Mehmet Özay 27 Eylül 2012
Bir süredir Güney Çin Denizi’nde bağlamında süren ve bugünlerde Doğu Çin
Denizi’ne de sıçrayan ve çevre ülkeleri neredeyse boğaz boğaza getiren adalar
krizi nüksettiğinde aklıma bir barış amirali geldi. Bu vesile ile yüzyıllar
öncesinde aynı okyanusun kıyılarını sarmaladığı Nanjing’den yola çıkan ve
kimilerine göre Doğu Afrika kimilerine göre daha da ötesine geçtiği varsayılan
Cheng Ho’yu, gündeme almanın yerinde olacağına kuşku yok.
Cheng Ho, kimdir, nasıl amiral olmuştur, yedi büyük deniz seferini nasıl gerçekleştirmiştir,
nelere tanık olmuş, görevi sırasında imparatorluk için nasıl bir işlev
görmüştür gibi pek çok soruya yanıt verebiliriz elbette. Ancak bu genişlikte
bir metinle şimdilik karşınıza çıkmam mümkün olmadığına göre, şimdilik şahsımın
Cheng Ho’yu keşfi sürecini ele alan bir yazıyı dikkatlere sunmak istiyorum. Bu
vesileyle, kimi okuyucularla bugün Doğu Asya’da vuku bulan gelişmeleri farklı
bir bağlamda ele alacak ipuçlarını paylaşmayı arzu ediyorum.
Önce Cheng Ho’yla serüvenimin nasıl başladığına değineyim ki, metin canlı
bir bağlama otursun. Aslında Sumatra Adası’nda başlayan, İstanbul’da devam eden
ve nihayetinde Singapur’daki Cheng Ho kurumuyla yazışma, Singapur Ulusal
Üniversitesi’nde konuyla ilgili birkaç akademisyenle ayak üstü sohbet, Malaka’daki
kapsamlı Cheng Ho müzesi ve bu amiral adına düzenlenen konferansa kadar süren
bu tanışma ve kaynaşma sürecim bile başlı başına bir hikâyeye konu olacak desem
yeridir.
2004 yılı Aralık ayı sonlarında Açe’yi vuran deprem ve tsunami akabinde
Endonezya’nın Açe Eyaleti’ne gitmem gündeme gelmiş ve hasbel kader bu
topraklara yolum düşmüştü. Açe’nin diğer eyaletlere bağlayan karayoluyla
ulaşımının yegane seçeneği Medan şehri -ki Sumatra Adası’nın en büyük,
Endonezya’nın üçüncü büyük şehri olma ünvanına sahiptir- Kuzey Sumatra
Üniversitesi kütüphanesine yapacağım bir ziyaret vesiyesiyle o günlerde
gündemime girmişti. O günlerde, söz konusu bu üniversitede öğretim görevlisi
olan bir Mimar hanım’ın davetiyle Sumatra Kültür Varlıkları Koruma Vakfı’na (Sumatra Heritage Trust) yaptığım ziyarette
karşılaştım Cheng Ho ile. Adı sanı yüzyıllar ötesine uzanan ve dünya denizcilik
tarihinde görkemli bir yeri olan bu amirali tanımak biraz da onun bulunduğu
coğrafyaya çapa atmakla ilintili olsa gerek.
Tek katlı, geniş bahçeli Vakfın idarecilerinden Soehardi Hartono adında
Çin asıllı Endonezyalı genç yönetici sohbetimizin ilerleyen safhasında masanın
üzerine kocaman bir broşür açarak, 2005 yılının Temmuz ayında, yani
ziyaretimden sadece birkaç ay önce, Medan’da açılan bir sergiden bahsetmeye
başladı. Broşürde gördüğüm Orta Asya Türklerine benzeyen, orta yaşlarında,
hafif çekik gözlü bir erkeğin portresiydi. Portrenin bazı bölümleri kazınmış
olması bana, İstanbul’daki Bizans kiliselerinin duvarlarında ve tavanlarında,
zamanında üstü sıvayla örtülmüş, ancak yakın geçmişte üzerleri kazınması dolayısıyla
ortaya çıkan azizlerin/azizelerin görüntüsünü hatırlatmıştı kaçınılmaz olarak. Herhalde
Hartono dostumuzun, Cheng Ho’yu bana tanıtma arzusunun ardında Ho’nun Uygur
Türkü olmasının bir payı olsa gerek. Hartono’nun verdiği birkaç broşürü koltuğumun altına koyup
vakıftan çıktığımda Cheng Ho’nun beni uzunca süre meşgul edeceğini belki de hiç
düşünmemiştim. İşte o günden sonra, izini sürmeye çalıştığım Cheng Ho’yu bugüne
kadar takip ediyorum.
İstanbul’a döndüğümde Açe’yle ilgili hikâyelerimi en
azından ilk bölümünü sonlandırmakla meşgul olurken, bir yandan da görüştüğüm
kişilere Cheng Ho hakkında bilgi sahibi olup olmadıklarını ve böylece bazı
bilgilere ulaşmayı arzu ediyordum. Başlangıçta sadece Cheng Ho ile ilgili şahsi
bilgilere ulaşmayı arzu ettiysem de, bu amiralin ailesi, yaşadığı dönem, içinde
bulunduğu Hanedanlığın öncesi ve sonrası da yavaş yavaş ilgi alanıma girmeye
başladı. Bu bağlamda ilk bilgileri o
dönem IRCICA’da çalışan Ali Çaksu Bey’den aldım. Aynı zamanda, Hartono’nun
tavsiyesini hatırlayarak National
Geography’nin ilgili sayısını edindim. Cheng Ho ile ilgili bilgilerin ilk
nüveleri oluşmaya ve böylece tabiri caizse, Medan’da ortaya çıkan ipekböceği
kozasını örmeye başlamıştı. Bu arada Ali Bey’in göndermiş olduğu metni
çevirmiş, bir yerlerde yayınlatabilir miyim diye düşünürken, Turan Kışlakçı’yı
arayıp konuyla ilgili bilgi verdim. Turan Bey, bu konuda kendisinin bir yazı
yazdığını, ancak benim çalışmamı da değerlendirebileceğini söylemişti. Biraz
hayal kırıklığı yaşamadım, değil. Önemli değil di, Cheng Ho’nun hikâyesinin
beni götüreceği yere gitmekten vazgeçecek değildim.
Aldığım bir tiyo üzerine Mimar Sinan Üniversitesi
Tarih Bölümü’nde Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu Hanımefendiyle tanışma fırsatım
oldu. Fındıklı’da bir hana taşınmış olan Tarih Bölümü’nü ziyaretimde, yorgun ve
yaşını başını almış bir hanımefendi olan Gülçin Hanım, dersten çıkar çıkmaz
odasına davet etti. Hocaya Ming Hanedanlığı ve Cheng Ho hakkında kısa, fakat
önemli bir sunum yaptıktan sonra, hoca “Çin hanedanlıklarının ilk dönemleri
üzerindeki çalışmalarımız nedeniyle biz daha Ming dönemine gelemedik” dedi. Bir
an için umutsuzluğa kapıldığımı hatırlıyorum. Cheng Ho ile ilgili hikâyenin
peşinden gitmeyi öylesine arzu ediyordum ki, hocanın yorgun olmasına rağmen,
Ali Bey’in bana ulaştırdığı ve çevirdim üç sayfalık metni de masasının üzerine
koyarak ne kadar ısrarcı olduğumu kendisine göstermek istercesine bu konuda
başvuracağım kimse olup olmadığını sordum. Ümidimin yeşermesine vesile olacak
şekilde hoca birden “Dur, şu bizim Deniz’i bir arayalım” dedi. Uygur Türkleri’nden
olan Tilla Deniz Baykuzu Hanım Tarih Bölümü’nde öğretim üyesiydi. Şansım yaver
gidiyordu. Telefonla konuşmasının ardından Gülçin hanım, “Yoldaymış, buraya
geliyor” dedi.
Yarım saat sonra, odaya giren Deniz Hanım, Cheng Ho
ile serüvenimde farklı bir mecranın habercisi olacaktı. Görüşme sırasında Deniz Hanım beni sevindirecek güzel haberler vermişti. Ayrıca,
Ankara Üniversitesi DTCF’den bir iki hocanın ismini paylaşmış, kendisi de bu konuda
Çin kaynaklarından ulaşabildiklerinden az çok bilgi edinmeye çalışacağını
söylemişti. Tarih Bölümü’nden ayrılırken, Medan’da başlayan serüvenim, zihnimin
derinliklerinden gelen derin uyarılarla gözümün önünden geçmeye başladı. Bir
süre sonra Deniz Hanım’ın ulaştırdığı kıymetli bilgilere kütüphanede yaptığım taramalardan
edindiklerimi de eklediğimde, elimde Cheng Ho ve seferleri çerçevesini konu
alan bir metin çıktı. İlginçtir, Sumatra’da başlayan Cheng Ho serüveninde ilk
metni gene bu coğrafyada yayınlatma imkanı oldu. Ortaya çıkan metnin kısa bir
özet 2007 yılında, Açe’de Tarihi Varlıkları Koruma Müdürlüğü dergisinde
yayınlandı (“Cheng
Ho (1371-1433)”, Buletin Haba, Balai
Pelestarian Sejarah dan Nilai Tradisional, No. 44, Banda Aceh, 2007, pgs. 43-46.) Güneydoğu Asya tarihi içindeki ‘gezintilerim’ sırasında bu metne zaman
zaman dönüyor ve yeni kaynaklar vesilesiyle eklemelere devam ediyorum.
Bir
savaş sırasında genç yaşında alesinden koparılan, harem ağası olarak sarayda
yetiştirilen ve akabinde amiral olan ve Çin Ming Hanedanlığı’nın (1368-1644) üçüncü imparatoru Yung-lo (1403-1424) zamanında yedi büyük deniz seferlerini
yöneten Cheng Ho’nun icraatları dikkate alındığında denizlere yelken açan bir
savaşçı değil, döneminin Çin yönetiminin gücünü bölge ve küresel aktörlere
kabul ettirme amacıını taşıyan, bu anlamda barışçıl ilişkileri pekiştiren bir
“barış elçisi” rolü oynadığı anlaşılıyor.
Bu
deniz seferleri, döneminin koşulları dikkate alındığında Çin’deki denizcilik
teknolojisinin yanı sıra bu seferler bağlamında ve sonrasında Çin
İmparatorluğu’nun kurmuş olduğu uluslararası ilişkiler bugüne ışık tutacak
mahiyettedir. Ancak burada dikkat çeken husus, o dönem Çin yönetiminin duruşu,
bölgeyi ve dünyayı algılama tarzı bugünkünden oldukça farklı. Öte yandan,
zihinsel yapısı Batılı argümanlara göre işleyen ve dünyayı Batılı bakış açısı
ile anlama uğraşı veren bizlerin bu seferleri pratiğe geçiren doğu perspektifini
anlama çabası içinde olmamız da bir diğer husus.
2006
yılı Haziran-Eylül ayları arasında Singapur’da gerçekleştirilen üç aylık Cheng
Ho sergisi, 2010’da Malezya’nın Malaka şehrinde Cheng Ho konferansı konunun
uluslararası camiada ne denli önemli olduğunu ortaya koyan somut gelişmelerden
sadece birkaçı. Bu sergilere ve bilimsel toplantılara Türkiye’den de
katılımcıların ve gözlemcilerin olmasını arzu ederdik. Dünyanın farklı
ülkelerinde Cheng Ho adına dernekler ve araştırma enstitüleri faaliyet gösterdiği
bir dönemde bir yandan Orta Asya kökenleri diğer yandan Müslüman kimliği ile
Türklerin gündeminde yer alması gereken önemli bir tarihi şahsiyetle ilgili
çalışmaların ve araştırmaların en kısa sürede başlatılmasını arzu ediyoruz. Bu
çabanın sadece tarihi perspektifi değil, bölgede bugün olup biteni de anlamaya
ve algılamaya katkısı olacağına hiç şüphe yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder