27 Eylül 2012 Perşembe

Adalar Sorunu ve ABD Perspektifi


Mehmet Özay                                                                                                                    21 Eylül 2012
Amerika’nın öncülüğünde Ortadoğuyu saran savaş bulvarı Güneydoğu ve Doğu Asya’ya mı kayıyor? Düne kadar Adalar sorunu pasif yoğunluklu bir süreç içerisinde varlığını sürdürürken, birdenbire Amerika’nın 21. Yüzyıl Asya Yüzyılı projesini yüksek sesle dillendirmesiyle ve bunu Hillary Clinton’un kaleminden cümle aleme ilan etmesiyle ilk etapta Amerika’nın değil de, bölge ülkelerinin ön planda olduğu izlenimi veren bir söz düellosu, güç gösterisi derken, iş geldi halkların ilgili ‘muhalif’ ülkeler nezdinde kitle gösterileri düzenlemelerine geldi dayandı. Düne kadar Çin ile ASEAN üyesi ülkeler arasında Güney Çin Denizi bağlamında süregiden adalar sorunu, bugünlerde ‘yeniden nükseden’ Doğu Çin Denizi’ndeki adalar bağlamında Japonya-Çin ve henüz ortalıkta gözükmese de Tayvan’ın da içinde yer aldığı -Güney Kore’yi unutmamak lazım- Doğu Asya düellosu şeklinde zuhur ediyor. Kimbilir belki yarın Rusya ile Japonya arasında benzer bir adalar krizi zuhur edebilir.

Güney Çin Denizi’ndeki Adalar krizini belli bir süredir izliyoruz. Ancak nev zuhur eden bir yeni gelişme var ki, Çin-Japon milliyetçiliğini ayyuka çıkartacak cinsten. Bu siyasi angajmanın her iki ülkenin 2012 yılı başından itibaren tecrübe etmeye başladıkları ekonomik durgunluk, ihracattaki azalma vb. faktörlerin halklar üzerinde tesis ettiği psikolojik baskının yansıması olarak değerlendirilemez mi? Öyle ki, Japonya’nın durumu bilinirken, Çin’in özellikle 1999’dan bu yana en düşük seviyeli büyüme rakamlarını görmesi ve önümüzdeki aylarda ihracatın daha da negatif göstereceği düşüncesi ve yabancı yatırımcıların Çin’i istikrarsız bulup, örneğin Myanmar-Laos-Kamboçya gibi yeni yatırım alanları araması, Çinli kitleleri sokakta buluşturan başat unsurlardan biri olmadığı düşünülemez. Çin’de yükselme gösteren Japon-karşıtlığının bir diğer nedeni ise bu yıl sonunda yaşanacak Çin Komünist Partisi’ndeki liderlik değişimi. Bu süreci, “Tianenman Bozgunu”nu unutmayan ve daha çok özgürlükler ve haklar olarak algılamak isteyen kitlelerin azımsanmayacak bir etkisi olduğu da malum.

Dün Spratly Adaları bağlamında Güneydoğu Asya/ASEAN üye ülkeleri ile Çin arasındaki gerilime dikkat çekerken, bu gerilimin ucu daha kuzeye kayarak Çin-Tayvan-Japonya eksenindeki Adalar’a gelip dayanmış durumda. Üçgen içinde kalan adalarla ilgili görüşme çağrısı aslında bu ayın başında yapılmıştı. Buna göre önce ülkelerin ikili gruplar halinde görüşmesi ardından üçlü görüşmeler öngörülüyordu. Çin’de ’Diaoyu’, Japonya’da ‘Senkaku’ ve Tayvan’da ‘Tiaoyutai’ adıyla anılan adalar sorunu dünyanın üç önemli ekonomisinden ikisini oluşturan Çin ve Japonya’yı karşı karşıya getirir mi?

Elbette, Amerika’dan bağımsız ve tarihi yönleri de var bu gelişmelerin. Örneğin, en erken 19. yüzyıla kadar sarkan  bir Çin-Japon çekişmesi, son örneğini 1931 yılında gördüğümüz bir Japon hegemonyasının Çin ana topraklarına kadar nüfuzu bunun emareleri. Hiç kuşku yok ki, uluslararası çevrelerin her iki tarafı itidalli olmaya daveti ve masa başında sorunu halletme çağrıları iki ülkenin ‘milliyetçi damarının’ -Japonya’da özellikle Tokyo Valisi’nin çıkışlarında görüldüğü üzere- kabul edebileceği bir husus olmadığı, en azından şimdilik aşikâr. Örneğin, malum adalar krizi 1970’li yıllarda nüksettiğinde dönemin Çin lideri Den Xiaoping “Bizim neslimiz bu sorunu çözecek kapasitede değil. Sonraki nesle bırakalım çözümü.” demesi belki de bunun bir göstergesiydi. Ancak bugünkü restleşmeler bu neslin de pek öyle “barıştan” yana söyleme yönelmediğini ortaya koyuyor.

Bununla birlikte, Doğu Çin Denizi’ndeki adalar krizinde Amerika’nın rolünü ilerleyen günlerde daha net göreceğiz. Ancak şu var ki, Clinton’un, Amerika’nın 21. yüzyıl projesi bağlamında kaleme aldığı metnin giriş cümleleri, ABD’nin Irak ve Afganistan politikalarında neler kaybettiğini dolaylı olarak dile getirirken, aynı paragrafta baklayı ağzından çıkarıyor ve “gelecek on yılda tüm kapsamıyla hedefimiz Asya-Pasifik’tir” demesi bu coğrafyada olan bitene kayıtsız kalan bir Amerika olmayacağını ortaya koyuyor. Üstüne üstlük tam da bu noktada, “Politikalar Asya’da şekillenecek, Afganistan ve Irak’da değil ve ABD doğru zamanda doğru yerde olmalı” cümlesi aslında jeo-politik olarak ABD’nin nereye baktığı ile dünyanın Asya’dan ne anladığını ortaya koyuyor.  Güney Çin Denizi, ardından Doğu Çin Denizi bağlamlarında ortaya çıkan adalar sorunu elbette bir yanda ASEAN öte yanda Asya-Pasifik (APEC) girişimleri dikkate alındığında, bölgenin ekonomi-politikalarıyla ilintililendirilebilir. 

Şayet Atlantik Okyanusu, Avrupa ve Amerika sahilleri boyunca uzanan şehirler diyelim ki, 19. yüzyıl ikinci yarısından başlayarak giderek artan şekilde dünya siyasetine ve ekonomisine yön verme hükmünde olmuşsa bu rol bugün başka yönde gündeme geliyor. Yani günümüzde bu rolün bizatihi ABD’nin elinde şekillendirilmeye yüz tuttuğu izlenimi veren küresel politikalar çerçevesinde Pasifik Okyanusu’nun her iki yakasında, ancak bu sefer ABD’nin Batı sahilleri ile Doğu ve Güneydoğu Asya’nın Pasifik’e bakan yüzünde zaten bölge kadim medeniyetlerinin başlatıcısı ve devam ettiricisi olan şehirlerine evrilmeye başlamış durumda. Bu dönüşümde, başını ABD’nin çektiği içinde Avustralya, Yeni Zelanda, Malezya, Singapur, Vietnam, Peru ve Şili’yi içine yer aldığı Trans-Pasifik Birliği projesini yukarıda değinilen ASEAN ve APEC’den bağımsız okunamaz. Bununla birlikte, bu oluşumun veya oluşumların temel amacı Amerika eksenli ekonomik yeniden yapılanmanın hayata geçirilmesine hedeflemesiyle dikkat çekiyor. Elbette bu ekonominin politik uzantısından bağımsız ele alınamayacağına kuşku yok. İşte bu noktada, bir süredir yaşanan adalar krizine ABD’nin tarafsız kalamayacağı kanıtlarıyla ortada.  Tabii burada unutulmaması gereken bir diğer husus da ABD’nin 20. yüzyıl boyunca “müdahil olduğu” bölgelerdeki kısa tarihinde nelere yol açtığıdır. Kimi gözlemcilerin ifade ettiği üzere Kore, Vietnam, Irak, Afganistan çokça dillendirilen örnekler olurken, bu bölgeler Amerika dünya hegemonyasının tesisinde kilometre taşları olarak tarihe geçmekten ziyade, Amerika’nın hezimetine zemin hazırlamasıyla dikkat çekiyor. Bu husus Çin otoritelerince dikkate alınıyor olmalı.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=227659

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder