Mehmet Özay 26.11.2021
Farkında mısınız, son dönemde ilginç bir söylem kendini toplumsal ilişkilerde, özellikle de siyaset dünyasında ortaya koyuyor.
Kimi çevreler diğer bazıları için FETÖ ithamında hatta, suçlamasında bulunuyor. Ortada bir darbe teşebbüsü mü var diye insan işkillenmiyor değil.
Bu noktada, işkellenmenin psikolojik bir bozukluk olabileceğini akılda tutmakla birlikte, “Olmaz canım artık… Bu zamandan sonra darbe mi olurmuş!” denildiği günlerde yaşananlar, bu olgunun gerçeklikle bağının ne denli devam etmekte olduğuna işaret etmeye kafi aslında. Şayet bunun adına, ‘psikolojik bozukluk’ diyeceksek de, o zaman bu bozuklukla yaşama beceresini sergileme gibi bir çaba içine girmekte yarar var.
Bu yazıda kastım,
açıkçası işin psikolojik boyutunun ötesinde ahlâki boyutu üzerinde durmak…
Ancak, siyaset dünyasında olan bitene değinerek değil, aksine akademi dünyasına
yansıyan ahlâki boyutuyla…
Darbe ve ahlâk modellemesi
15 Temmuz 2016 darbe
teşebbüsünün ardından geçen süre zarfında,[1] mevcut hukuk normları
çerçevesinde darbe teşebbüsünde bulunanlara yönelik adımlar, devlet organları
tarafından rasyonel bir şekilde atılırken, devlet organlarının “ahlâk” (morality) gibi el atamayacağı bir alanın varlığının hükmettiği artık giderek artan bir
şekilde gözler önüne seriliyor ve hiç de beklenmeyecek çevreler tarafından
dillendiriliyor. Bunu olumlu bir gelişmeye yormak mümkün mü?
Burada dikkat çeken
husus, birilerinin diğer başka birileri hakkında itham ve hatta suçlama
niyetinde ve sürecinde başvuru kaynağının FETÖ modellemesi olmasıdır. İma eden,
ima edilen; suçlayan, suçlanan tarafların kimlikleri bir yana, ortada var olan
durumun bir ahlâki duruma tekabül ettiğinin açıkça ortaya konulmasında yarar
var. Aslında, tam da olup biten yapılaşmış bir ahlâki tutumun tezahürü,
yinelenmesi, üretilmesi (production) ve yeniden üretilmesi (reproduction)
söz konusu.
Sosyal-psikolojik bağlam olarak FETÖ ahlâkı
Bu noktada, herhalde
kısaca, sosyolojik bir bağlam olarak FETÖ ahlâkından neyin kastedildiğini
hatırlatmakta/yinelemekte yarar var… FETÖ ahlâkında belirleyici olan, hedefe -o
hedef her ne ise- her şeye rağmen varmaktır. Kökeninde, bir tür Makyavelizmin
olduğu bir durum…
Şeyh de olsanız, mürid
de olsanız; bürokrat da olsanız, medya çalışanı da olsanız; işadamı da olsanız,
rektör de olsanız, hedef olgusu ve buna kenetlenmişlik, size ilgili hedefe
ulaşmanın araçlarını meşrulaştırma yetkisini veriyor. Haddi zatında, onu
içselleştirme sürecinin, bir tür ‘inanç’ olgusu olarak yapılaşması veya böylesi
bir şeye dönüşmesi ve bunu -diyelim ki sevap, diyelim ki nihayetinde cenneti
kazanma gibi- manevi kazanımlar bile mümkün hale gelebiliyor.
Genelleştirilebilir bir örnek vakıa
Bir örnek üzerinden
devam edecek olursak… Bir akademisyen düşünün ki, hem sözde sosyal bilimlerde
kendine bir yer edinmiş, hem manevi ilimlerde sözde mesafe kat ederek şeyhlik
iddiasında bulunuyor… Bununla da kalmıyor, maddi alanda yükselme arzusu ve
iştahıyla rektörlük gibi hayalinde göremeyeceği bir alanı, FETÖ ahlâkına uygun
çabalarla elde edebiliyor.
Yerinde duramayan bu
cıvıl cıvıl akademisyenin, akademik unsurlarla ilişkisi kadar, akademi dışı
unsurlarla ilişkisinde ailesi, yetiştiği ortam, toplumsal kökeni vb. bireysel
ve toplumsal yapılaştırıcı unsurlar kadar, diyelim ki, FETÖ gibi bir yapının da
içinde yer alması, kasıtlı ve bilinçli olarak ondan istifade etmesi; gayet ‘smart’
olmasından ötürü, şartların doğurduğu, önüne çıkardığı avantajları kendi hedefleri
ve maksatları için kullanabilmesi…
Bir saha araştırması (survey)
yapılsa… Bu örneğin, anket yani nicel (quantitive) bir çalışma olabilir
veya mülâkatlara dayalı olarak nitel (qualitative) bağlamlı olabilir,
deneklerin pek çoğunun ve belki de hepsinin, temelde bu ilişkide, ilk etapta
bakıldığında belirleyici olanın FETÖ olduğunu söylecekleri görülür. Alınan sonucun,
hakikaten gözlemleri de destekleyecek mahiyette olduğuna araştırıcı kanaat
getirebilir.
Ancak araştırmacıyı
kışkırtan derinlikli analiz, katılımcı gözlem, derinlikli mülâkat vb. ile
aslında, FETÖ’nün kendisinden istifa etme amacıyla -zamanında cıvıl cıvıl olan
bu akedemisyenine-yanaştığını, yaklaştığını; kısa süre zarfında, kendisine sunulan
alanların çeşitli maddi ve manevi kazanımlara dönüşebileceğini; böylece gününü
gün edebileceği mevki makam sahibi olabileceğini; bu sürecin doğuracağı
ekonomik mekanizmalarla, üç beş yerden bankasına havalelerin yapılmasına olanak
sağlayacak bir zemini bulmuş ve bunu da kullanmış olabilir.
Simbiotik yaklaşım
Burada, ekoloji jargonuyla
ifade etmek gerekirse, yukarıda dikkat çekilen özne yani, FETÖ; nesne yani,
cıvıl cıvıl akademisyen arasında, simbiotik (symbiosis) benzeri/türü bir
ilişkinin var olduğu görülebilir. Ya da daha önceki yazıda dile getirdiğim
üzere, “ortada sosyal karşılıklılık (social
reciprocity) ilkesinin, gayet işlevsel bir nitelik kazandığına kuşku
bulunmadığı” ileri sürülebilir.
Bunun dışında ve
ötesinde, zamanla akademik ve hissi kuvvelerinin bilinçli ve/ya bilinçsiz
harekete geçtiğini fark eden ya da gizil kuvvetlerinin itkisiyle fark
ettirilen cıvıl cıvıl akademisyen, smart bir yaklaşımlar dizisi
geliştirmek suretiyle, karşısındaki ‘dev’ yapının nimetlerinden, nasıl ve ne
şekilde istifade edilebileceğini ve bunun da, ne türden bir ‘hizmete’ karşılık
gelebileceğini ortaya koymaya başlamış olabilir.
Aslında burada var
olan, bir ahlâkın difüzyonudur. Zamanla, kendinde bir belirleyici ontolojiye
dönüşen FETÖ yaklaşımı, bir inanç evreninden çıkarak bir pratikler dizgesi
olarak, toplumsal ilişkilerde belirginlik kazanmaya başlar. Toplumsal
ilişkilerin bir yerinde, kendini bu ontolojinin gizli/açık aracısı-savunucusu
hatta yapılaştırıcısı rolünde bulan cıvıl cıvıl akademisyen artık, ‘hedefe ulaştıracak
araçların kahir ekseriyeti mübahtırı’ ontolojik varlığının temeline yerleştirmekte
zorluk çekmez.
Ve cıvıl cıvıl akademisyen,
geçen zaman zarfında ulaştığı sosyolojik bir statü olarak rektörlük makamında, tıpkı
FETÖ büyük yapısından edindiği veya hakikatte öz-edinimcilik bağlamında
kendinde var olan ve böylesi bir büyük yapı ile zorluk çekmeksizin
uyumlulaşabilmesine yol açan ahlâki tutumla, hiyerarşik olarak kendi altında
olduğunu varsaydığı unsurları ve bireyleri kendine devşirebilecek, amaç ve
hedefleri lehine kullanabilecek, manipüle edebilecek bir yapı teşkil etmekte
zorlanmaz.
Burada, bir ahlâki
kokuşmuşluk olgusu kendini açık/seçik bir şekilde ortaya koysa da, cıvıl cıvıl
rektör için bunun böyle olmadığı hem sahip olduğu maddi unsurların yani,
akademik anlamda sözde göz kamaştırıcı bilgilerinin, hem de ‘hizmet’ gibi manevi
kazanımlar edineceği düşüncesinden hareketle söylenebilir.
Günümüz siyaset
dünyasını belirlemeye matuf çıkışlarda, farklı hedef ve yönelimlerle diğerine yönelik
ithâmlarda ve hatta gizli/açık suçlamalarda gayet önemli bir yer tutan FETÖ
ahlâkı olgusunun yerleşik bir hâl aldığını söylemek mümkün.
Bu yerleşikliğin, salt
siyasal alandaki aktörlerle ve yapılarla sınırlı olup olmadığı ya da içinde
akademi gibi geniş ve kapsayıcı bir alanı da içini alacak şekilde toplumsal
evrende yer tutup tutmadığı tartışmaya açıktır. Bu anlamda, genelleştirilebilir
bir örnek vakıa, bu sosyal difüzyonun sosyolojik süreçlerini anlamada yardımcı
olabilecek bir araç kabul edilebilir.
https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/11/26/toplumda-feto-ahlaki-ithami-ve-gorunumlerine-dair-bir-mulahaza/
[1] Darbeden bir
yıl sonra, Malezya’da yapılan anma toplantısında dönemin büyükelçisi
konuşmasında, yanılmıyorsam birkaç kez darbenin 16 Temmuz’da olduğunu
söylemişti. Herhalde büyükelçi, darbe teşebbüsünün başlangıç sürecini değil,
bitişini dikkate almış olmalı. Ya da, duyulan büyük üzüntü nedeniyle hasıl olan
bir unutkanlık hali denilebilir. Başka bir ihtimal olabilir mi? Sanmıyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder