“ARAKAN’A ÇÖZÜM
OLMAK”
ARAKAN RAPORU
HAZİRAN-2012
Dr. Mehmet Özay –
Malezya
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
ARAKAN NERESİ - ARAKANLILAR KİM?
İÇ VE DIŞ GÜÇLERİN TARİHSEL MÜCADELESİ
BUDİZMİN TOPLUMSAL BASKI ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ VEYA MERKEZİ YÖNETİMİN
ETNİK TOPLULUKLARA BAKIŞI
ETNİK AYRIŞMAYA YOL AÇAN SÜREÇLER
Sömürge Dönemi
Gelişmeleri:
Değerler Manzumesi:
Bağımsızlık Öncesi
Hazırlık Süreci ve Arakan’ın Dışlanması:
Siyasal Örgütlenme:
Modern Ulus-Devlet
Yapılanması:
MODERN DÖNEM ve ARAKANLILARA YÖNELİK BASKILAR
SORUNUN ÇÖZÜMÜ
a)Acil müdahale
b)orta vadeli müdahale
c)haklar arayışı
i)Eşit vatandaşlık statüsünün verilmesi:
ii)Dini ve
kültürel aidiyetlerin tanınması ve gündelik yaşamda pratiğe dökülmesinin
önündeki engellerin kaldırılması;
iii)Eğitim olanaklarının hayata geçirilmesi;
iv)Ülke içinde serbest dolaşım ve çalışma koşullarının
iyileştirilmesi;
SON SÖZ
KAYNAKLAR
GİRİŞ
Günümüzde birbuçuk milyonu Burma’nın[1] Arakan
Eyaleti’nde bir o kadarının da Bengaldeş, Tayland ve Malezya gibi ülkelerde mülteci
sıfatıyla yaşayan toplam üç milyon Arakanlı Müslümanın insanlık dramı devam
etmektedir. Tarihte Arakan adıyla kurulmuş olan İslam Sultanlığı’ndan bugüne
kadar geçen süreçlerde Arakan Müslüman nüfusu defaatle kırılmalara maruz
kalmıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak bugün Arakan adıyla bilinen
toprakların %88’inin Budistlerden teşekkül ettiği bilinmektedir (Augn-Thwin
2012: 47).
Son gelişmelerin odağında Arakan Eyaleti başkenti Sittwe‘de nüfus dağılımının
Arakanlıların göçlerini açıklayan bir başka göstergedir. Öte yandan, Arakan Eyaleti’nin
güneyinde ise, tarihsel olarak varlık süren Maghların, yani Rakhine’lerin (Rakhaings) çoğunluğu teşkil etmesi
kadar, iç göçlerle yoğun bir Budist nüfsunun varlığı dikkat çeker. Bölgenin Burma
merkezi yönetiminde Rakhine olarak adlandırılmasının bile, Arakanlı
Müslümanların bölgede yeri olmadığını, bunun yerine bölgenin bir diğer etnik
unsuru olan Rakhine ile özdeşleştirilme çabasının sergilendiği ortaya
çıkmaktadır.
Ülkede Müslümanların varlığı Arakanlardan ibaret değildir. Tarihin değişik
evrelerinde Arakan’dan çıkartılarak Burma’nın değişik bölgelerine zorunlu göçe
tabi tutulanların oluşturduğu Müslüman gruplar kadar, Çin’deki baskı rejiminden
kaçan Çinli Müslümanlar, özellikle de Yunnan’dan gelenler, Burma’nın kuzeyinde
Shan Eyaleti’nde konuşlanmış olan Panthay
adıyla anılan Müslüman grubu oluşturmaktadır (Henderson vd. 1971: 65).
Arakan sorunu, Güneydoğu Asya’da çoğunluğunu Budist ve Hıristiyan toplumların
oluşturduğu yapılar içerisinde var olma mücadelesi veren ‘etnik Müslüman’
azınlığın sorunundan bağımsız ele alınamaz. Çünkü Güneydoğu Asya toplumlarının
antropolojik ve sosyolojik özellikleri nazara dikkate alındığında, benzer
süreçlere tabi oldukları dikkat çeker. Bu durum, özellikle de ulus-devlet
yapılanması bağlamında zorunlu hiyerarşik yeniden yapılanmaya tabi tutulmalarında
belirginlik kazanır.
Bununla birlikte, Arakan sorunu, Burma toprakları içerisinde süregiden
tarihi dönüşümlerin bir sonucu olarak neşet etmesiyle bu ülkedeki sorunlar
yumağı içerisinde köklü bir nitelik taşır. Bu topraklar üzerinde hüküm sürmüş yerli
ve yabancı yönetimler, siyasi rejimler ve aktörler bugün var olan sorunda şu
veya bu şekilde pay sahibidirler. Bu çerçevede Burma’yı bölge ülkelerinden
ayıran ve kendine has kılan niteliklere göz atmakta fayda var. Örneğin, 1824
yılından 1948’e kadar İngiliz sömürgeciliğinde kalan o dönemki adıyla Burma,
İngiliz Devletler Topluluğu’na üye olmamıştır (Holliday 2011: 41). Bir diğer
husus, Japon işgali döneminde İngilizlerle-Japonlar arasındaki çatışmalar
önemli kayıplara neden olurken, özellikle Burma Ordusu’nun önce Japonlar
ardından İngilizlerle işbirliği yapması ülke içerisinde siyasi ayrımlara yol
açmıştır. Bu nedenle, 4 Ocak 1948’de bağımsızlığını kazanan Burma’da etnik
azınlıklara siyasi karar süreçlerinde yer verme ve ülke içerisinde ‘birlik’
tesisi önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.
Bu sorunun, Augn San’ın, “Hiçbir ulus, bir başkasını egemenliği altına alma
hakkına sahip değildir” yaklaşımında çözüm bulduğu düşünülebilir. Modern
Burma’nın kurucu babası olma sıfatını taşıması dolayısıyla San’ın sarf ettiği
bu görüş, günümüz Burma’sında yaşananlar ile yukarıda aktarılanlar arasındaki
tezatı ortaya koyarken öte yandan, kuruluş aşaması ile aradan geçen elli yılı
aşkın sürede Burma’nın tecrübe ettiği siyasi gelişmeler ve uygulama arasındaki
farka dikkat çekmesiyle üzerinde durulmayı hak ediyor. Bu bağlamda, ülkede
neler yaşandığı ve bu yaşananların Arakanlı Müslümanların kaderini nasıl etkilediği konusuna aşağıda ayrıntılı
bir şekilde değineceğiz.
Modern Burma’yı ve sorunlarını anlamaya çalışırken, ülkenin kurucu
aktörlerinin yaklaşımlarıyla kuruluş sürecinin akabinde neler yaşandığı da önemlidir.
Bu bağlamda, ülkenin kurucu aktörü olarak öne çıkan Aung San’ın devletin
temellerinin ırk önceliğine değil, demokratik haklar üzerine inşa edilmesi
gerektiği üzerinde durması o dönem için dikkate değer bir gelişmeydi. Öyle ki, Sang,
23 Mayıs 1947 tarihinde, demokrasi konusunu ayrıntılı bir şekilde ele aldığı
Rangoon’da yaptığı konuşmada, anayasa için nasıl bir siyasi çerçeve
çizileceğinin ipuçlarını vererek, “Sınıf, ırk, din veya cinsiyet farkı
gözetmeyen, ancak ve ancak halkın çıkarlarını gözeten bir devletin gerçek
demokrasiye ulaşabileceğini”(Silverstein 1993: 153, 154) ileri sürüyordu. San’ın,
azınlıklar konusuna da eğildiği bu konuşmasında, devleti teşkil farklı etnik
unsurların geleceklerini belirleme hakkına sahip olmalarına güçlü bir atıfta bulunması
(Silverstein 1993: 157), ülkenin geleceği için umut ışığı olarak
değerlendiriliyordu. Ancak sadece birkaç yıl sonra ordunun açıktan açığa 1947
yılında Aung San’ın önderliğinde oluşturulan anayasa çalışmasını eleştirmesi
(Holliday 2011: 46), ülkede ortaya çıkan aralarında Arakanlı
Müslümanlarınınkinin de bulunduğu ‘özgürlükçü hak arayışlarını’ yadsıyan
dolaylı bir mesaj niteliği taşıyordu. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız
Burma’nın kuruluşu öncesi ve sırasındaki gelişmeler elbette ülkedeki tüm etnik
unsurlar kadar, belki de daha çok Arakanlı Müslümanların varlıklarının devamı
noktasında büyük önem taşıyordu.
ARAKAN NERESİ -
ARAKANLILAR KİM?
Arakan adı verilen topraklara dair tarihi veriler 4. yüzyıla kadar geri
gitmektedir. O dönemde, Arakan Krallığı’nı oluşturan insan unsurunun Hintli mi
yoksa Tibet-Burma ırkına mı mensub olduğu konusunda bugüne kadar yapılan
araştırmalarda kesin bir sonuç alınamamıştır (Henderson vd. 1971: 77). Bu
belirsizlik, bölgenin bir yandan denizle, öte yandan karadan Çin sınırları
üzerinden çeşitli insan topluluklarının etkileşimine konu olmasından
kaynaklansa da, bölgede Hint tesirinin gözardı edilemeyecek boyutta olması, öte
yandan tarih boyunca sürekli çeşitli ulusların etkileşimine konu olması
bakımından Arakan bölgesinin dikkat çekici bir öneme sahip olduğuna kuşku yok. Gerek
Hint, gerek Moğol etkileşimleri çerçevesinde Arakanlıların antropolojik
özellikleri itibarıyla Indo-Mongoloid sınıflamasına gireceğini söyleyebiliriz
(Collis 35, 37). Bu erken dönemin ardından, Güneydoğu Asya İslamlaşma
süreçlerinin benzerinin Arakan’da da gerçekleştiği düşünülebilir. Bu sürece
dair veriler, yer ve isim adları gibi etimolojik bağlamda ortaya konulmaktadır.
Günümüzde hem belli bir coğrafyayı ve hem de bu bölgede yaşayan halkı tanımlamak
için kullanılan Arakan adı ise Rakhaing kelimesinin İngilizceleşmiş
halidir (Aung-Thwin 2012: 41). Arakan veya Rohingya adıyla halk ve coğrafya
tarihte Roang, Rohang veya Roshang olarak biliniyordu. Bununla
birlikte, Rohingya’nın Arapça Raham
kelimesinden türediği varsayılıyor. Malay dünyası ve uzantısı olan bölgelerle
ilgili coğrafi terminolojinin ve anlatıların yer aldığı Arap tarihçilerine ait
eserlerin en meşhurlarının kaleme alındığı 9. ve 10. yüzyıllara ait kimi
eserlerde de Arakan bölgesine atıflara rastlanmaktadır. Örneğin, bu bağlamda Jazirat-al-Rahmi veya Rahma’nın Rohingya ile bağından söz
etmek mümkün (Yunus 1994: 7-8, 10, 12). Yukarıda zikrettiğimiz etimolojik
veriden hareketle, Arakan bölgesinin tarihin erken dönemlerinden itibaren çeşitli
vesilelerle Müslüman unsurların bölgedeki varlıklarına işaret ettiği
düşünülebilir.
Arakan Müslümanlarının etnik nitelikleri konusunda bir diğer antropolojik
gerçek, sahip oldukları ana dilleridir. Yazılı bir dil olma özelliği de
gösteren Arakanca, özellikle 1784 Budist Burma ilhâkı akabinde de 1823 yılından
itibaren başgösteren İngiliz sömürgeciliği dönemindeki sosyo-kültürel baskılar
neticesinde bugün neredeyse yok olmaya yüz tutmuş bir dil hüviyetindedir (Yunus
1994: 14).
Arakan’ın coğrafi konumu özellikle Batı Hindistan sahilleri ile bugün
Bengaldeş olarak bilinen topraklar üzerinden kültürel, sosyal ve ekonomik
ilişkiler olduğunun belirgin göstergesidir. Bu çerçevede, 15 ve 17. yüzyıllar
arasında Hindistan’daki Müslüman unsurlarla yakın bağ kurduğu ileri sürülen
Arakan Sultanlığı günümüzde Bengaldeş sınırları içinde yer alan Chittagong
şehrine kadar hakimiyet alanlarını geliştirmiş olması (Henderson vd. 1971: 77),
Arakan’da kurulan devlet sisteminin siyasi ve teritoryal hakimiyet sahasının
genişliğini göstermesi bakımından da önemlidir. Öyle ki, bugün yaşanan iltica
olayları neticesinde çok sayıda Arakanlının Chittagong’da yaşayor olmasının
böylesi bir tarihsel geçmişle de payı olduğu düşünülebilir.
Arakan’ın içinde yer aldığı coğrafya, Batılı araştırmacıların genelde dile
getirdikleri üzere Hindistan ve Çin gibi iki büyük Asya medeniyeti arasında uzanan
bir toprak parçası olduğu görülür. Oysa bu tanımın eksiklik taşıdığını söyleyebiliriz.
Hindistan ve Çin’e ilâve olarak Hint-Çini’nden güneye ve Asya-Pasifik
Adaları’nı kapsayacak şekilde genişleme gösteren coğrafya Malay dünyası olarak
bu iki medeniyetin etkileşimlerine ortaklığı bağlamında Arakan üzerinde de şu
veya bu şekilde nüfuzundan söz etmek mümkün. Bu argümanları mantıksal olarak destekleyecek
bir diğer husus ise, bir yandan İslamiyetin yayılma evreleri öte yandan
bölgenin İslam öncesi dönemden başlayarak önemli bir deniz ticaret yolu
üzerinde rol olması Arakan coğrafyasının tarihi süreçte nasıl bir gelişmeye konu
olduğuyla alâkalıdır. Bir yandan Arab Yarımadası ve Fars Körfezi çıkışlı Batı
Asya denizci ve ticaret sınıfının Hindistan’ın doğu ve batı sahilleri boyunca
kurdukları sağlam ticari bağlar; öte yandan Malaka Boğazı eksenli olarak
gelişme kaydeden ve içerisinde Sumatra, Cava başta olmak üzere Pasifik’e doğru
genişleyen adalar topluluğunda yerleşik halkların oluşturdukları geniş ticari
ve kültürel ağ, Bengal Körfezi boyunca uzanan sahil şeridi üzerinde güçlü bir
kültürel, dini ve ekonomik bağlantı hatlarına olanak tanıdığı öngörülebilir.
Bu coğrafi özellikler içerisinde, Arakan bölgesinde yaşayan iki farklı
etnik toplumsal gruptan bahsetmek mümkün. Birincisi Müslümanlar ve ikincisi ise
Roang Maghs adıyla anılan Budist
Arakanlılar. Bugün bölgede etnik çatışma şeklinde ortaya çıkan gelişmelerde,
öncelikle farklı bir etnik unsura bağlı olduğu ifade edilen Roang Budistlerinin,
Arakan Müslümanlarına karşı tarihsel sebeplerle cephe almalarından
kaynaklanmaktadır (Yunus 1994: 11-12, 131). Bununla birlikte, Arakanlı
Müslümanlar, dil ve kültür benzerliğine rağmen, kendilerini farklı bir etnik
unsur kabul etmektedirler.
İÇ VE DIŞ GÜÇLERİN
TARİHSEL MÜCADELESİ
Arakan bölgesi, sahip olduğu jeopolitik özellikten ötürü sürekli kuzey ve
güneydeki güçlerin kapışma alanı olurken, 16. yüzyıldan itibaren sahil
şeridlerinde önemli ticaret şehirlerini ele geçirme mücadelesi veren Batılı
sömürgeci güçlerin müdahalelerine maruz kalmıştır. Bu bağlamda, bir dönem Pegu
ve Burma Krallıkları’nın, ardından Hindistan’da yerleşik olan Moğolların ve Burma’nın
hakimiyet çabalarına, daha sonra da Portekiz gemilerinin saldırılarına uğramıştır
(Phayre 1998: 77, 79; Yunus 1994: 50, 51). İngilizlerin Hindistan’a
yerleşmesiyle doğuda güvenlikli bölge inşasının yanı sıra, Hindistan’ın gıda
ihtiyacını karşılamaya yönelik yayılmacı politikaları sürecinde de Arakan bir
kez daha yabancı istilasına maruz kalmıştır. 1784 tarihinde Budist Burma
Krallığı; akabinde 1824’de İngiliz sömürge yönetiminin işgaline uğradı (Yunus
1994: 13, 14).
Burma Krallığı’nın Arakan topraklarını ilhâk girişiminin ekonomik ve
kültürel nedenlere dayanır. Ekonomik nedeni, Güneydoğu Asya genelinde görüldüğü
üzere kralların varlığı teritoryal hakimiyetten ziyade, sahip oldukları insan
gücüyle doğru orantılıdır. Bu bağlamda, insan kaybını telafi Arakan
topraklarını ilhak girişiminin bir nedenini oluşturur. Öte yandan, Burma
Krallığı tarihsel, kültürel ve linguistik değerler bağlamında kendine ait bir
bölge iddiasıyla Arakan’ı merkeze entegre etme amacı taşıyordu (Augn Thwin,
2012: 179). Kırk yıl boyunca Burma işgaline konu olan Arakan toprakları ve
halkı, bu süre zarfında herhangi bir maddi ve toplumsal gelişme ile karşılaşmak
bir yana, var olan değerlerini yitirmiş, sözde Burma hakimiyeti altında hiçbir
gelişmeye taraf olamamıştır. Ayrıca, barışın ve istikrarın yerini tehdit ve
tehlikeye terk ettiği bu dönemde yaklaşık iki yüz bin Arakanlı Müslümanın
özellikle Bengal’e göç ettiği bilinmektedir. Ayrıca, zorunlu göçe tabi tutulan
binlerce kişi de Burma’nın değişik bölgelerine yerleştirilmiş; binlercesi
kutsal tapınak inşaatlarında köle işçi olarak çalıştırılmışlardır (Jailani
1999: 122, 124).
İngilizlerin Arakan bölgesine nüfuzları ise, doğrudan yayılmacılık
politikasından ziyade, bölgede ortaya çıkan siyasi ve teritoryal gelişmeyle alâkalıdır.
Bu bağlamda, Burma güçleriyle çarpışan ancak akabinde günümüzde Bendaldeş sınırında
bulunan Chittagong şehrine kaçan Arakanlıları ele geçirmek amacıyla harekete
geçen Burmalıların İngiliz sömürgeciliğinin doğu sınırlarına tecavüzü nedeniyle,
İngilizler harekete geçmek zorunda kaldı. Bu dönem, bir yandan sömürge
sınırlarını koruma gayesi taşıyan İngilizler, ana vatanlarını Burma
egemenliğinden kurtarma çabasındaki Arakanlılar arasında bir tür ittifakın
doğmasına yol açtığı görülür. Bu kısa süreli çatışmalar ve anlaşmazlıkların
daha sonra 5 Mart 1824’de İngiliz-Burma savaşlarının ilkine yol açtı.
(Aung-Thwin 2012: 178, 179; Holliday 2011: 26).
İngilizlerle-Arakanlılar arasındaki bir diğer yakınlaşma, II. Dünya
Savaşı’nda İngilizlerin Arakanlı Müslümanları gerilla olarak kullanmasıyla
ortaya çıktığı söylenebilir. Arakanlıların bu birlikteliğe yanaşmalarının en
önemli nedeninin, İngilizlerin Arakanlı Müslümanlar için otonom hakkı verme talebi
olduğu düşünülebilir. Ancak savaş sonrasında bu yönde bir gelişme olmadı
(Steinberg 2006: 218). Bu sürecin akabinde, Takhins
örgütlenmesi örneğinde olduğu gibi Budist Burmalıların saldırıları gibi
nedenlerle Bağımsızlık öncesinde 1947 yılı Kasım ayında Mujahidler[2]
adıyla silahlı birlikler kuruldu (Steinberg 2006: 218). Bu oluşumun, 1942
yılında Müslümanlara karşı girişilen büyük kıyım sürecinde 200.000 Arakanlının
varlarını yoklarını terk ederek göç etmek zorunda kalmalarının devamında bir
“öz-savunma” düşüncesiyle gündeme geldiği unutulmamalı. Bununla birlikte,
özellikle 1948 yılı ortalarında, yani bağımsızlıktan sadece birkaç ay sonra
tıpkı Karen, Kachin ve Mon etnik yapıları gibi silahlı mücadeleye
girişmelerinde olduğu gibi Arakanlıların da merkezi hükümette Aung San’ın
‘devlet’ modelinden vazgeçilip, yerine Burma milliyetçilerinin etnik çoğunluk
unsuruna dayalı ulus-devlet yapılanmasına gidilmesine tepki gösterdiklerine kuşku
yok. Buna ilâve olarak, Pakistan’ın bağımsızlığı kazanmasının da dolaylı bir rolü
olduğu düşünülebilir. Söz konusu bu hareket, Budist unsurlara karşı mücadele
vermekle birlikte, 1950’li yıllar boyunca Burma Ordusu’nun müdahalesine maruz
kalmasıyla hareket 1961’de varlığına son verdi (Holliday 2011: 43; Yunus 1994:
136; Henderson vd. 1971: 78).
Her ne kadar, 1950-51, 1956 ve 1960 yıllar, ülkede parlamenter sistemi
uygulama noktasında önemli aşamalar olarak dikkat çekse de, merkezdeki yozlaşma
ve güvensizliğin yanı sıra, belki de daha çok ‘Burmalılaştırma’ politikası bir süre sonra etnik unsurlar
arasındaki huzursuzluğun yeniden neşet etmesine yol açtı. Bu minvalde, Arakan
başta olmak üzere Çin, Laos ve Tayland sınırı boyunca varlık süren etnik
yapılar merkeze karşı otonom statü elde etme veya özgürlük mücadelelerine
giriştiler (Holliday 2011: 44). Yabancı gözlemcilerin pek de ümitvâr
olmadıkları ve dağılmasının an meselesi varsayılan Burma, ülke içinde yaşanan
kaos ortamıyla mücadelede ordunun bir alternatif olarak ortaya çıkmasında Soğuk
Savaş döneminin gerçeklerinin payı unutulmamalıdır. Bu çerçevede kapı komşusu
Çin’deki komünist devrime karşı ‘en disiplinli’ kurum olarak ortaya çıkan ordu
(tatmadaw), bu süreçte varlığını ülke
birliğinin yegâne savunucusu olarak pekiştirirken (Holliday 2011: 44, 45), aynı
zamanda, etnik unsurlar üzerindeki baskısını da meşrulaştırmış oluyordu.
BUDİZMİN TOPLUMSAL
BASKI ARACINA DÖNÜŞTÜRÜLMESİ VEYA MERKEZİ YÖNETİMİN ETNİK TOPLULUKLARA BAKIŞI
Toplam nüfusun %30’unu oluşturan etnik azınlıklar olgusu (Henderson vd.
1971: 60), ülkede ‘birlik’ esasına dayalı bir toplumsal bir yapı oluşmasının
önündeki en önemli engeli oluşturmuştur. Bu nedenle, siyasi temsiliyet
noktasında merkezde siyasi, askeri ve ekonomik gücü elinde tutan Budist Burma (Barma) çoğunluğu, ülkenin var olan
imkânlarını etnik gruplarla paylaşmak istememesi, on yıllarca süren iç
çatışmalar, ayaklanmalar, baskı ve zulümlere yol açmıştır. Birbiri ardı sıra
hüküm süren sivil ve özellikle de askeri yönetimler, bizzatihi azınlıklar
içerisinde var olan -etnik aidiyetlerine rağmen, dini aidiyet olarak Budist
olmalarından hareketle- unsurlardan teşekkül ettikleri askeri güçlerle
azınlıklar üzerinde hakimiyet kurmayı tercih etmişlerdir. Örneğin, Shan, Mon,
Karen ve Arakanlıların bir bölümü Budistken, Budist olmayan Burmalıların oranı
ise sadece %15’tir.
Budist Burmalıların bu sayısal üstünlüğü, ülke politikalarının oluşumuna
önemli bir etkisi olmuş ve olmaya devam etmektedir (Henderson vd. 1971: 60). Bu
nedenledir ki, 1960’larda ‘Budizm’ devlet dini kabul edilmiştir. Bu politika
ile azınlıklar veya etnik unsurları andıracak veya atıfta bulunduracak herhangi
bir terminolojinin resmi olarak kullanımı da yasaklanmıştır (Gravers 1999: 56;
Henderson vd. 1971: 75). ‘Budizm’ olgusuna bu kadar vurgu yapılması ülkenin
orta kesimlerinde varlık süren Barma
etnik çoğunluğunun tarihi referansları ile açıklanmaktadır. Bu nedenledir ki,
modern Burma devletinin resmi ideolojisinde Budizm bir tür ‘toplumsal çimento’
olarak işlev görecek şekilde politika aracı kılınmaktadır. Aradan geçen altmış
yıllık dönemde Budizm, milliyetçilik, sosyalizm, cunta yönetimine eklemlenerek
(Sakhong 2010: 48), bir anlamda farklı dinden olan azınlıklar üzerinde baskı
aracına dönüştürülmüştür.
Budizm olgusunun ülke içerisinde etnik unsurlar arasında sergilediği bu
yapının ötesinde, Arakan Eyaleti’nde yaşayan Müslümanlar ile Budist Maghların
aynı ırk temelli varlığının, dini aidiyetleri ile bir anlamda farklılık
kazandığı görülür. Arakan bölgesinde etnik yapının homojenliğine rağmen, dini
aidiyet noktasında var olan ayrım bu bölgenin, çoğunluğu teşkil eden Burmalılar
karşısında herhangi bir siyasi birliktelik sergilemesi önündeki engeli teşkil
eder. Din ayrımının toplumsal bütünlüğü gölgede bıraktıran bu oluşumuna karşın,
Budizme mensubiyet Maghları daha çok Burmalı çoğunluğa yaklaştırmaktadır. Bu
özellik özellikle II. Dünya Savaşı sonrası doğan siyasi boşlukta ‘bağımsızlık
mı?’ ‘mandacılık mı?’ sorusuna Maghların Budist Burma yönetimini tercihi ile
ikincisini seçtikleri görülür (Yunus 1994: 108).
Aynı ırka mensup bu toplum arasında yaşananların bir tür ‘din savaşı’
olarak adlandırılmasını haklı kılacak önemli gelişme ise Thakin örgütünün
Arakan’daki temsilciliğini yürüten liderler arasında U Pinnya Thiha adında
Budist bir rahibin bulunması. Thiha, Japon İşgali döneminde, yani 28 Mart 1942
günü başlayan ve bir ayı aşkın süren katliamda 100.000’i aşkın Arakanlı
Müslümanın katline, 500.000 kişinin evlerini terk etmelerine yol açan
saldırıların emrini verenlerdendir (Yunus 1994: 108-111; Jailani 1999: 166). Çalışmanın
değişik yerlerinde değindiğimiz Thakins
adlı örgütsel yapının kışkırtmaları ve desteğiyle Maghların gerçekleştirdikleri
saldırıların yanı sıra, Arakan bölgesinin Japonlarla İngilizler arasında önemli
çatışmalara konu olması Müslümanların önemli can ve mal kaybına yol açtığı ve
geri kalan Müslümanların önemli bölümünün Arakan’ın kuzeyine göç etmek zorunda
kalmaları gibi nedenler Magh’ların süreçte Arakan’ın güneyinde çoğunluğu
oluşturmasına neden oldu (Jailani 1999: 137; Yunus 1994: 118; Henderson vd.
1971: 78).
Bugün Arakan topraklarında Müslüman çoğunluğun sadece kuzeyde
yoğunlaşmasının temel nedeni özellikle II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan bu
çatışmalardır. Bu gerçeğe tanıklık etmiş bir İngiliz subayının anılarında
şunlar yazar: “Savaş öncesi dönemde
Arakan Müslümanlar ve Maugh’ların yerleşik olduğu bir bölgeydi. 1941 yılında
iki toplumsal grup arasında başlayan çatışmalar sonucu Maughlar bölgenin
güneyinde Müslümanlar da kuzeyde çoğunluğu oluşturdu.” (Yunus 1994: 118).
ETNİK AYRIŞMAYA YOL
AÇAN SÜREÇLER
Arakan’lıların vatandaşlık, eğitim ve serbest dolaşım haklarının olmaması,
ülkede özellikle etnik çatışmaların odağında yer alan ‘dışarlıklı bir grup’ olduklarını
öne çıkarıyor. Bunun en son örneklerinden biri, 2012 yılı Haziran ayı
başlarında meydana gelen ‘ırza geçme’ fiilini işlemekle suçlananların Arakanlı
Müslümanlar olmalarıydı. Ancak Gravers’ın (1999: 86) 1997 yılında yaşanan
benzer bir olaya atıfta bulunarak, olayın faillerinin bilinmemesine rağmen,
suçun Müslümanlara atılması konusunu gündeme getirmesi, tarihte benzer suçlar
isnad edilerek Müslümanlara ve camilere saldırıların meşruiyet kazandırıldığına
dair örnekler olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, Arakanlıların diğer etnik
unsurlar, özellikle de Budist Burmalılar arasında herhangi bir eşitlikli
ilişkiye konu edilmediklerinin açık bir kanıtıdır. Burada, etnik çatışmaların
tarihi köklerine dair unsurları maddeler halinde ele almakta fayda var.
Sömürge Dönemi Gelişmeleri: Güneydoğu Asya sömürge dönemi, bölge halkları arasında milliyetçilik
olgusunun yaygınlaşması ve bu bilincin gelişmesinin temel nedenlerindendir.
Sömürgeci güçler, özellikle de İngilizler hüküm sürdükleri topraklarda işgücü ihtiyacını
karşılamak için farklı coğrafyalardan göçleri bilinçli olarak yönlendirmiştir. İngiliz
sömürgeciliğinin olmazsa olmazlarından kabul edilebilecek sömürge yönetiminin
yeniden yapılandırılmasında önemli işlev görece insan gücünü teşkil eden dış
göç, Burma topraklarına Hindistan ve Bengaldeş üzerinden sağlandı (Holliday
2011: 26; Jessy 1985: 390). Böylece, 1824 yılından itibaren Burma topraklarına
giren İngilizlerin bir dizi politikası Budist Burma halkı arasında bir tür
aşağılık kompleksinin doğmasına neden oldu.
Hintli ve Bengalli göçmenlerin yanı sıra, İngilizlerin idari mekanizmadaki
görevlendirmelerde Karenleri Burmalılara tercih etmeleri gibi nedenlerle Karenlerin
Burma topraklarında orta sınıfı teşkil etmesi hatırlanabilir (Gravers 1999: 27).
Buna ilâve olarak, İngilizler Arakan’ın kültürel benzerliklerinden hareketle
Bengal yönetimine eş değer bir yapılanmayı gündeme getirmişler ve bu anlamda
Burma genelinden farklılığı ortaya konmuştur (Augn-Thwin 2012: 181). Yukarıda
zikredilen bu hususlar, daha sonra modern gelişmeler çerçevesinde, özellikle de
20. yüzyıl başlarından itibaren Budist Burmalılar arasında milliyetçilik
ideolojisinin gelişmesine yol açtığı gibi, Arakanlıların ‘dışarlıklı’ kabul
edilmesinin de nedenleri arasında sayılmıştır.
Bu dışarlıklı göç unsurlarının, orta sınıf yönetici ve ticaret hayatındaki
işlevleri Budistler üzerinde izlerinin silinmesi mümkün olmayan bir sosyal
baskı unsuru olarak gerçekliğini sürdürüyor. Bu anlamda, bu dışarlıklı
unsurların bir yandan ırksal öte yandan dini mevcudiyetleri, Budistlerin
Arakanlı Müslümanları, belki de önyargıları sonucu aynı kefeye koymalarına
neden oluyor. Yakın geçmişteki benzer etnik saldırılarda bunu görmek mümkün.
1930’larda Budist öğrencilerin kurdukları dernekler vasıtasıyla Hint-karşıtı
gösteriler ülke geneline yayılmış ve Arakanlı Müslümanları da hedef almıştır
(Yunus 1994: 103).
Değerler Manzumesi:
Asya değerler manzumesinin bir sonucu olarak Burma’da ‘bireysel’ veya
‘kollektif’ haklardan bahsedilmesi söz konusu değildir. Bunun yerine, bireylere
tahsis edilen ve hiyearşik olarak sıralanan ‘görevler’ ve ‘sorumluluklar’
dizgesinden bahsedilebilir (Sakhong 2010: 38). Son bin yıllık süreçte Burma
topraklarında hüküm süren Barma etnik
yapısı içinde doğan ve gelişen monarşik yapı, modern süreçte diğer etnik
yapılar üzerinde kurduğu siyasi egemenliği, tarihten tevarüs eden bu hiyerarşik
toplum düzeni üzerinden sürdürme çabasındadır. Bu olgu, tekil etnik yapı
içerisinde yer alan bireyler bağlamında ‘haklar’ olgusunun olup olmaması
kültürel anlamda hazmedilebilir olsa da, etnik çoğulculuğun hakimiyeti altında
yaşam sürmek zorunda kalan etnik azınlıklar bağlamında kabul edilebilirliği söz
konusu değildir. Dolayısıyla, bu tür toplumlarda insan hakları çerçevesinde
bireysel ve toplumsal hakların uygulanamaması, ulus-devlet yapılanmaları
bağlamında aşılması mümkün olmayan sorunlar yumağına dönüşmüştür.
Burma toplumunda sınıfsal bir yapılanmadan değil, olsa
olsa etnik farklılıklara dayalı bir toplum yapısından söz edilebilir. Her bir
etnik yapı, “toplumsal statü, davranış ve değerler” bağlamında birbirinden
farklılık taşımaktadır. Bu farklılıklar, Burmalıları, etnik azınlıklardan;
Budistleri Budist olmayanlardan, rahipleri sivillerden; orduyu sivillerden
ayırmaktadır (Henderson vd. 1971: 58). Bu değerler ayrımı, özellikle Budist
Burmalıların diğer gruplara yönelik aşağılayıcı ve ayrımcı politikalarının
temelini oluşturmaktadır (Henderson vd. 1971: 60).
Bağımsızlık Öncesi Hazırlık Süreci ve Arakan’ın
Dışlanması:
Budist unsurların Arakanlılara karşı sergiledikleri bu ayrımcı ve baskıcı
tutum, İngiliz sömürge yönetimince dolaylı desteğini aldı. Bu bağlamda,
bağımsızlık öncesi süreçte Arakanlıların dikkate alınmadıkları görülür.
Örneğin, 27 Kasım 1931-12 Ocak 1932 tarihleri arasında Londra’da düzenlenen
Burma Konferansı’na katılan 24 delegasyon arasında Arakanlı Müslümanları
temsilen kimse yer almıyordu. Bununla birlikte, Arakan (Rhakin) bölgesinden etnik unsur olarak Budist Maghlardan bir
heyetin varlığı dikkat çeker. Konferans’ta Burma’yı temsil eden güçlerin
Arakanlılara karşı ayrımcı tutum takınan Thakins adı verilen kuruluş olduğu
dikkate alındığında, İngilizlerle Budist Burma elitleri arasında bir
ortaklıktan söz etmek mümkün (Yunus 1994: 104).
Bu konferans sonrasında somut bir gelişme olarak 1937 yılında otonom hakkı
verilen Burma’da siyasi yetkilerin Thakins örgütüne verilmesi, bağımsızlık sonrasında
dozu giderek artarak devam edecek baskı ve zulümler için nasıl bir siyasi
gerekçe olduğunu ortaya koyar. Öyle ki, otonom hakkı kazanılmasından bir yıl
sonra (1938) başgösteren Müslüman karşıtlığı bunun ilk nüvesi olmuştur (Yunus
1994: 104).
Siyasal Örgütlenme:
Burma milliyetçiliği 20. yüzyıl başlarından ortaya çıkmış ve bu oluşum devrimci
milliyetçi bir örgütlenme olan Thakins
(Jessy 1985: 400) çatısı altında giderek yaygınlık kazanmıştır.[3] II.
Dünya Savaşı öncesinde Thakins
örgütünün kışkırtmaları sonucu, Arakan bölgesinde Müslüman Arakanlılarla Budist
Maghlar arasında sosyal çözülme baş göstermiştir. Burma topraklarında dört
farklı yönetim yapısı teşkil eden İngilizlerin çekilmesini müteakip,
Arakan’daki yönetim Budist Magh’lara devredilmesi Arakanlı Müslümanların bir
kez daha görmezden gelindiğini ortaya koyuyor (Yunus 1994: 105).
Ancak toplumsal barışı etkileyen unsurların salt idarenin el
değiştirmesiyle sınırlı olmadığı aşikârdır. Bu durum, savaş sürecinin doğurduğu
yeni atmosferde bölgeyi terk eden İngilizlerden kalan önemli sayıda silah ve
mühimmatın Magh’ların eline geçmesiyle farklı bir çehreye bürünecektir. Bu
süreçte, Müslümanların olan bitenden ne kadar haberdar oldukları ise şüphelidir.
Öyle ki, Arakanlı Müslümanlar, ırksal olarak aynı çatı altında toplandıkları
Maghların bu kargaşa döneminde yanlarında olacaklarını düşündükleri ve kendi
aralarında herhangi bir İslam birliği çabası içinde olmadıkları görülür (Yunus
1994: 106).
Ayrıca, bu sürecin bir devamı olarak, Japonlar elinde siyasi ve askeri gücü
giderek artan Thakins örgütü, zamanla
ülkede idari mekanizmanın da yürütücüsü mevkiine getirildi (Jessy 1985: 433). Japon
İşgali’nin sona ermesi ve akabinde İngilizlerin bölgeden çekilmesi ile
özellikle Thakins örgütü marifetiyle Arakan bölgesindeki Maghların
silahlandırıldığı görülür.
Modern Ulus-Devlet Yapılanması:
Aung San önderliğinde bağımsızlığa giden süreçte, ulus-devlet yapılanması
yerine, federatif bir oluşuma akla getirecek ‘devlet’ yapılanması
öngörülüyordu. Önce Japonlar, akabinde İngilizler yanında yer alarak bir anlamda
ulusal liderliği yürüten Aung San, Akyab’a (yeni adıyla Arakan Eyaleti’nin
başkenti Sittwe’ye) yaptığı seyahat sırasında Arakanlıların siyasi taleplerinin
karşılık bulması, diğer azınlıklarla aynı siyasi ve toplumsal düzeye
getirilmeden gerçekleşmesinin zorluğuna dikkat çekmesi üzerine ‘Jamiat’ul Ulama Arakan’ adıyla siyasi
bir yapılanmaya gidildi. İngiliz Lord Atlee’nin çabalarıyla birleşen bu
oluşumun çalışmaları sonunda Aung San’ın, Arakan Müslümanları etnik ve siyasi
bir kategori olarak kabul etmesi, Arakanlıların gelecekten umutlanmalarına yol
açsa da, bu siyasi tanımlamanın pratiğe yansımadığı, 1947 yılındaki Panglong Konferansı’na Müslümanlar
yerine, aynı bölgede yaşayan Budist Maghların liderlerinin davet edilmesinde
ortaya çıkar (Steinberg 2006: 218; Jailani 1999: 166).
Bununla birlikte, yeni devletin anayasa hazırlıkları çerçevesinde gündeme
gelen 1947 Panglong Konferansı’nda
kabul edilen etnik azınlıklara otonom hakkını da içeren anayasa taslağı kabul
edildi (Sakhong 2010: 71-2). Söz konusu konferansta karara bağlanan ‘etnik
unsurların otonom hakları’ meselesi, Aung San’ın bağımsızlıktan kısa bir süre
önce Burma ultra-milliyetçilerinde katledilmesiyle rafa kaldırıldı. Böylece, 1948
yılında gelen bağımsızlığın temelleri, “demokrasi, eşitlik ve otonom hakkına”
(Sakhong 2010: 66) dayanan Panglong Konferansı’ndaki kararlar muvacehesinde
yazılan Anayasa’ya değil, ultra-milliyetçilerin kaleme aldığı alternatif anayasaya
dayanmaktadır. Bu anayasa, etnik unsurların varlığını tanımadığı gibi, ülkede
etnik çoğunluğun baskı ve zulmünün ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Müslümanların varlığına rağmen, Arakan Eyaleti’nden hiçbir Müslüman temsilci bu
konferansa davet edilmedi (Steinberg 2006: 218), aksine onların yerine
Arakan’ın siyasi temsiliyeti Budist Maghlara devredildi (Jailani 1999: 167).
Bu süreç önce devlet başkanlığına getirilen U-Nu liderliğindeki yönetici
elit, ulus-devlet yapılanmasını öngören yeni bir anayasa çerçevesinde ulusal
entegrasyonun tesisini, bir başka deyişle homojen bir toplum inşası amacıyla Budizmin
devlet dini kabulünü öngörüyordu. Bu bağlamda, U-Nu’nun “Myanmarlı olmak Budist
olmaktır” (Buddha Bata Lumyo)
sloganına -ki Budizmi bir araç olarak kullanmayı yeğleyen bu politika 1961
yılından itibaren yürürlüğe girmiştir (Sakhong 2010: 47-48); bir sonraki lider Ne-Win’in
liderliğinde, ana dile yapılan aşırı vurgu, çoğulcu etnik yapıya sahip Myanmar’da
zorunlu olarak ‘tek ulus, tek dil, tek din’ (Burman, Myanmar-sa, Budizm)
inşasını sürecine işaret eder (Sakhong 2010: 46, 48); Henderson vd. 1971: 75).
MODERN DÖNEM ve
ARAKANLILARA YÖNELİK BASKILAR
Bağımsızlığın ardından Burma, sahip olduğu ekonomik ve etnik çeşitliliğin
doğuracağı avantajlarla gündemde önemli bir yer işgal edeceği konusunda yabancı
gözlemcilerin dikkatini çekiyordu. Ancak, bu dönemde merkezdeki siyasi elitin
ülkenin ‘etnik zenginliğinden’ istifade etmek yerine, asimilasyon, baskı ve
yıldırma politikaları ile ortadan kaldırmayı yeğlemesi birbiri ardı sıra gelen
kaoslara neden oldu ve bu anlamda ülke siyasal yaşamı krizlerle dolu bir sürece
tanıklık etti. Kimi siyasetçiler sorunları halletme konusunda çaba harcarken,
merkezdeki güçlerin engellemeleriyle karşılaşmaları, etnik unsurlarla ilgili
bir devlet politikası geliştirilememesinin de nedenini oluşturur. Konu Arakan
olduğunda ise merkezin duruşunda pek de fazla bir değişmenin olmadığı görülür.
Bu bağlamda, Burma Başbakanlarından U Saw’ın, “Arakanlıların Burma kanı taşıdıklarını
kanıtlayıncaya kadar dışarlıklı olarak muamele görecekler”ini dile getirmesi
(Jilani 1999: 165), Burma rejiminin Arakanlı Müslümanlara yönelik bakışını
ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.
Ulus-devlet inşası yönünde politikalar geliştirilmesine örnek olarak 1960
yılında yapılan seçimlerin hazırlık dönemindeki söylem bağımsızlıktan sonraki
on yılı aşkın sürede merkezin kafasının hâlâ karışık olduğunu ortaya koyuyordu.
Bu dönemde, U Nu seçim kampanyasını Budizmin devlet dini olacağı vaadi üzerine
bina etmesi, ona seçimi kazandırsa da, aynı zamanda, ülkede huzursuzlukların da
kaynağını teşkil etti. Anayasada bu yönde yapılan değişiklik önce Kaçin, Chin
ve Karenler arasında gösterilere yol açarken; hükümet bu ayaklanmalara çözüm
olarak diğer dinlerin korunacağı yönünde garanti vermesi, bu sefer Budist
çoğunluğun tepkisini çekmiş ve Budist rahipler Rangoon’da bir camiye
saldırmışlardır (Henderson vd. 1971: 53). Seçim kampanyasında Arakan da gündeme
gelmiş ve U Nu, Araka’na yarı-otonom hakkı verileceğini ilân etmişti (Henderson
vd. 1971: 53). Bu gelişme, Arakanlı Müslümanların, bağımsızlık veya otonom
eyalet statüsü talepleriyle siyaset mekanizmasını zorlayarak merkezi hükümeti
ikna çabalarının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ancak aşağıda
görüleceği üzere, 1962 yılı Mart ayında gerçekleşen askeri darbe ile bu hakları
kendilerine verilmemiştir (Henderson vd. 1971: 77).
Yeni hükümetin azınlık sorunları ile giderek daha yoğun bir şekilde karşı
karşıya kalması üzerine 1962 yılı Şubat ayında Rangoon’da biraraya gelen eyalet
temsilcileri toplantısından tıpkı bağımsızlık öncesinde yüksek sesle
dillendirilen ‘federalizm’ yapılanması çıksa da, iktidar partisinde başgösteren
kopmalar üzerine U Nu istifa etmek zorunda kaldı. Akabinde 2 Mart 1962
tarihinde general Ne Win, ülkede yaşanan ‘birlik’ probleminden ötürü ordunun
yönetime el koyduğunu belirterek yönetimi sivillerden devralması (Henderson vd.
1971: 54) hükümet kanadındaki kopuşların hangi güçlerin müdahalesiyle olduğu
konusunda bir fikir vermektedir.
1974 Anayasası’nda eyaletler yeniden tanımlanırken, Rohingya Vatansever Cephesi adıyla yeni bir siyasi oluşum kuruldu.
Ancak bu oluşumun varlığına, ordunun cevabı sert olunca, 1978 yılında sayıları
200.000’i bulan Arakanlı Müslüman topraklarını terk etmek zorunda kaldı
(Holliday 2011: 52; Steinberg 2006: 218). Benzer bir problemin 1991-92’de
yeniden nüksetmesi üzerine 210.000 ilâ 280.000 arasında Arakanlı’nın ülkeyi
terk ettiği, bunlardan sadece 20.000’inin BM güvencesiyle ülkelerine döndüğü
biliniyor. Varlıklarına yönelik baskı ve zulüm sistemine karşı Arakanlıların
-en azından bir bölümünün- alternatiflerin tükenmesi üzerine farklı oluşumlara
kapı araladıkları görülür. Bu çerçevede 1990’larda iki silahlı oluşum dikkat
çeker: a) Arakan Rohingya İslami Cephesi
ve Rohingya Dayanışma Örgütü
(Steinberg 2006: 218). Bu oluşumun hayata geçirilmesinde, 1990’lı yıllarda
Güneydoğu Asya’nın diğer bölgelerinde giderek daha çok ses getiren ‘özgürlük’
hareketlerinden etkilenmeler olduğu düşünülse de, ne kadar etkin oldukları
şüphelidir.
Burma içinde bu gelişmeler olurken, Güneydoğu Asya ülkelerinin Burma’daki
etnik azınlıklar sorununa, özellikle de Arakanlıların temel insani haklardan
mahrumiyetleri karşısında seslerini çıkaramamaları dikkat çekicidir. Bunun
nedeninin, özellikle Güneydoğu Asya toplumlarına özgü çoğulcu etnik yapının
diğer ülkelerde de varlık sürmesi olduğunu görmek zor değil. Yani başındaki
komşu ülkede süregiden zulme karşı ses çıkarabilmek için öncelikle her ülkenin
merkezi yönetiminin veya çoğunluğu oluşturan etnik grubun kendi sınırları içerisindeki
toplulukların temel siyasi ve kültürel haklarını tanıması gerekmektedir. Konu
bu bağlamda ele alındığında, sorunun salt Hint-Çini’nin bir köşesinde ‘izole’
bir sorundan değil, bütün bir bölgeyi içine alan ancak iç ve dış mülâhazalarla
üzeri sürekli kapatılan bir insanlık dramından bahsedilebilir.
SORUNUN ÇÖZÜMÜ
Arakan sorununa, birbirinden kopuk ‘tekil’ yöntemlerle çözüm arayışları, bu
sorunun algılanmasındaki kısırlığı ortaya koyacağı gibi, dikkate alınabilecek
potansiyel gelişmelerde, nitelik ve nicelik olarak daralmalara neden olacaktır.
Bunun yerine, bölgeyi bütüncül bağlamda ele alacak geniş çerçeveli yaklaşımlara
acilen ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın ortaya konması elbette akademik ve siyasi
bir bilinç gerekmektedir. Bir diğer husus, bölgenin ele alınması, Batılı veya
dışarlıklı Müslümanlar, akademisyen ve araştırmacılar ile kurum ve kuruluşların
tekeline terk edilemeyecek kadar önemlidir. Yani, dışardan herhangi bir nüfuzun
bölgenin asli unsurları olan Müslüman toplumların, bu konu özelinde
Arakanlıların sorunlarının hakkıyla ortaya konmasının önündeki karakteristik
problemlerin birini oluştucağına kuşku yok. Bu nedenle, söz konusu bölgelerde,
özellikle de Arakan’da temsiliyet kabiliyete sahip olan toplum liderlerinin
katkıları birincil derecede önem arz etmektedir.
Chin, Kachin, Karen etnik unsurları arasında önemli sayıda Hıristiyan
nüfusun bulunması (Sakhong 2010: 50), uluslararası arenada, özellikle bu
grupların haklarının gündeme getirilmesine ve Batılı kurum ve kuruluşların bu
etnik unsurlar özelinde çalışmalar yürütmelerine neden olmaktadır. Bu çerçevede
Arakanlı Müslümanların ulusal ve uluslararası arenada yalnız bırakıldıkları
açıkça gözlenmektedir. Arakanlı Müslümanlar özelinde yapılacak girişimleri,
a)Acil müdahale; b)orta
vadeli müdahale ve c) haklar arayışı
olarak üç maddede ele almak mümkün.
a)Acil müdahale ile Arakan Eyaleti’nde yaşayanların yanı sıra, Arakanlıların
mülteci olarak bulundukları hem
Bengaldeş’deki, Arakan-Bengaldeş sınırındaki, hem
de Tayland ve Malezya’da acil temel insani ihtiyaçlarının, yani gıda, sağlık,
eğitim vb. giderilmesi gerekmekte ve bu çerçevede insani yardım bağlamında
kalıcı çözüm bulunması konusunda BM nezdinde acilen girişimler başlatılmalı;
ulusal, bölgesel ve uluslararası kuruluşların ‘insani yardım’ odaklı
çalışmalarının acilen söz konusu coğrafyalarda faaliyetlere başlamaları ve bu
faaliyetleri bölge halklarının kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar devam
ettirilmesi gerekmektedir.
Nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerin Arakan meselesine
duyarsız kalmadığını gösterecek girişimlere, orta ve uzun vadeli destek
projelere acilen ihtiyaç vardır. Bu mekanizmanın ortaya konulmasında söz konusu
bu ülkeler arasında, günümüz koşulları dikkate alındığında;
a)
Arakan sorununun uluslararası arenaya taşınmasında
Türkiye’nin öncülüğü azami önem taşımaktadır;
b) Güneydoğu Asya bölgesinde tarihsel ve kültürel yapı
benzerliğinden ötürü Malezya ve Endonezya’nın sürece aktif katkısı zorunluluk
arz etmektedir. Bu bağlamda Malezya eski başbakanlarından Dr. Mahathir
Muhammed’in kurucusu olduğu Perdana
Global Peace Foundation adlı kuruluşun 25 Haziran 2012 Pazartesi günü
Arakan’ı konu alan açıklaması kayda değerdir. Yapılan açıklamada, Arakan
sorununun çok yönlü olarak ele alınması gerektiğini ileri sürülüyordu (New
Straits Times, s. 13);
c) Geçmişi yüzyıllara varan ilişkiler dolayısıyla
Bengaldeş’in Arakan sorununun çözümünde ‘yapıcı’ rol alması gerekmektedir;
d) Açe ile Endonezya merkezi hükümeti arasında varılan
anlaşma süreçlerinde aktif rol alan Açeli barış görüşmecilerinin Arakan
sorununa katkı yapacaklarına kuşku yoktur. Papua, Moro-Mindanao’daki
çatışmaların sonlandırılması süreçlerine aktif olarak katılan Açeli sivil
toplum kurumlarının Arakan sorununun çözümünde rolleri göz ardı edilmemelidir.
b)Orta vadeli
müdahale ile Arakanlı Müslümanların Burma devletinin reform
sürecinde hak ettikleri yeri almalarını sağlayacak ulusal, bölgesel ve
uluslararası girişim ve inisiyatiflerin hayata geçirilmesi önem taşımaktadır. Özellikle
ülkede demokrasinin yerleşmesi konusundaki çabalarıyla öne çıkan NLD’din lideri
Suu Kyi ile Arakanlı Müslüman liderler arasında sıkı diyalogun geliştirilmesi
ve bu diyalogun hükümet ile NLD arasındaki görüşmelere yansıyacak boyutlara
taşınması gerekmektedir.
Son bir yıldır Myanmar’da devam eden ‘demokratikleşme’ ve ‘liberalleşme’
politikaları çerçevesinde uluslararası kurumların temsilcilikleri giderek artan
sayıda varlık göstermektedir. Türk ve Müslüman kurum ve kuruluşların bu süreçte
Arakan bölgesine özel bir önem vermeleri ve yerli kurum ve kuruluşlarla çeşitli
işbirlikleri geliştirmeleri Arakanlı Müslümanların varlığının ulusal ve
uluslararası arenada duyurulmasına katkı yapacaktır.
Arakan Eyaleti’nin Myanmar siyasi haritası içerisindeki mevkiinin diğer
etnik unsurlarla aynı statüde ele alınması noktasında ASEAN, BM nezdinde
girişimler yapılmalı; Myanmar’ın yükselen yıldızı Suu Kyi ile doğrudan temaslar
kurularak Arakanlı Müslümanların yüzyılı bulan siyasi çözümsüzlüğünün ülke
politikalarında yer verilmesi üzerinde durulmalıdır. Arakanlı Müslümanların
üzerinde yaşadıkları vatan topraklarının geçirdiği dönüşüm aslında içinde
yaşadıkları Budist toplumu ile etkileşimlerini yansıtması bakımından dikkat
çekicidir. İngiliz sömürgeciliği döneminde 20.000km2’lik toprak
parçası modern Myanmar devletinin kurulmasıyla 14.200km2’ye
düşmüştür (Jilani 1999: 17). Bu toprak kaybı, Budist Bamarların ve Maung’ların
Arakanlı Müslümanlar üzerinde uyguladıkları baskı ve zulmün maddi ifadesinden
başka bir anlama gelmiyor.
c)Haklar arayışı ile salt Arakanlı Müslümanları
değil, ülkenin diğer etnik unsurlarının da geleceğini etkileyecek şekilde
topyekûn yasal haklar silsilesinin hayata geçirilmesini hedeflemelidir. Bu
anlamda, Burma hükümeti nezdindeki
girişimlerin; i) Japonya, Tayland, Malezya, ABD gibi tekil ülkeler; ii) ASEAN
gibi bölgesel işbirlikleri; iii) Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletler (BM),
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Dünya Gıda Programı, Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) gibi uluslararası kurumların yönlendiriciliği ve yaptırım gücünün önemli rol
oynayacağı düşünülebilir.
Bu süreçlerde halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin Arakan meselesine
azami ilgi göstermesi, tüm araç ve imkânları pratiğe dökmesi, siyasi, ekonomik
ve kültürel işbirliklerinden hareketle önce kendi aralarında, ardından
uluslararası kurumlar ve örneğin ABD, Japonya gibi ‘öncü devletler’ nezdinde
Burma hükümetinin azınlıkları konu alan yasama süreçlerini acilen uygulamaya
geçirecek güç birliği sergilemelidirler. Burma devletinin yasama organlarında
en kısa sürede yasalaşması ve uygulamaya geçirilmesi gereken konular ana
başlıkları ile şöyledir:
i)Eşit vatandaşlık haklarının verilmesi;
ii)Dini ve kültürel aidiyetlerin tanınması ve gündelik yaşamda pratiğe
dökülmesinin önündeki engellerin kaldırılması;
iii)Eğitim olanaklarının hayata geçirilmesi;
iv)Ülke içinde serbest dolaşım ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi.
Bu maddeleri tek tek ele almakta fayda var.
i)Eşit vatandaşlık statüsünün verilmesi: Arakanlı Müslümanların vatandaşlık haklarının olmaması,
temel insani haklardan mahrumiyetlerini de beraberinde getirmektedir. Örneğin,
etnik saldırılar karşısında, mağdur tarafın ulusal veya uluslararası kurumlar bağlamında
haklarını araması bu çerçevede mümkün gözükmemektedir. Bu uygulamasıyla
“Hiçkimse vatandaşlık haklarından mahrum edilemez” diyen Birleşmiş Milletler
İnsan Hakları Deklarasyonu’nun 15. Maddesi’ni ihlâl eden Burma rejimi,
vatandaşlık haklarını ‘gaspettiği’ Arakanlıları yerlerinden yurtlarından
çıkarabildiği gibi, zorla işçi olarak da ülkenin herhangi bir yerinde
çalıştırabilmektedir (Jilani 1999: 410).
ii)Dini ve kültürel aidiyetlerin tanınması ve gündelik
yaşamda pratiğe dökülmesinin önündeki engellerin kaldırılması; Dini aidiyetlerinin ülkedeki Budist çoğunluktan
farklılığı ve Hıristiyan unsurların uluslararası Hıristiyan kurumlarından
aldıkları destekle kıyaslandığında Arakanlıların kendi hallerine terk edildiği görülür.
Dinlerinin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirme haklarından mahrum
oldukları kadar, dilleri, toplumsal yaşamın gerekleri olan evlilik ve aile
kurumlarının kısıtlanması gibi kültürel haklarının görmezden gelinmesi
karşısında ilgili kurum ve kuruluşların harekete geçmelidir. Merkezi hükümetin
uygulamakta olduğu dini ve kültürel assimilasyon politikasının acilen sona
erdirilmelidir.
iii)Eğitim olanaklarının hayata geçirilmesi; Arakanlı Müslümanların her türlü eğitim hakkından
mahrumiyeti, ülkenin geleceği olan çocukların ve gençlerin mağduriyetine neden
olmaktadır. Ailelerin ekonomik yoksulluk ve yoksunlukları kadar,
Müslümanların sosyo kültürel yapılarına
uygun eğitim kurumlarının yokluğu Arakanlıları yaygın eğitim faaliyetlerinden
dahi uzak tutulmalarına neden olmaktadır.
iv)Ülke içinde serbest dolaşım ve çalışma koşullarının
iyileştirilmesi; Bir köyden
diğerine, bir şehirden diğerine geçiş hakkının ve seyahatin kısıtlanması
örneklerinde olduğu gibi, ülke içerisinde dolaşım özgürlüğünün
sınırlandırılması, çocukların gençlerin eğitim faaliyetlerin yararlanmalarının
önündeki en büyük engellerden birini teşkil etmektedir. Eyaletin ihtiyaçları ve
kültürel kodlarına uygun eğitim alt yapısının yenilenmesi, ana dilde eğitim,
dini eğitim kurumlarının faaliyete geçirilmesi, yüksek öğretim hakkının
verilmesi bu anlamda önem taşımaktadır.
SON SÖZ
Arakan’da çözümün tek başına ele alınabilecek bir olgu olmadığını modern
Myanmar tarihi ortaya koymaktadır. Ülkenin tek etnik yapısı olmamakla birlikte,
diğer etnik yapılardan ayrıldığı noktalar bulunmaktadır. Ancak bu noktalardır
ki, merkezi Burma hükümeti nezdinde Arakan’ı diğerlerinden çok daha ‘ayrılıkçı’
bir konuma itmektedir. Bu da, Arakanlıların dini aidiyetleridir. Arakan’da
Budist Arakanlıların varlığı bağlamında, tarihsel ve kültürel olarak Müslüman
olan grup tek başına ele alınmalıdır.
Son birkaç yılda Myanmar cunta rejiminin destek verdiği sivil hükümetin
reform çabası ülke içerisinde siyasi bir açılım gerçekleştirmek ve etnik
unsunlar arasında barışçıl bir gelişmeye kapı aralamaktan ziyade, uzun yıllar
Batılı devletlerin ekonomik ambargosunun neden olduğu çıkmaza bir çözüm bulmak
amacıyla gündeme getirildiği kanısı yaygındır (Hlaing 2003: 9). Örneğin, ülkede
önemli sayıda etnik unsur varlık sürmekle birlikte, merkezi yönetimin barış
masasına oturduğu etnik unsurlardan sadece Karenler uluslararası medyada yer
almaktadır. Bunun önemli bir nedeni, Karenlerin kahir ekseriyetinin Hıristiyan
unsurlardan teşekkül etmesidir. Myanmar hükümetinin reform çabalarındaki
samimiyeti, ülkenin dört bir tarafında yaşayan Budist Burma (Barma) dışındaki
toplumsal grupların tümünü içine alacak bir açılım paketiyle ulusal ve
uluslararası sahneye çıkmasına bağlıdır. Bunun dışındaki, söylemler manipülatif
ve göstermelik olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu nedenledir ki, kimi Batılı
sivil toplum kuruluşları ve gözlemciler, Batılı ülkelerin Myanmar’a ekonomik
yaptırımları tümüyle kaldırmamaları, reform sürecinin alacağı yönelimi
beklemelerini ısrarla vurgulamaktadırlar. Bu ahvalde, Arakanlı Müslümanların
sorunlarına nasıl çözüm bulunabilir sorusunun havada kalmaması da önem arz
etmektedir. Çünkü Arakanlılar en azından son yüzyıllık tarihlerinde sürekli
mağduriyete uğrayan, olmadık işkencelere tabi tutulan, vatan topraklarını terke
zorlanan bir etnik unsurdur. Bununla birlikte, Arakanlı Müslümanların Güneydoğu
Asya’nın çeşitli ülkelerinde devam eden Müslüman unsurların hak mücadeleleri
bağlamında ulusal ve uluslararası arenada sergiledikleri performansı
sergileyememeleri maruz kaldıkları bölünmüşlük ve parçalanmışlıkla
açıklanabilir. Bu bağlamda, ülke genelinde hissedilen değişim ortamını kendi gelişim
evresine terk etmeden, Arakanlıların ülke içindeki muhalif siyasi oluşum ve
ülke dışında da uluslararası kurumlar ve özellikle de halkı Müslüman olan
ülkeler ve bu ülkelerin üyesi oldukları kurumların acilen harekete geçmesi
gerekmektedir.
Myanmar’da cunta rejiminin gölgesinde faaliyet gösteren mevcut hükümetin
reform çabalarının Doğu Asya, Avrupa Birliği, Güneydoğu Asya birliklerine
mensup ülkelerden ve de özellikle ABD’den olumlu yanıt almasının şartları
olarak sadece Suu Kyi liderliğindeki NLD’ye siyasi kazanımlar sağlayacak
girişimlerle sınırlı olmaması gerekir. Ancak gelişmelerin bu yönde olduğuna
dair işaretler de yok değil. Örneğin, 1 Nisan seçimlerinin akabinde
Parlamento’da Anayasa üzerine yemin etmeme ‘kırmızı çizgisinden’ vazgeçmesi,
Suu Kyi’nin merkezi hükümetle işbirliği yapmaya başladığının açık ve somut bir
kanıtı olarak dikkat çekiyor. Kaldı kı, ordu destekli sivil yönetimin reform
çabasının ülkedeki halklara barış ve özgürlük getirecek köklü açılımlara yönelmiyor.
Aksine, kimi manipülatif reform göstergeleri neticesinde ülkeye akacak
yatırımlardan hasıl olacak gelirle cunta rejiminin varlığını şu veya bu şekilde
de olsa devam ettirmesine kapı aralayacak ordunun modernizasyonunu
gerçekleştireceği öngörülüyor (Hlaing 2003: 9).
Bu çerçevede, Türkiye başta olmak üzere halkı Müslüman olan ülkeler
yukarıda zikredilen ülkeler ve birlikler özelinde girişimlerde bulunarak
Myanmar’a yapılacak yaptırımların ülkedeki her etnik unsurun sosyal, kültürel
ve siyasal haklarına karşılık olması konusunda lobi faaliyetlerini acilen
hayata geçirmelidirler. Güneydoğu Asya İşbirliği’nin önemli üyeleri konumundaki
Endonezya ve Malezya’nın Myanmar üzerinde kayda değer bir nüfuzu olacağı
düşünülebilir.
KAYNAKLAR
Augn-Thwin, Michael; Aung-Thwin Maitrii. (2012). A History of Myanmar since Ancient Times Traditions and Transformations,
London: Reaktion Books.
Collis, M. S. “Arakan Place in the civilisation of the Bay”, JBRS, Vol. II.
Gravers, Mikael. (1999). Nationalism
as Political Paranoia in Burma: An Essay on the Historical Practice of Power,
Surrey: Curzon.
Henderson, W. John; Heimann, Judith M.; Martindale, Kenneth W.; Shinn,
Rinn-Sup; Weaver, John O.; White, Eston T. (1971). Area Handbook for Burma, Washington: US Government Printing Office.
Hlaing, Kyaw Yin. (2003). “Political Impasse in Myanmar”, In Political Development in Myanmar and Vietnam,
Singapore: Institute of Southeast Asian Studies.
Holliday, Ian. (2011). Burma Redux:
Global Justice and the Quest for Political Reform in Myanmar, New York:
Columbia University Press.
Jessy, Joginder Singh. (1985). History
of Southeast Asia (1824-1965), Kedah: Penerbitan Darulaman.
Jilani, AFK. (1999). The Rohingyas of
Arakan: Their Quest for Justice, Published By, Ahmed Jilani.
New Straits Times, “Give Refuge to Rohingya, Neighbors Told”, 25 Haziran,
2012.
Phayre, Arthur P. (1998). History of
Burma: From the Earliest Time to the End of the First War With British India,
Reprinted, Bangkok, Orchid Press.
Silverstein, Josef. (1993). The
Political Legacy of Augn San, Revised Edition, Southeast Asia Program
Series (SEAP), No. 11, New York: Cornell University.
Steinberg, David I. (2006). Turmoil
in Burma: Contested Legitimacies in Myanmar, Norwalk: EastBridge.
Yunus, Muhammed. (1994). A History of
Arakan: Past and Present, Magenta Colour.
[1]Tarihi referanslar bağlamında
bugünü değerlendirirken, ülkenin adının Burma olarak zikredilmesi daha doğru
olacaktır. Öyle ki, Myanmar adının
da, ülkede süregiden cunta rejiminin kendini meşrulaştırma girişimleri
bağlamındaki politikaların ürünü olduğunu hatırda tutmakta fayda var.
[2]Jafar Kawal adıyla da bilinen Mohammad
Jafar’ın öncülüğünde kurulan bu hareket
[3]Japon işgalinin başladığı (Ocak 1942) dönemde Thakins
örgütünün başkanlığını Aung San yürütüyordu (Bkz.: Jessy 1985: 433).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder