Mehmet Özay 04.11.2021
Hafta başında Glasgow’da başlayan ve farklı plâtformlardaki toplantılarda devam eden Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi (GOP 26), Güneydoğu Asya İlkeleri Birliği (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN bölgesini de yakından ilgilendiriyor.
Bu
çerçevede, iklim değişikliğinin önüne geçilmesinde birincil öneme sahip karbon
emisyonunun düşürülmesi konusunda bölge ülkelerinin tek tek veya bir bütün
olarak ne tür politikalar güttükleri önem kazanıyor.
Bu
durum, bölge toplumlarının küresel toplumla olan ilişkilerindeki bağlama işaret
ettiği gibi, bölge ülkelerinin ekonomik yapılarının nasıl bir değişim
geçireceğiyle ilgili olarak da gayet stratejik bir önem arz ediyor.
Bu
noktada, gündeme getirilen yaklaşımların ve anlaşmaların, Asya Kalkınma
Bankası’nın (Asian
Development Bank-ADB) Güneydoğu Asya ülkeleri, bir başka deyişle
ASEAN için yeni yapılanmadaki konumuna kısaca bakmakta yarar var.
İkilem kaçınılmaz
Karbon
yakıtlar, enerji üretimi ve tüketimi vb. alanlarda öne çıkan ve iklim
değişikliğini doğrudan tetikleyen unsurlar Güneydoğu Asya ülkeleri için gayet
açık bir ikilem teşkil ediyor.
Bir
yanda, son yirmi yılda ortaya konulan ekonomik modernleşme süreçleri öte
yandan, bunun doğrudan etkisi olarak birbiri ardına yaşanan ve iklim
değişikliğinin göstergeleri kabul edilen, irili ufaklı doğal afetler, bölge
ülkelerinin ne tür politikalar izlemeleri gerektiği konusunu da güncel hale
getiriyor.
Bu
durum, bölge ülkelerinden Singapur dışarıda bırakıldığında, gelişmekte olan
ülkeler statüsünde olması ya da bir başka yaklaşıma göre, orta gelir düzeyi
kıstasında sınırlanması, bölge ülkelerinin tek tek ve ASEAN bölgesel birliği
olarak ekonomik modernleşmelerinde sürdürülebilirliğinden vazgeçilemezliğine
işaret ediyor. Bu çerçevede, BM İklim Zirvesi’nin Güneydoğu Asya ülkelerinde
nasıl karşılık bulduğu önemli.
Enerji politikaları ve
ADB’nin rolü
Bölgenin
kalkınma metodolojisini belirlemede ve kaynaklarını sağlamada önemli bir organ
olan, ADB), bölge ülkelerinin enerji politikalarını belirlemeye rehberlik
ettiği görülüyor.
Buna
göre, bölgenin hızla gelişen ekonomileri arasında yer alan Endonezya,
Filipinler ve Vietnam’ın önümüzdeki on, on beş yıllık süre zarfında karbon
emisyon hacmini yüzle elli azaltmaları konusunda çalışmalar yapılıyor. Bunun ne
anlama geldiğini bir örnekle vermekte yarar var.
Bu
çerçevede, bazı hesaplamalar dikkate alınırsa, bu üç ülkenin her yıl toplamda,
konvansiyonel yakıt kullanan 61 milyon aracı trafikten çekmeleri anlamına
geliyor. Tabii bu durum, var olan enerji-iklim değişikli ilişkisinin sadece bir
alandaki göstergesi. Ancak, başka dikkat çeken ve iklim değişikliğinde birincil
öneme sahip konvansiyonel enerji kullanım alanları da var. Bunların başında,
enerji üretiminde kömürün yakıt olarak kullanılması geliyor.
Örneğin,
Endonezya Cumhuriyeti’nin ve Filipinler Cumhuriyeti’nin sahip olduğu zengin
kömür kaynakları, bu anlamda enerji ihtiyacının giderilmesinde, başvurulan
birincil kaynak olarak ortaya çıkarken, tam da bugünlerde Glasgow
toplantılarıyla artık çok açık bir şekilde anlaşıldığı üzere, aynı zamanda
gayet önemli bir sorun olarak da tezahür ediyor.
Bu
nedenle, ADB, geçen yıl yaptığı açıklamada Endonezya ve Filipinler’in kömür
tüketimiyle işleyen enerji santrallerinin sona erdirilmesinin hızlandırılması
konusunda bir plân sundu. ADB yönetimi tarafından, Enerji Dönüşüm Mekanizması (Energy
Transition Mechanism-ETM) adı verilen bu plân, mevcut enerji
santrallerinin kurulacak kamu-özel sektör ortaklığınca önümüzdeki on beş yıl
içerisinde satın alınarak, yapılandırılmasının tamamlanması bekleniyor.
Karbon emisyonu
düşürülecek
Böylece,
karbon emisyonunun oluşmasında, gayet önemli bir etkisi olan kömürün yakıt
olarak kullanılmasının sonlandırılması rasyonel bir adım olacağına dikkat
çekiliyor. Söz konusu plânın uygulanabilmesi için yeni mali kaynaklara ihtiyaç
olduğu da işin bir diğer önemli gerçeği.
Zaten,
Glasgow’daki toplantılarda gelişmiş ülkeler ile gelişmekte ve geri kalmış
ülkeler arasında sorunun pratikte nasıl aşılması gerektiği konusundaki
farklılaşma, tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Mevcut kalkınma projelerinin
dayandığı enerji tüketim ve üretim süreçlerinin “temiz enerji üretim”
mekanizmalarına dönüşümünün maliyeti hiç kuşku yok ki bu ülkelerin altından
kalkabileceği bir durum arz etmiyor.
Bu
noktada, ADB tarafından, bölgede karbon emisyonunun düşürülmesi konusunda,
Endonezya ve Filipinlerin seçilmesi, bu iki ülkenin nüfus ve enerji tüketim
oranlarıyla bağlantılıdır. Elektrik üretimlerinin Endonezya %67, Filipinler ise
%57’sini kömürle çalışan enerji santrallerinden sağladığı hatırlandığında,
ADB’nin bu iki ülke enerji politikalarına yön vermek istemesinin nedeni daha
net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Bunun
yanı sıra, bölge için kritik eşik olarak da değerlendirilebilecek olan söz
konusu bu politikanın hayata geçirilmesinde bir yumuşak güç olarak, bu iki
ülkede temiz enerji konusuna ilgi gösteren, dikkat çekici bir sivil toplum
olduğunu söylemekte yarar var.
Batı’nın hissedilen
baskısı
Bununla
birlikte, son birkaç yıldır, Avrupa Birliği ve Kuzey Amerika’nın bölge
ülkelerinden Malezya ve Endonezya’dan palmiye yağı ürünlerine getirdikleri
kısıtlamaların da ortaya koyduğu üzere gelişmiş Batı ülkelerinden doğrudan ve
dolaylı bir baskı altında oldukları da görülüyor.
Bu
iki ülkenin, geniş bir alana yayılan yağmur ormanlarının palmiye
plântasyonlarına dönüştürülmesi karşısında verilen tepki hiç kuşku yok ki,
iklim değişikliği olgusuyla ilintili.
Glasgow’daki
anlaşmalardan biri olan orman kaynaklarının kurutulmasını 2030 yılına kadar
önlemeyi hedefleyen anlaşmaya (Declaration on Forest and Land Use)
Endonezya ve Vietnam hariç, bölge ülkelerinin henüz imza atmamış olması hiç
kuşku yok ki, son yüz yılı aşkın bir süredir bölgenin önemli sanayi tarım
ürünlerinin bölge ekonomilerinin vazgeçilmez önemi geliyor.
Bununla
birlikte, geniş topraklara sahip Endonezya’da bu konuda nasıl bir tedbir
alınacağı ise merak konusu. Özellikle, son yirmi yılda yaşanan anız yakımı,
ormanların tarım arazisine açılması gibi bağlamalarda yangınların bölgede neden
olduğu hava kirliliği, sağlık ve çeşitli kamusal hizmetlerin aksamasına yol
açan gelişmenin önüne geçilmesinde kapsamlı bir projeden bahsedilemezken, bu
yeni anlaşmanın farklı kamu birimlerinin sorumluluğunda nasıl pratiğe
geçirileceğini zamanla görmüş olacağız.
ASEAN
bölgesi toplam tropik ormanların yüzde on beşini bünyesinde barındırırken, son
dönemde en hızlı kayıpların yaşandığı bölge olarak da dikkat çekiyor.
ASEAN
içerisinde birbirine benzer ekonomik modernleşme süreçleri izlediğini söylemek
gerekiyor. Bu anlamda, karşımıza imalât sanayinin önem arz ettiği, ihracata
dayalı bir politik ekonominin varlığı dikkat çekiyor. Bunun içerisinde yukarıda
dikkat çekilen sanayi tarımı çerçevesinde değerlendirilen palmiye
plântasyonları da bulunuyor. Bu sanayi yapılaşmasının ihtiyaç duyduğu enerji
ihtiyacı ise ucuz kaynaklara ihtiyaç duyarken, bölgenin bu kaynaklara sahip
olması da bir avantaj sağladığına kuşku yok.
Mali kaynaklar sorunu
Bu
noktada, Glasgow’da bu hafta içinde bakanlar, özel sektör vb. yapılar
bağlamında devam eden toplantılarda da gündeme geldiği gibi, üretim, konut,
ulaşım vb. sektörlerde hedeflere ulaşılabilmesi için temiz enerji kaynaklarının
kullanımı ve mevcut üretim süreçlerinin bu kaynakları kullanabilir hale
getirilmesini gerektiriyor.
Ancak
bu dönüşüme istekli olunup olunmamasında en belirleyici öge hiç kuşku yok ki,
ilgili ülkelerin mali yapıları. Bu nedenle, ADB’nin en önemli ekonomik
destekçisi Japonya olsa da, ASEAN bölgesinde gündeme getirdiği dönüşüm projesi
için uluslararası kredi kurumlarının desteğine ihtiyaç duyuluyor.
Bu
noktada, Endonezya Maliye Bakanı Sri Mulyani Glasgow sürecinde ortaya çıkan
dönüşüm programları bağlamında ülkesinin 2040 yılında enerji santrallerinde
kömür kullanımı sonlandırmalarının mümkün olduğunu ancak bunun için
uluslararası fonların sağlanmasını şart koşması gayet önemliydi.
Bu
çerçevede, Japon Maliye Bakanlığı söz konusu projenin ilk adımı olarak, 25
milyon Dolarlık bir desteği gündeme getiriyor. Bu adımın devamının gelip
gelmeyeceğini ise önümüzdeki dönemde görmüş olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder