18 Eylül 2012 Salı

Seksenlik Dev Adam: Ali Pasha Talsya


Mehmet Özay                                                                                                                    17 Eylül 2012

Toplumların kaderlerine tanıklık eden kimi isimler vardır. Ancak zaman içerisinde değerleri unutulur, bir köşeye atılırlar. Onlar köşelerinde mağdur değillerdir aslında. Kimse fark etmese de, içinde yeşerdikleri toplumu gözlemlemeye, anlamlandırmaya devam ederler. Talsya Bey, işte böyle isimlerden biri. Tam adı, Teuku Ali Basyah Talsya. Modern dönem Açe tarihinin pek çok önemli siyasi, toplumsal değişimlerine tanık olmuş ve bu anlamda çoktan seksenini geçmiş olsa da, dinç ve diri olarak yaşamını devam ettiriyor.

Açe’deki ilk günlerimden bugüne sarkan önemli isimlerden biridir Talsya Bey benim için. Halen hayatta, halen ziyaretlerine devam ettiğim isimlerden biridir. 2005 yılındaki ilk günlerde kimin tavsiyesiyle evinin yolunu tuttuğumuz hatırlayamıyorum. Yaşını, yaşadığı dönemi, tanıklıklarını dikkate aldığımda Tgk. Davud Beureuh, Prof. Dr. Ali Haşimi gibi isimlere yakın olduğunu düşündüğüm entellektüellerden biri olmalıydı. Örneğin, o dönem Açe Eyalet Parlamentosu’nda milletvekili olan Ali Haşimi’nin öğrencisi ve dostu kıymetli Amir Hamza olmalı büyük bir ihtimalle. Talsya Bey’in evin öylesine şehrin içerisinde, öylesine o günlerde sürekli geçip gittiğim yol üzerindeydi ki, ‘geç’ keşfettiğime yanıyordum. Caddenin iki yanını saran ağaçların varlığıyla günün her vakti gölge yağmuruna duran Tgk. Imam Leung Bata’daydı evi ve halen ayın evde yaşıyor. 

Caddenin hemen yanı başında büyükçe bir bahçenin ortasında klasik Açe Evi bu gösterişsiz kendi halinde ancak bana göre yaşayan bir hazine olan Talsya Bey’le somutlaşmış gibidir sanki. Sessizliğe gömüldüğünün ifade olarak bu genişçe evde yaşam süren bir efsanedir. İlk ziyaret ve sonrasındakilerde hep aynı manzaradır karşıma çıkıveren. Evin caddeye bakan yüzünde, yedi sekiz basamaklı merdivenle hemen evin salonuna girilir. Aslında bu yönüyle diğer Açe evlerinden ayrılıyor. Öyle ki, her daim misafirleri bekleyen ve kucaklayan bir arenadır bu salon. Talsya Bey, bahçe kapısından girildikte çoğu zaman pencerenin kenarına iliştirilmiş koltukta camdan dışarı bakan veya kapı her daim açık olduğundan üç beş basamak merdiveni çıkıp “Esselamu Aleyküm” dediğinizde köşesinde halen bu yaşında ya günlük gazeteyi veya nadide kitaplığından bir esere gömülmüş bir görüntü ile karşılar. Bu selamla dirilen Talsya Bey, çehresini kaplayan geniş gülümsemesiyle “Aleyküm Selam” der ve ekler “Buyrun buyrun...”. Böylece karşımıza uzun boylu, güleç yüzlü, bedensel hareketleri ağırlaşmış olsa da düşünce ve ruh dünyasının aktifliğine diyecek olmayan bir bey karşılar.

Aslında Talsya Bey’in ‘Buyrun demesi’ sadece evin somut mekânına giriş değil, onun sohbeti ile Açe’nin 40’lı yıllardan bugüne karmaşık tarihine giriş anlamı da taşır. Öyle ki, bu tarihe girişin somut göstergelerinden biri, genişçe salonun dört bir duvarında asılı fotoğraf kareleridir. Talsya Bey’in askerlik fotoğrafı, Ali Haşimi ile birlikte Cakarta’da önemli bir devlet törenine katılımı vb.

Kısaca Talsya Bey’in ailesine göz atalım. Belki kim olduğunu çıkarsamak mümkün olur böylece. Babası ve büyükbabası Hollandalılara karşı verilen o görkemli savaşta yer almış kahraman insanlardandı. İki kız kardeşi var. Çocuklarına gelince sayı artıyor elbette. Üç kızı, dört erkek çocuk sahibi, ayrıca yirmi de torunu var bu dev adamın. Talsya Bey, emekli bir memur; daha önemlisi gazeteci ve bir entellektüel. 1940’lı yıllardan bu yana Açe’de olan bitene bizzat yakından tanık olmuş ve bunu gazeteciliği döneminde çalıştığı Sınar Darussalam, Merdaka, Pahlawan, Soeloeh gibi gazete ve dergilerde muhabirliği ile ortaya koymuş, akabinde kaleme aldığı eserlerle son dönem Açe tarihinde yer almış bir isim. Bu bağlamda ikinci Dünya Savaşı ve Japon İşgali, Endonezya Bağımsızlığı ve Açe vb. konulardaki eserlerini birlikte kaleme aldığı isimler arasında Ali Haşimi’nin adının yer alması, onun Açe entellektüel yaşamı içerisindeki yeri konusunda önemli bir fikir veriyor. Bu eserlerine dair bir iki örnek vermek gerekirse ilk aklıma gelenler şunlar: Ali Hasjmy, T. A. Talsya, Aceh dan Pahang, Prakarsa Abadi Press, Medan, 1989; T. A. Talsya, Batu Karang ditengah Lautan (Perjuangan Kemerdekaan Di Aceh) 1945-1946; T. A. Talsya, 10 Tahun Daerah Istimewa Aceh; T. A. Talsya, Sejarah Dokumen-Dokumen Pemberontakan di Atjeh, Jakarta, Kesuma  vb.


Konu Talsya Bey’le Türk-Açe ilişkilerini konuşmaya geldiğinde önemli bir ayrıntıya kapı araladığını hatırlıyorum. Türk’ün Açe’deki toplumsal unsur olarak neliği üzerine sorum karşısında gözlerini dikip çok uzun geçmişlerden bahsetmesini heyecanla takip etmiştim. Talsya Bey, gelip Açe’ye yerleştikleri düşünülen bir grup Türke mekân olan köylerden biri, yani Emperoum’la ilgili ilginç şeyler aktarıyordu. Emperoum iki kelimeden müteşekkildir. Bu bağlamda, ‘Rum’u artık biliyorduk. Empe/empu kelimesini ise daha önce Açe Müze Müdürü Nurdin Bey’le bulmaya çalışmış, bir şeyler mırıldanmış, ancak o da emin olamamıştı söylediklerinden. İşte o sohbette Talsya Bey düğümü çözüyordu. Yaşlılara karşı kullanılan bir saygı ifadesiydi Empe. Türklere karşı beslenen hürmeti ifade etmek için kullanılmış, ‘Rum’ kelimesi ile bir araya getirilmiş ve bir köye isim olmuştu. Kelimenin anlamı üzerine biraz daha yoğunlaştığımızda, Cava dilinde iki anlama geliyordu. Birincisi, efendi; ikincisi de bıçak, kama. Özellikle bu ikincisi, Açe geleneğinde ifade edersek ‘Rencong’ yapmada uzman kişi anlamına geliyordu. Emperoum’un, malum Bitay’a komşu olduğunu ve Bitay’da 1900’lü yılların başlarından kalma ‘rencong yapan’ ustalar fotoğrafını hatırladığımda kelime, anlam ve bağlam birbiri ile bütünleşiyordu.

16. yüzyıldaki gelişmeleri aktarmıştı Talsya Bey daha sonra. Ancak iş yirminci yüzyıl başlarına gelince yani, ilk çocukluk yıllarına bir kez daha beni büyük bir şaşkınlığa sevk edecek şeylerden bahsetmeye başladı. 1930’lu yıllardı. Türkiye’de İstiklal mücadelesi verilmiş ve Batılı sömürgecilere karşı savaş kazanılmıştı. Ardından Cumhuriyet kurulmuştu... İşte bu gelişme bir şekilde yankısı Güneydoğu Asya’da da bulmuştu. Türkler Müslümandı ve Müslümanların dünyanın her neresinde olursa olsun ‘küffara’ karşı mücadelesi ve zaferi her zaman için takdire şayan bir olay olarak karşılanırdı. Müslüman Türklerin bu zaferi ve başarısı onlar için de bir gurur kaynağı olmuştu. Talsya Bey’in ilk çocukluk yıllarından hafızasına nakş olan anı ise, bu sevincin Açe’de evlerde Kemal Atatürk’ün portresinin asılmasıyla imgeleşmesiydi. O dönemde, sürekli çevresindeki büyüklerinden Türklerin bu başarısını işiten Talsya Bey büyüyüp okula gidip, entelektüel yaşama girip kitaplarla haşır neşir olunca işi daha net kavradığını söylemişti.
           
Türk köyü olarak bilinen Bitai’yla ilgili olarak da burada önemli bir zaviyenin olduğunu ve Açe’deki dini hayatın atardamarlarından biri olduğunu ifade etmiş ve eklemişti Talsya Bey: Endonezya’nın 17 Ağustos 1945 yılında bağımsızlığını ilân etmesinden önce, Açe Eyaleti’nde pesantren olmadığını, bunun Cava geleneğine ait olduğunu, Açe de ise zaviye geleneği hakimdi. Talsya Bey’in bu ifadesini biraz daha genişleterek söylemek gerekirse mesele şudur: Bugün Açe’de geleneksel dini okullara verilen pesantren adının Cava’da kullanılan bir ad olduğunu, Açe’de ise tarihsel olarak Dayah adının kullanıldığı, bu çerçevede dayah eğitim kurumlarının tek düze değil, dört aşamalı bir yapı teşkil eder.  

Talsya, oturduğu koltuğun arkasındaki kütüphaneden birkaç kitap getirip sehpa’nın üzerine koymuştu. Bu kitaplardan birinin kapağını açtığımda karşımda Türk bayrağı ve altında Açe milli marşı bulunan bir sayfa çıktı. Daha önce Ali Haşimi Kütüphanesi’ndeki bazı tarih kitaplarında gördüğüm bu Türk bayrağı, Talsya Bey’in kitabında renkliydi: yani Kırmızı-Beyaz. Bu sayfanın dört beş kare fotoğrafını çekmekten kendimi alamadım. Sayın Talsya Bey, o günün anısı hediye etme nezaketinde de bulunmuştu. Kendisine çok müteşekkir kalmıştım.

Talsya Bey’in Türklerle ilgili küçük bir de anısı var. Parantez içinde, bu tür anıları olanların hararetle anlattıkları türden. İlk görüşmemiz sırasında aktarmıştı bunu. Hayatı boyunca hiç Türk arkadaşı olmadığını ancak Türklere, hacca gittiği Mekke’de 1990 yılında rastladığını söylemişti. Eşiyle birlikte Mina’da tünelde bulundukları sırada, o bildiğimiz kazalardan biri başlarına gelmiş. Tünelde sıkışma hadisesi… Bu sırada bir Türk iri cüssesi ile Talsya’yı ve eşinin kalabalık arasından çekip çıkmalarına bir başka deyişle, belki de kurtulmalarına vesile olmuş.

Geçenlerde bir kez daha ziyaret ettiğim Talsya Bey’le iki saate varan ve Hollanda Savaşı’nda kütüphanesindeki nadide eserlere kadar değişik konuları içeren sohbet yapma imkânı buldum. Halen okumayı ve yazmayı sürdüren Talsya Bey bugünlerde biyografisini kaleme aldığı bir eser üzerinde çalışıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder