Mehmet Özay 6 Eylül 2011
Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton’un hafta başında Endonezya’ya yaptığı bir
günlük ziyareti son dönemde ABD’li yetkililerin bölgeye yönelik üst düzey
ziyaretlerinin devamı mahiyetinde okunmalı. Bu ziyaretin içeriğine değinmeden
önce, ABD-Endonezya ilişkilerinin doğası hakkında birkaç cümle sarfedelim ve bu
bağlamda kimi değişkenlere dikkat çekelim.
Örneğin, 2001’den sonra bölge üzerinde sözde “fundamentalist örgütler”
bağlamında Endonezya’ya yönelik “yaptırımlar” ve “baskılar” şeklinde yürütülen
politikalar, bugün yerini Çin ile artmakta olan eko-siyasal gelişmeler kadar,
Güney Çin Denizi’ndeki adalar bağlamında giderek gündemde daha çok yer alan
“hak iddiaları” ve bu minvalde Çin’e karşı blok oluşturma girişimlerine bırakmış
görünüyor. İki ülke dışişleri politikalarını şekillendiren bu değişimin önem
taşıdığını vurgulamalıyım. İlki doğrudan Endonezya ile sınırlı ve bu ülkede var
olan terörle ilintilendirilen yapılanmaları kontrole yönelik tek yönlü bir
evreden, bugün uluslararası gelişmeler çerçevesinde Endonezya’ya “partnerlik”
rolünün verildiği çift-yönelimli bir ilişkiye evrilmiştir. Yeri gelmişken,
Clinton’un bu ziyaretinin salt Endonezya ile sınırlı olmadığı aşikâr.
Özellikle, Rusya’nın Vladivostok şehrinde yapılacak Asya-Pasifik Ekonomik
İşbirliği (APEC) toplantısı öncesine rastlayan ziyaret silsilesinde ilk ülkenin
Endonezya olarak belirlenmesi önemli. Söz konusu ziyaretler silsilesinde her
bir “durakta” hasıl olacak gelişmelerin veya kazanımların APEC zirvesinde
gündemde yer edeceği kesin.
Elbette bu yönelim ve değişimde belirleyici unsurlar bağlamında Endonezya
siyasetinin geçirdiği “iç evrim” kadar, ABD’nin özellikle Doğu ve Güneydoğu
Asya’daki gelişmelere binaen Çin karşısında güçlü ittifaklar kurma çabası
ağırlık kazanıyor. Endonezya’nın bu evrimi eski bir general yani, Susilo
Bambang Yudhoyono marifetiyle diktatörlükten-demokrasiye uzanırken, ABD’nin
daha İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren giderek dozunu artırarak Güneydoğu
Asya’ya tutunma arzusu jeo-politik güç dengesi ve enerji kaynaklarına erişimle
ilintili.
Pazartesi günkü ziyarete gelirsek... Bu ve benzeri ziyaretlerin yoğunluğu, ABD’nin
bölgede varlığını giderek daha çok hissettirmesiyle paralellik arz ediyor.
Elbette konu Endonezya olunca diğer bir dizi soruna da değinilmeli. Örneğin, Papua’da
yaşanan gerilim, bir süredir düşük yoğunluklu da olsa varlığını hissettiren Ahmediyye
ve Şia grupları ile kimi kiliselere yönelik ve “dini gruplar arasında çatışma
havası” verildiği gözlemlenen gelişmeler başı çekiyor. Batılı özellikle de
ABD’li üst düzey siyasetçilerin bu türden ziyaretleri öncesinde insan hakları
dernekleri gibi sivil toplum kuruluşlarının yayınladığı raporlar ve
politikacılara yaptığı çağrıları ABD yönetimince dikkate alındığı biliniyor. Bu
sefer de aynısı oldu. Clinton, daha Cakarta’ya ayak basmadan Batılı sivil
toplum kuruluşları Endonezya’da yaşanan yukarıda değindiğimiz gelişmelerden
kimilerini gündeme getirmek suretiyle Yudhoyono ve hükümet nezdinde girişimler
yapılması konusunda baskı aracı rolünü üstlendiler. Buna hakları var elbette...
Clinton da üstüne düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirerek, Endonezyalı
muadiline uygun bir dille söz konusu bu gelişmelerden duyulan kaygısını dile getirdi.
Öte yandan, özellikle Endonezya gibi ülkelerde baş gösteren mezhep, etnik
vb. çatışmaların salt ilgili gruplar tarafından gerçekleştirilmediği, “fitilin”
başkalarınca ateşlendiğini artık herkes biliyor olmalı... Bu konuda yapılan
kimi akademik çalışmalarda, ülkede bir dizi siyasi ve ekonomik yolsuzlukları
ört bas etme ve kamuoyunda ilgili dağıtma konusunda kimi kurumlarca kamüfle
aracı olarak kullanıldığını görmek mümkün. Burada Papua konusunu ayrı ele
almakta fayda var. Çünkü Papua’da yaşananlar insan hakları ihlallerinden öte
anlam taşıyor... Papua ki, dünyanın en önemli yer altı zenginliklerine ve
üretimin özelikle de Amerikalı şirketlerin kontrolünde yapıldığı bir bölge.
Burada yaşananları salt Papualıların bağımsızlık veya otonom arzusu ile değil,
doğal kaynaklardan elde edilen gelirden pay sahibi olan Endonezya polisi ve
ordusu ile Amerikalı şirketlerin rolünü de unutmamak gerekir. Ancak
enteresandır, ABD’li yetkililer veya insan hakları örgütleri yaşananları bu
bağlamda ele almayı pek de tercih etmiyorlar. Herhalde, kaynaklar üzerinde devam
eden taraflar arasında ‘soğuk savaş’ın neden olduğu yolsuzluklar zincirini
takip etmek kolay olmasa gerek...
Kaldı ki, Açe’de Barış Anlaşması’na rağmen,
bu ve benzeri insan hakları ihlâllerini araştırma komisyonu ve mahkemeleri
kurulmamışken, Papua gibi pek de destekçisi olmayan bir Eyalet’te olup bitenler
karşısında Endonezya hükümetinden siyasi kararlılıkla meselenin üzerine gidip,
yasaların gerektirdiğini yapmasını beklemek biraz saflık olur. Tabii Clinton’un
üzerine düşen vazifeyi yerine getirerek, Papua da yaşanan insan hakları
ihlalleriyle ilgili soruya, Endonezya makamlarının “şeffaf” yaklaşım
sergilemeleri yönündeki beklentisini dile getirdi. Ancak Endonezya makamlarınca
bunun herhangi bir yaptırım olarak algılanacağını düşünmüyoruz.
Peki Clinton, Endonezya Dış İşleri Bakanı Marty Natalegawa ile ne konuştu? Gündemin
en önemli maddesi hiç kuşku yok ki, Güney Çin Denizi’deki adalar krizi. Bunun
en önemli göstergesi Endonezya ziyaretinin akabinde soluğu Beijing’de alması
oldu. Sürekli dile getirdiğimiz üzere Güney Çin Denizi’ndeki kriz, ASEAN’ı
doğrudan etkileme gücüne sahip. Bu gücün pratikteki karşılığı da geçen Temmuz
ayında Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’de yapılan ASEAN Dış İşleri Bakanları
toplantısında ortaya çıkmıştı. Birliğin yarım yüzyıllık tarihinde ilk defa böylesine
önemli bir toplantı sonunda sonuç bildirgesinin kaleme alınamamış olması, sadece
birlik içerisinde değil, ABD’nin de içinde yer aldığı uluslararası çevrelerde
de büyük bir şaşkınlığa yol açmıştı. Bunun temel nedeninin Çin ile Laos
arasındaki yakın işbirliği olarak değerlendirilmesi, aslında ASEAN içindeki
“birlik” söyleminin kırılganlığını da ortaya koymaya yetiyor. Bu bahsettiğimiz
şaşkınlık bugün yerini endişeye bırakmış olmalı kı, Clinton yüksek sesle ABD’nin
gelişmelere doğrudan taraf olmadığını söylese de, Endonezya ziyareti özelinde
ortaya çıktığı üzere tarafsız kalamayacağını deklare etmiştir.
İşte bu nedenledir ki, Clinton’un Cakarta ziyaretinin ana konusu ASEAN’da
ağabeylik rolü oynayan veya bu role soyunan Endonezya özelinde birliğin
ayakları üzerinde güçlü bir şekilde durmasına yönelik destekti. Ve bu destek de
geldi... Özellikle Endonezya’nın malum
adalar üzerinde hak iddia eden ülkeler arasında yer almaması, ABD’nin
‘kartlarını’ Endonezya üzerinde oynamasını kolaylaştırmışa benziyor. Endonezya
yönetiminin de bu gelişmeden memnuniyet duymaması mümkün değil. Öteden beri,
ABD ile ilişkileri önemseyen ve ülkenin iç dinamiklerinin imkân verdiği ölçüde
“yandaşlık” kurma konusunda istekli davranan Endonezya’nın, ABD’nin Irak ve
Afganistan sonrası Asya “çıkartmasında” bölge ülkelerine ne gibi rollerin
biçileceğini okuyabiliyor olsa gerek. Bu noktada, söz konusu bu gelişmenin
temellerinin 2010 yılında Endonezya-ABD Kapsamlı İşbirliği yapılanmasıyla
atıldığını ve bu oluşumun yıllık forumlarla bölgesel ve küresel gelişmelere
yönelik politikalar geliştirdiklerini hatırlatabiliriz.
ABD’nin Endonezya’dan bu talebi, ASEAN ülkelerini tek tek karşısına alma
politikası güden Çin’e karşı bir hamle niteliği de taşıyor aynı zamanda. Görece kendi içine kapalı bir yapı sergileyen ve genellikle ya ‘bağlantısız’ kalmayı yeğleyen veya
iki kutuplu dünya ortasında “istikrarı” bir ‘sol’a bir ‘sağ’a yaslanmada bulan ASEAN’a üye ülkeler, ekonomik
kalkınmaya odaklı politikalarla bugünlere geldiler. Ancak bugün gelinen noktada gelişmelerin de ortaya koyduğu üzere, ASEAN’nın da artık risk alma zamanı geldi. Bu risk yönetimi işinin de, sahip olduğu imkânlar dikkate alındığında, büyük
ölçüde Endonezya’ya düştüğünü söyleyebiliriz. Kimi yazılarımızda dile
getirdiğimiz üzere -şayet hayata geçirilme imkânı tanınacaksa- Çin-ABD
Barışı’nın ASEAN’dan geçtiği yönündeki tezimizde durmaya devam ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder