2021
Bugüne değin gelinen aşamalar dikkate alındığında,
birbiriyle çelişecek yöntem ve yaklaşımların ortaya çıkardığı ürünlerle, gayet
önemli mesafe kat edildiğini söylemek gerekir. Bu süreçte, Malay dünyasını
sömürge dönemi ilişkilerini sömürge düşüncesinin bir devamı ve yenileyicisi
olarak yeniden ele almak kadar, bu dünyanın kendine özgü değerleri kabul
edilebilecek el yazmaları, antropolojik ögeler/elementler, arkeolojik veriler,
sözlü kültür bağlamları ile zengin kaynakları üzerinden anlamlandırmak ve
yapılandırmak mümkün oldu.
Bununla birlikte bu süreçlerin bittiğini,
sonlandırıldığını, artık yapılacak bir şey kalmadığını söylemek ise mümkün
gözükmüyor. Bunun birkaç nedeni olduğu gibi, bu nedenlerden hareketle bazı yeni
açılımların ortaya konulmasına elverecek bağlamlar mevcut bulunuyor. Ancak
bunları keşfedebilmenin ve anlamlandırabilmenin yolu, bölgeyi tekil eylemlerle
ve alanlarla değil, kapsamlı bir şekilde ele almakla mümkün olduğunu söylemek gerekiyor.
Buna aşağıda değineceğim.
Bunun öncesinde, dikkat çekilmesi gereken konu Malay
Takımadaları’nın bir suyolları zengini bölge olması; tarihini, toplumsal,
siyasal ve dini-kültürel ilişkilerinin yapılandırılması bu suyollarının gayet
dinamik bir süreklilik taşımış olmasıdır. Hem geniş denizler, okyanuslar hem de
kara parçaları üzerinde nehirler ile adalar/bölgeler arası etkileşim
sürdürülebilir nitelik arz etmiştir. Bunun yanı sıra, kara parçalarında yer
alan irili ufaklı nehirlerin, liman kasabaları/şehirleri ile iç dağlık bölgeler
arasında çok yönlü dinamizme olanak tanımıştır.
Söz konusu bu geniş suyolları bağlantısı göz ardı etmeyen
aksine, bunları eksene alarak bugüne ortaya konulan çalışmaların adına, revisiting
denilen yaklaşımla, bugüne kadar ele alınmış konuları, iki kapak arasına
getirilmiş çalışmaları, seminerlerde sunulmuş akademik dergilerle yayınlanmış
eserleri gözden geçirerek bunları yeni veriler, yöntemler ve yorumsamacı
yaklaşımlarla yeniden ele almak, hem ilgili akademi çevrelerinin bilim alanına
hem de, ilgili coğrafyalardaki toplumların tarihsel geçmişlerine önemli
katkılar sağlayacaktır.
Yukarıdaki yaklaşıma paralel şekilde gündeme
getirilmesinde yaran olan yöntem, bölge geçmişini ve hatta modern
ulus-devletler dönemlerini uzun dönemleri (longue duree) ile ele
alınmasıyla bağlantılıdır. Tekil hadiselerin, olguların; tekil bireylerin ve
grupların tarihin bir evresinde ortaya koydukları çabalar, eylemler, ürünler
kadar, diğer benzerlerinin yaptıklarından etkilenmelerinin o ana-zamana-mekâna
bir kayıt olduğuna şüphe bulunmamaktadır. Tarih veya sosyal tarih alanında
geçmişte bu anlamda yapılan çalışmaların bir kıymeti olduğunu da inkâr etmek
mümkün değildir.
Bununla birlikte, tarihi geçmişi uzun dönemli
perspektiflerde ele alan Fransız sosyal bilimci Fernand Braudel’e atıfla
Braduelian yaklaşımı olarak literatürde yer alan yaklaşımın halen gayet
işlevsel olduğunu söylemekte yarar var.
Bu yaklaşımı, Malay Takımadaları’nda geçmişte hayat
sürmüş farklı toplumların, siyasi yapıların/devletlerin hem kendi içinde tek
tek kısa-uzun dönemliliklerini; hem de bir bütün olarak geniş Malay dünyasını
anlamada araştırmacılara önemli katkılar sağlayacaktır. Bunun örneklerini,
örneğin Anthony Reid gibi bazı Batılı sosyal bilim araştırmacılarının eserlerinde
gözlemlemek mümkün.
Malay Takımadaları çalışmalarının, bazı teşebbüslere
rağmen, ülkemiz akademi dünyası için halen ‘yeni’ statüsünde olduğuna kuşku
bulunmamaktadır. Bu bölgenin sosyal bilimler sahası çalışmalarına konu edilmesi
bizde yaygın olan Doğu-Batı ilişkisini bir başka deyişle Osmanlı-Avrupa
ilişkilerinin dışına çıkılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu noktada, öne çıkması gereken ve de beklenen bir diğer
yenilik İslamiyetin merkezi konumuna sahip olduğu iddia edilen ve bu anlamda
hem İslami bilimlerde hem de İslam tarihi bağlamında öncülük kadar bir tür
bilimsel hegemonya da tesis etmiş olan yapının dışına çıkılması imkânını içinde
barındırmasıdır.
Tarihi olguların ve süreçlerin birbiri ardına dizilmesine
yani kronolojisine bir itiraza mahal olmamakla birlikte, İslamiyete toplumsal
gerçeklikte ortaya çıkışı, sürdürülebilirliği, meydan okumalar karşısında
direnişi gibi, bir dizi olgular üzerinden yaklaşıldığında, Malay
Takımadaları’nın kendine özgü hususiyetleri içinde barındırdığı görülmektedir.
Bu durum, aslında yukarıda Doğu-Batı denilerek bir
şekilde dini-kültürel ayrışmayı/etkileşimi gündeme iki farklı düşünce yapısına
dair tarihi okuma çabasına atıf yapılırken, Malay Takımadaları’nı çalışmak
suretiyle aslında, İslam dünyasının bizatihi kendi içerisinde, merkezini teşkil
eden yapıların gayet geniş bir coğrafyada, gayet geniş bir kültürler dizisine ev
sahipliği yapan Malay dünyasını anlama çabasını es geçmesi mümkün
gözükmemektedir.
Bununla, yani Malay Takımadaları’nı akademik inceleme ve
araştırma nesnesi kılmakla bir yandan klasik Doğu-Batı ilişkisine, öte yandan
örneğin, Ortadoğu gibi, İslam toplumlarının bulundukları coğrafi mekân
üzerindeki özellikleri dışına çıkarak, bir başka coğrafyadaki varlığına hatta
bir alternatif olma imkânını gündeme getirmek mümkündür.
Araştırma nesnesi olarak
ortaya konulacak olan bu coğrafi genişleme, bizi yukarıda atıfta bulunulan
Doğu-Batı sürecinde var olan özellikle ‘Hıristiyanlık dini dışında Konfüçyanizm,
Budizm, Hinduizm gibi gayet önemli Doğu dinleri ile ilgili çalışmalara en
azından göz atmamızı, ve zamanla ansiklopedik bilginin dışına taşarak,
derinleşmemize imkân tanıyacaktır.
Malay
Takımadalar çalışmalarının, bu toprakların tarihsel ve geleneksel olarak
doğrudan ilişkide bulunduğu Hint Okyanusu’nun anlaşılmasındaki rolü göz ardı
edilemez. Hatta bu durum, daha İslam öncesi dönemde var olan Hint
Okyanusu-Akdeniz ilişkisinden hareketle biz Türklerin veya bu coğrafya
üzerindeki diğer toplumların İslam öncesi sosyal, ekonomik, siyasi yapılarına
dair bazı verileri ortaya koyacağını cesaretle söylemek mümkün.
Hint
Okyanusu boyunca süren uzun tarihi dönemleri kapsayan ticari ve ekonomik
ilişkiler, kültürel diffüzyonlar erken dönem İslam toplumlarının insan-insan,
insan-doğa ilişkileri kadar, dönemlerinde onlara mobilite kazandıran özellikle
denizcilik teknolojilerini ve buna destek veren diğer yan kolları; ekonomik
yapıları ve bunu sürdürülebilir kılan mekanizmaları anlamamıza elverecek
doneler içerdiğini göreceğiz. Bu durum, örneğin, 1498’de Vasco de Gama’yı
Afrika’nın güneyinden Kalikut’a ulaştıran bir Müslüman denizciydi söyleminin
tekil bir veri olmaktan çıkaracak, söz konusu bu süreci daha büyük bir sürece
eklemlendirmeye aracılık edecektir.
Malay
Takımdaları’nın ayrışık, izole edilmiş bir dünyanın değil, aksine Hint ve Çin
kültür ve medeniyet dünyaları ile uzun erimli bağlantısının çatışmacı süreçlere
değil, genel anlamıyla barışçıl (peaceful) boyutlarının keşfedilmesi sadece
tarihi bir veri olarak anlamlı kalmayacak, bir yandan sözde keşifler çağıyla
başlayan ve Hint Okyanusu coğrafyasına taşıyan Avrupa çatışmacı kültürün aradan
geçen yüzyıllarda bıraktığı kaba izleri temizleyebilmeye ve belki de bugüne bir
şeyler söyleyebilmeye olanak tanıyacaktır.
Batılı
akademisyenlerin Malay Takımadaları’nı çalışırken, tekil araştırma alanları
kadar genel itibarıyla bölge üzerine söz söyleme hakkını bir tür monopol olarak
ellerinde tutmalarına, ellerindeki verileri Avrupa merkezi teorilerle
yapılandırma çabalarının kısırlığına vurgu yapılmalıdır.
Örneğin,
1960’lı yıllardaki çalışmalarıyla dikkat çeken Clifford Geertz’in literatüre
-maalesef- kattığı ‘syncreticism’ olgusunun diyelim ki, Cava
Müslümanlarının tarihsel dini yapılarının ve bu yapıların bugüne aktardığı bazı
kültürel olgulardan hareketle güya, ‘hakiki Müslüman olmadıkları’ söylemine
ulaştırmak yerine, Malay Takımadaları ve ilintili coğrafyada din olgusunu,
tarih boyunca ne denli sürdürülebilir bir nitelik taşıdığını ve birbirini
destekleyen bir forma büründüğü şeklinde yerele uygun açıklamalara
ihtiyaç vardır.
Günümüzde,
‘Ortadoğu İslamı’ olgusunun hem tarihsel hem de özellikle, 19. yüzyıl
ortalarından itibaren ortaya çıkmaya başlayan ‘yüksek sömürgecilik’ olarak
adlandırdığımız döneminin şartlarının doğurduğu yeni yapılarla bugüne kadar
uzanan defolu yapısının dışına çıkarak, İslam’ın tarihsel olarak Hint Okyanusu
coğrafyasındaki varlığının hatırlanılmasına ihtiyaç vardır.
Malay
Takımadalar’nın merkezi bir noktada yer alacağı, bir yanında Çin öte yanında
Hindistan’daki toplumların İslamla ilişkilerinde uzun tarihsel dönemlerdeki
varlıkları bize yeni kavramalar ve bunlar ışığında açıklamalar
kavuşturabilecektir. Bu durum, bize uzunca bir süredir sorunlar yumağı olmakla
kalmayan var olan ve sürekli üretilen sorunlarla bir Ortadoğu toplumlar
şemasının darlığını ve aşılması gerektiği gibi bir sonucu da ulaştıracaktır.
Malay
Takımadaları’nı merkeze alacak araştırmaların; mevcut ve yerel bilgi kaynaklarıyla
güçlü bir şekilde oluşturulacak yeni verilerin yorumsamacı teknikle analizleri
kanımca Avrupa reform ve rönesansına eşlik eden ekonomik yapı olarak
kapitalizmin gelişme evrelerinin anlaşılmasına bir katkı sağlayacaktır.
Avrupa’yı
Avrupa yapan dini-kültürel değerlerin bizatihi kendi içinde yaşayan dönüşümler
ve meydan okumalarla Reformasyon adı altında sekülerleşmeyi zamanla,
karşı-sekülerleşmeyi doğururken burada unutulmaması gereken gayet önemli bir
başka süreç vardır.
Bu
noktada, toplumsal değişimlerin tetikleyici olduğuna neredeyse, herkesin hem
fikir olduğu ticaret-ekonomi ilişkilerinin başlatıcısı, sürdürücüsü
geliştiricisi olarak uzun dönemli sömürge sürecinde, Malay Takımadaları ve Hint
Okyanusu merkezli yapının göz ardı edilemez bir yeri bulunmaktadır.
Max
Weber, Batı Avrupa’da bir ekonomi sistemi olarak kapitalizmi doğuran şartlardan,
‘en azından biri’ olarak Kalvinci etik anlayışını -daha doğrusu bu dini-etik
anlayışın arzu edilmeyen sonucu (unintended consequence) olarak ortaya
koyarken, Kalvinci cemaat başta olmak üzere, onlarla iş tutan diğer din-içi,
dın-dışı toplum çevrelerinin para/sermaye, iş bölümü, müteşebbislik, işveren,
işçi, mal, tedarik, arz, talep, çek, faiz, banker/banka vb. tüm ekonomi
süreçlerine ve mekanizmalarına kaynaklık teşkil eden, var olanları canlandıran
ve özellikle de sermaye akışını sürdürülebilir kılan ilişkiler ağının
Atlantik’ten ziyade Hint Okyanusu’na bağımlılığını açık seçik ve detaylarıyla
ortaya konulmalı ve/ya güncellenmelidir.
Bu
uzun dönemli sürecin ticaret kapitalizmi (mercantalist) bir süre sonra sanayi
kapitalizmine evrilmesi, Malay Takımadaları, Hint Okyanusu ile ilişkileri
sonlandırmak bir yana, haddi zatında, yüksek sömürgeciliğe geçişin ilk adımları
olarak Avrupa üretim süreçlerine yeni piyasa arayışlarında gayet açık ve münbit
piyasaların varlığına işaret ettiğini ve kızışan rekabetin nasıl Avrupa
toplumlarında, 16 yüzyıl boyunca ve 17. yüzyıl ilk yarısındaki din savaşlarının
ardından, bu sefer birbiri ardına sömürge toprakları üzerinden ekonomi
savaşlarına yol açtığını tüm verileriyle ortaya koymak gerekmektedir.
Yukarıda
dikkat çekilen süreçlerin üstesinden gelmenin pek kolay bir iş olmadığı ortada.
Bununla birlikte, bugüne kadar kaybedilen zamanın yerini doldurabilecek ciddi,
sürdürülebilir bir akademik ve araştırma eylem plânı kendini hissettirmektedir.
Ancak bu sürece başlarken, en önemli başlangıcın bilgi edinme süreçlerinde
Malay Takımadaları toplumlarının ürettiği ortaya çıkarılmış, çıkarılmayı
bekleyen değerler, veriler olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu şart bir gerek şart
olarak önümüzde duruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder