Mehmet Özay 17 Eylül 2012
Toplumların kaderlerine tanıklık eden kimi isimler vardır. Ancak zaman
içerisinde değerleri unutulur, bir köşeye atılırlar. Onlar köşelerinde mağdur
değillerdir aslında. Kimse fark etmese de, içinde yeşerdikleri toplumu
gözlemlemeye, anlamlandırmaya devam ederler. Talsya Bey, işte böyle isimlerden
biri. Tam adı, Teuku Ali Basyah Talsya. Modern dönem Açe tarihinin pek çok
önemli siyasi, toplumsal değişimlerine tanık olmuş ve bu anlamda çoktan
seksenini geçmiş olsa da, dinç ve diri olarak yaşamını devam ettiriyor.
Açe’deki ilk günlerimden bugüne sarkan önemli isimlerden biridir Talsya Bey
benim için. Halen hayatta, halen ziyaretlerine devam ettiğim isimlerden biridir.
2005 yılındaki ilk günlerde kimin tavsiyesiyle evinin yolunu tuttuğumuz
hatırlayamıyorum. Yaşını, yaşadığı dönemi, tanıklıklarını dikkate aldığımda
Tgk. Davud Beureuh, Prof. Dr. Ali Haşimi gibi isimlere yakın olduğunu
düşündüğüm entellektüellerden biri olmalıydı. Örneğin, o dönem Açe Eyalet
Parlamentosu’nda milletvekili olan Ali Haşimi’nin öğrencisi ve dostu kıymetli
Amir Hamza olmalı büyük bir ihtimalle. Talsya Bey’in evin öylesine şehrin
içerisinde, öylesine o günlerde sürekli geçip gittiğim yol üzerindeydi ki,
‘geç’ keşfettiğime yanıyordum. Caddenin iki yanını saran ağaçların varlığıyla günün
her vakti gölge yağmuruna duran Tgk. Imam Leung Bata’daydı evi ve halen ayın
evde yaşıyor.
Caddenin hemen yanı başında büyükçe bir bahçenin ortasında klasik Açe Evi
bu gösterişsiz kendi halinde ancak bana göre yaşayan bir hazine olan Talsya
Bey’le somutlaşmış gibidir sanki. Sessizliğe gömüldüğünün ifade olarak bu
genişçe evde yaşam süren bir efsanedir. İlk ziyaret ve sonrasındakilerde hep
aynı manzaradır karşıma çıkıveren. Evin caddeye bakan yüzünde, yedi sekiz
basamaklı merdivenle hemen evin salonuna girilir. Aslında bu yönüyle diğer Açe
evlerinden ayrılıyor. Öyle ki, her daim misafirleri bekleyen ve kucaklayan bir arenadır
bu salon. Talsya Bey, bahçe kapısından girildikte çoğu zaman pencerenin
kenarına iliştirilmiş koltukta camdan dışarı bakan veya kapı her daim açık
olduğundan üç beş basamak merdiveni çıkıp “Esselamu Aleyküm” dediğinizde köşesinde
halen bu yaşında ya günlük gazeteyi veya nadide kitaplığından bir esere
gömülmüş bir görüntü ile karşılar. Bu selamla dirilen Talsya Bey, çehresini
kaplayan geniş gülümsemesiyle “Aleyküm Selam” der ve ekler “Buyrun buyrun...”.
Böylece karşımıza uzun boylu, güleç yüzlü, bedensel hareketleri ağırlaşmış olsa
da düşünce ve ruh dünyasının aktifliğine diyecek olmayan bir bey karşılar.
Aslında Talsya Bey’in ‘Buyrun demesi’ sadece evin somut mekânına giriş
değil, onun sohbeti ile Açe’nin 40’lı yıllardan bugüne karmaşık tarihine giriş
anlamı da taşır. Öyle ki, bu tarihe girişin somut göstergelerinden biri,
genişçe salonun dört bir duvarında asılı fotoğraf kareleridir. Talsya Bey’in
askerlik fotoğrafı, Ali Haşimi ile birlikte Cakarta’da önemli bir devlet
törenine katılımı vb.
Kısaca Talsya Bey’in ailesine göz atalım. Belki kim olduğunu çıkarsamak
mümkün olur böylece. Babası ve büyükbabası Hollandalılara karşı verilen o
görkemli savaşta yer almış kahraman insanlardandı. İki kız kardeşi var. Çocuklarına
gelince sayı artıyor elbette. Üç kızı, dört erkek çocuk sahibi, ayrıca yirmi de
torunu var bu dev adamın. Talsya Bey, emekli bir memur; daha önemlisi gazeteci
ve bir entellektüel. 1940’lı yıllardan bu yana Açe’de olan bitene bizzat
yakından tanık olmuş ve bunu gazeteciliği döneminde çalıştığı Sınar Darussalam, Merdaka, Pahlawan, Soeloeh
gibi gazete ve dergilerde muhabirliği ile ortaya koymuş, akabinde kaleme
aldığı eserlerle son dönem Açe tarihinde yer almış bir isim. Bu bağlamda ikinci
Dünya Savaşı ve Japon İşgali, Endonezya Bağımsızlığı ve Açe vb. konulardaki eserlerini
birlikte kaleme aldığı isimler arasında Ali Haşimi’nin adının yer alması, onun
Açe entellektüel yaşamı içerisindeki yeri konusunda önemli bir fikir veriyor. Bu
eserlerine dair bir iki örnek vermek gerekirse ilk aklıma gelenler şunlar: Ali
Hasjmy, T. A. Talsya, Aceh dan Pahang,
Prakarsa Abadi Press, Medan, 1989; T. A. Talsya, Batu Karang ditengah Lautan (Perjuangan Kemerdekaan Di Aceh)
1945-1946; T. A. Talsya, 10 Tahun Daerah
Istimewa Aceh; T. A. Talsya, Sejarah
Dokumen-Dokumen Pemberontakan di Atjeh, Jakarta, Kesuma vb.
Konu Talsya Bey’le Türk-Açe ilişkilerini konuşmaya geldiğinde önemli bir
ayrıntıya kapı araladığını hatırlıyorum. Türk’ün Açe’deki toplumsal unsur
olarak neliği üzerine sorum karşısında gözlerini dikip çok uzun geçmişlerden
bahsetmesini heyecanla takip etmiştim. Talsya Bey, gelip Açe’ye yerleştikleri
düşünülen bir grup Türke mekân olan köylerden biri, yani Emperoum’la ilgili
ilginç şeyler aktarıyordu. Emperoum iki kelimeden müteşekkildir. Bu bağlamda, ‘Rum’u
artık biliyorduk. Empe/empu kelimesini ise daha önce Açe Müze
Müdürü Nurdin Bey’le bulmaya çalışmış, bir şeyler mırıldanmış, ancak o da emin
olamamıştı söylediklerinden. İşte o sohbette Talsya Bey düğümü çözüyordu.
Yaşlılara karşı kullanılan bir saygı ifadesiydi Empe. Türklere karşı beslenen hürmeti ifade etmek için kullanılmış,
‘Rum’ kelimesi ile bir araya getirilmiş ve bir köye isim olmuştu. Kelimenin
anlamı üzerine biraz daha yoğunlaştığımızda, Cava dilinde iki anlama geliyordu.
Birincisi, efendi; ikincisi de bıçak, kama. Özellikle bu ikincisi, Açe
geleneğinde ifade edersek ‘Rencong’ yapmada uzman kişi anlamına geliyordu. Emperoum’un,
malum Bitay’a komşu olduğunu ve Bitay’da 1900’lü yılların başlarından kalma
‘rencong yapan’ ustalar fotoğrafını hatırladığımda kelime, anlam ve bağlam
birbiri ile bütünleşiyordu.
16. yüzyıldaki gelişmeleri aktarmıştı Talsya Bey daha sonra. Ancak iş
yirminci yüzyıl başlarına gelince yani, ilk çocukluk yıllarına bir kez daha
beni büyük bir şaşkınlığa sevk edecek şeylerden bahsetmeye başladı. 1930’lu
yıllardı. Türkiye’de İstiklal mücadelesi verilmiş ve Batılı sömürgecilere karşı
savaş kazanılmıştı. Ardından Cumhuriyet kurulmuştu... İşte bu gelişme bir
şekilde yankısı Güneydoğu Asya’da da bulmuştu. Türkler Müslümandı ve
Müslümanların dünyanın her neresinde olursa olsun ‘küffara’ karşı mücadelesi ve
zaferi her zaman için takdire şayan bir olay olarak karşılanırdı. Müslüman
Türklerin bu zaferi ve başarısı onlar için de bir gurur kaynağı olmuştu. Talsya
Bey’in ilk çocukluk yıllarından hafızasına nakş olan anı ise, bu sevincin
Açe’de evlerde Kemal Atatürk’ün portresinin asılmasıyla imgeleşmesiydi. O
dönemde, sürekli çevresindeki büyüklerinden Türklerin bu başarısını işiten Talsya
Bey büyüyüp okula gidip, entelektüel yaşama girip kitaplarla haşır neşir olunca
işi daha net kavradığını söylemişti.
Türk köyü olarak bilinen Bitai’yla ilgili olarak da burada önemli bir
zaviyenin olduğunu ve Açe’deki dini hayatın atardamarlarından biri olduğunu
ifade etmiş ve eklemişti Talsya Bey: Endonezya’nın 17 Ağustos 1945 yılında
bağımsızlığını ilân etmesinden önce, Açe Eyaleti’nde pesantren olmadığını,
bunun Cava geleneğine ait olduğunu, Açe de ise zaviye geleneği hakimdi. Talsya
Bey’in bu ifadesini biraz daha genişleterek söylemek gerekirse mesele şudur:
Bugün Açe’de geleneksel dini okullara verilen pesantren adının Cava’da
kullanılan bir ad olduğunu, Açe’de ise tarihsel olarak Dayah adının
kullanıldığı, bu çerçevede dayah eğitim kurumlarının tek düze değil, dört
aşamalı bir yapı teşkil eder.
Talsya, oturduğu koltuğun arkasındaki kütüphaneden birkaç kitap getirip
sehpa’nın üzerine koymuştu. Bu kitaplardan birinin kapağını açtığımda karşımda
Türk bayrağı ve altında Açe milli marşı bulunan bir sayfa çıktı. Daha önce Ali
Haşimi Kütüphanesi’ndeki bazı tarih kitaplarında gördüğüm bu Türk bayrağı, Talsya
Bey’in kitabında renkliydi: yani Kırmızı-Beyaz. Bu sayfanın dört beş kare
fotoğrafını çekmekten kendimi alamadım. Sayın Talsya Bey, o günün anısı hediye
etme nezaketinde de bulunmuştu. Kendisine çok müteşekkir kalmıştım.
Talsya Bey’in Türklerle ilgili küçük bir de anısı var. Parantez içinde, bu
tür anıları olanların hararetle anlattıkları türden. İlk görüşmemiz sırasında
aktarmıştı bunu. Hayatı boyunca hiç Türk arkadaşı olmadığını ancak Türklere,
hacca gittiği Mekke’de 1990 yılında rastladığını söylemişti. Eşiyle birlikte
Mina’da tünelde bulundukları sırada, o bildiğimiz kazalardan biri başlarına
gelmiş. Tünelde sıkışma hadisesi… Bu sırada bir Türk iri cüssesi ile Talsya’yı
ve eşinin kalabalık arasından çekip çıkmalarına bir başka deyişle, belki de kurtulmalarına
vesile olmuş.
Geçenlerde bir kez daha ziyaret ettiğim Talsya Bey’le iki saate varan ve
Hollanda Savaşı’nda kütüphanesindeki nadide eserlere kadar değişik konuları
içeren sohbet yapma imkânı buldum. Halen okumayı ve yazmayı sürdüren Talsya Bey
bugünlerde biyografisini kaleme aldığı bir eser üzerinde çalışıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder