Mehmet Özay 18 Haziran 2012
Semai kabilesine dair gözlem ve tecrübelerimizi aktarmaya devam ediyoruz.
UTM Mimarlık Fakültesi’nin (Alam Bina) sıra dışı hocası Dr. Ahmad Saifuddin ve öğrencilerinin
saha çalışmaları çerçevesinde konuk olduğumuz Perak-Pahang sınırındaki Pos
Bersih köyü ve çevresinde gerçekleşen bu serüvende, Malay toplumu içerisinde
olduğu kadar, dışında da yer alan bir toplumsal grupla doğrudan temas kurma
şansı yakaladık. Şans dememin elbette anlaşılır nedenleri var. Öyle herkesin
kolay kolay giremediği yerli kabilelerinin yaşam alanlarına kısa süreliğine de
olsa nüfuz edebilmek için resmi makamlardan izin almak gerekiyor.
Konakladığımız kamp sadece nehirlerle değil, dört yandan ufku çevreleyen
Lyang ve Badak adı verilen dağlarla ve sıcak su kaynağıyla da çevrili . Toplam
beş yerli köyüne ev sahipliği yapan bu dağlık bölgede toplam iki bin civarında
orang asli yaşam sürüyor. Önceki bölümde yer verdiğimiz üzere, bu bölge sadece
iki önemli İngiliz sömürge yöneticisinin keşif gezisinin merkezi olmakla
kalmıyor, aynı zamanda, Japon İşgali döneminde, Badak Dağı pek çok Japon
askerinin konuşlandığı bir merkez olmasıyla da hatırlanıyor.
Semailer’in Malay Yarımadası’ndaki ondokuz yerli “orang asli” kabilesinden
biri olduğunu ifade etmiştik. Yaşam alanları Perak, Pahang ve bir ölçüde de
Kedah Eyaletleri ve bir ölçüde bu eyaletleri kesen sınır boylarında, yani ülkenin
orta ve kuzey bölgesinde yoğunlaşıyor. Bununla birlikte, Semailer, bir süredir
modernleştirici güçlerin tesiri altında çok-ırklı bir toplumsal yapının unsurun
parçası olma sürecindeler. Bir yandan, doğal yaşam alanlarını korumak ve
dolayısıyla ataları ile olan bağlarını devam ettirmek, öte yandan, yabancısı
oldukları bir “dünyaya” ayak basmak gibi ikircikli bir durumla iç içeler. Yani,
Semailer “kültür şokunu” derinden yaşayan bir toplumsal grup özelliği taşıyor.
Bu kültür şokunun somut ifadesini ise bu grupların yaşadıkları mekânlarda
bulmak mümkün. Ne şehrin içindeler ne de tastamam ormanın... Bu “iki
kimlikliliğin” bugünkü nesiller üzerindeki baskısını ölçebilmek mümkün değil. Yazılı
bir toplum olmadıklarından ötürü de ‘hallerini’ aktaracak araçlardan, en
azından bizim bildiğimiz anlamıyla yoksunlar. Belki de, hâlâ üzerlerinde
taşıdıkları çekingenliktir ki, onları dışarlıklılar nezdinde algınamaz kılıyor.
Bu girişin ardından, Pos Bersih orang asli köyündeki icraatlarımızdan bazı
enstanteneleri paylaşmanın yeridir. Kampın en önemli etabını yağmur
ormanlarındaki "derin yürüyüşümüz” oluşturuyordu. Sekiz kilometreyi bulan,
ancak yamaç ve sığ orman yapısı içerisindeki bu yürüyüş neredeyse yarım günü
buluyor. İki kayaya bağlanan halatlar yardımıyla yaptığımız iki nehir geçişinin
ardından, hedefteki Lyang Dağı eteklerindeki Lata Brenbun Şelale’sinde
soluklanıyoruz. Coğrafyayı çevreleyen dağlar, “evsahiplerinin” yani orang
aslilerin yerli dillerinde verilmiş adlarla anılıyorlar hâlâ. Bu yürüyüş
boyunca sürekli su şırıltısının envani türden hayvan sesinin eksik olmadığı ve
yukarılara doğru tırmandıkça şırıltıdan uğultuya doğru evrilmesi ister istemez
bundan yaklaşık 150 yıl önce aynı güzergâhda yol alan Hugh Clifford’un yazıya
döktüğü “Bu coğrafyada yarım mil yol almayasınız ki, herhangi bir ırmakla
karşılaşmayasınız”[1]
sözünü akla getiriyordu. Bir diğer yürüyüş ise, köyün bir ucundan, yani dağ
eteğinden, öteki ucuna yani yamaca doğru gerçekleşen gece yürüyüşüydü. Tek sıra
askeri nizam yürüyüşte köy içerisinden geçerken, televizyon ekranı karşısında
kurulmuş yerliler kadar, uçsuz bucaksız gökyüzünde asılı yıldızlar altında kapı
önünde öbekleşen gruplarla karşılaşmak mümkün. Sıra raftinge geldiğinde ise
anlatmak değil, tecrübe etmek gerekir demekle yetineyim...
Bu toplumlarla şu veya bu şekilde iletişim kurmuş olan kimi Batılı unsurların bu yerli kabilelere dair dile getirdikleri “modern yoksulluk” olgusunu Semailer bağlamında görmedik. Yedi yüz kişiye ev sahipliği yapan Pos Bersih köyü’ndeki ‘batin’ adı verilen kabile lideri ormanın kendilerine yeter maddi olanaklar sağladığını söylemesi bunun kanıtıydı.
Bu toplumlarla şu veya bu şekilde iletişim kurmuş olan kimi Batılı unsurların bu yerli kabilelere dair dile getirdikleri “modern yoksulluk” olgusunu Semailer bağlamında görmedik. Yedi yüz kişiye ev sahipliği yapan Pos Bersih köyü’ndeki ‘batin’ adı verilen kabile lideri ormanın kendilerine yeter maddi olanaklar sağladığını söylemesi bunun kanıtıydı.
Yerli Gerillalar
Yerlilerle sohbetimizde ilginç bir tarihi refaransa da şahitlik ettik. Yakın
geçmişte, yani yerleşik hayata evrilmeye başlanmadan önce, Malay Yarımadası’nda
neşet eden komünist gerilla hareketine (1948-1960) karşı İngilizlerin baş
etmede zorlandıkları anda akıllarına ormanda yaşayan yerli kabileleri gelmiş.
Bunun üzerine bu gruplar arasından askeri birimler teşkil edilerek Çinli
komünist avına çıkarılmaları belki de tarihleri boyunca “sıcak çatışma”
olgusuna yabancı kalmış bu toplumlar, ilk kez “modern vahşiler” haline
getirildikleri söylenebilir. İşin öte yanında duran gerçek ise, Çinli
komünistleri “defetmekle” yerlilerin belki bilincinde olmadıkları şekilde Malay
ve diğer azınlıkları “büyük bir tehlikeden” kurtarmada aracı oldukları. Yani
ülkenin “asli” unsurları olarak bir modern sürece aktif olarak yer aldılar.
Semailer’e Japon işgali döneminde verilen bir de takma isim var: Sakai.
Japonca bir kelime olsa da artık Malaycaya yerleşmiş ve kimilerince halen
kullanılıyor. Ancak Semailerin, “köle” anlamına gelen bu kelimenin
kullanılmasından pek de hoşnut oldukları söylenemez. Bu kelimenin dayandığı bir
gerçeklik var elbette. O da, 19. yüzyılda yağmur ormanlarının uzak köşelerinde
yaşayıp zaman zaman Malay köylüleri ile mal değiş tokuşu yapan yerlilerin,
yakalanma ve köleleştirilme riski taşımalarından kaynaklanıyor.
Toplumsal Yapı
Aile değerlerine bağlılıkları ile dikkat çeken Semai toplumunda baba eşine
ve çocuklarına ilgide kusur etmezken, aile üyeleri arasında duyguların içe
saklandığı da bir gerçek. Yerli kültürlerin -en azından bir bölümünde-
görülebilecek geniş aile yapısının aksine, çekirdek aile yapısının
özelliklerini görmek mümkün. Ortalama çocuk sayısının beş civarında olduğu
ailelerde, karı-koca iş bölümünü bağlı olarak farklı ekonomik aktivitelerle
meşgul. Evlenme çağına gelen gençler, iki taraflardan birinin kabile reisine
başvurusu üzerine gerçekleşiyor. Batin liderliğindeki görüşmelerde her iki
taraf razı olması halinde evlilik gerçekleşiyor. Her toplumda olduğu üzere,
evlilik önemli bir törene ve de dolayısıyla birlikteliğe konu oluyor. Kabilenin
hemen hemen tüm üyeleri törene katkıda bulunarak toplumsal paylaşımda rol
alarak bir bütünün parçası olduklarını yakinen tecrübe ediyorlar.
Geniş aile yapısının olmamasının nedenleri arasında, evlenme yaşına gelen
gençlerin kendi evlerini kurmaları önemli olduğu söylenebilir. Yerlilerin
ekonomik üretim araçlarının, bu model üzerinde etkisi de göz ardı edilemez
elbette. Yani, Semai halkının, orman ürünlerine dayalı temel ekonomik
aktivitelerinin kendine yeter ve hatta zenginliği kadar, ebeveynlerinden
aldıkları görece güçlü kültürel dokunun da katkısından söz etmek mümkün.
Kızgınlık olgusuna karşı kültürel donanımlı olan Semai kabilesi ne kendi
aralarıda ne de dışarlılıklara karşı şiddet eğiliminde değillerdir. Bu
bağlamda, kendi aralarında çatışma olgusunun yer almadığı Semailerin elbette
anlaşmazlıklardan ari olduğunu söylemiyoruz. Ancak, her türlü sosyal
anlaşmazlık çözümünü kabile lideri önderliğinde yapılan toplantılarda ulaşılan
sonuçlarda buluyor. Kendisiyle görüştüğümüz kabile liderinin ifade ettiği
üzere, gerek bu yöndeki gerekse düğün ve cenaze merasimlerinde kendisine
“yaşlılar heyetinin” yardımcı olduğunu ve toplumsal barışın ve rutinlerin bu
kurumsal yapı çerçevesinde hayata geçiriliyor.
Semai halkının toplumsal yaşamı kabile liderinin, yani ‘Batin’in
önderliğinde gerçekleştiği ifade edilse de, günümüzde kabilenin maruz kaldığı
dışardan modernleşmeci müdahalelerle bu ilişkinin bir başka boyuta evrildiğini
de söylemek mümkün. Babadan oğula geçen liderlik bugün farklı bir role tabi.
Yani, batin, resmi kurumlarla işbirliği yapan ve bu anlamda kabilenin toplumsal
dönüşümünde kilit rol oynayan bir figür konumunda. Kabile lideri, bu anlamda,
hem kabilesince, hem de resmi makamlarca tanınırlığı olan bir lider. Yukarıda
dile getirdiğimiz kültür şokunu belki de en çok üzerinde hisseden batin olsa
gerek.
Din
Doğa yapılan vurgu, bu insanların dini inançlarına dair bir fikir vermeye
kafidir. Diğer “aborjin” toplumlarında görüldüğü üzere, atalar dini veya
ruhlara tapınan bu topluluk, üzerinde yaşadıkları doğal toprakların,
korunduğuna inanıyorlar ve kendilerinin de bu korunmuşluk duygusu ile sosyal
yaşamlarını devam ediyorlar. Bununla birlikte dinlerine herhangi bir isimle
adlandırmıyorlar.
Kutsal obje olarak, kabile reisinin ataların ruhuyla kurduğu ilişki sonucu
tespit edilen bir ağaç kutsal obje kabul ediliyor. Bu anlamda elbette reisin
yani “şaman”ın doğa üstü gücü öne çıkıyor. Ve yılın belli zamanlarında -ki, bu
günümüzde iki veya üç farklı tarihden ibaret- bu kutsal obje çevresinde bir gün
ve bir gece süren bir dizi ritüel gerçekleştiriyorlar. Kabilenin her üyesinin
iştirak ettiği bu ritüeller, hayvan kurban edilmesi ile başlıyor. Dans olmasa
bile, ortamı ayin niteliğine dönüştürecek şekilde yerli müzik ortalığı
kaplıyor. Tüm kabile fertlerinin birlikteliği, toplumsal birliğin göstergesi
olurken, aynı zamanda, topluluğun kabile reisinin aracılığı ile ataları ile
kurdukları bağ sayesinde varoluşsal bir değer kazanıyor.
Yukarıda değindiğimiz üzere, çocukların erken yaşlarından itibaren
içerisinde oyun anlamı da taşımakla birlikte, ormana keşfe gitmeleri, temelde
ebeveynlerinden öğrendikleri atalarına saygının ve onlara yönelik “dini boyuta”
varan ilginin somut göstergelerinden biri. Bu ziyaretlerle, atalarının
ruhlarının dolaştığına inandıkları ormana giderek, bir anlamda kendilerini
gözleyen atalarıyla birlikteliği tecrübe ediyorlar. Yani orman çocuklar için
salt karınlarını doyuran bir mekândan öte, varoluşsal bir anlamla dolu...
Peki bu yerli dini karşısında, yerleşik hayata geçmiş ve de hükümetin kimi
politikaları nedeniyle İslam inancıyla şu veya bu şekilde temasta olmaları
dikkate alındığında İslamiyeti seçtikleri söylenebilir mi? Bu sorunun cevabını,
ilk etapta, köyde gözlemlediğimiz üzere bir mescidin olmamasından çıkarsamak
mümkün. Mülâkatlarımızdaysa sadece birkaç kişinin Müslüman olduğunu,
diğerlerinin kendi asli animist inancını devam ettirdiklerini öğrendik.
Kabilenin lideri, mensuplarının İslami veya bir başka dini seçmelerine olumlu
baktıklarını söylese de, yüzlerde bir kuşkunun olmadığını söyleyemeyiz.
Ekonomik Yapı
Burada şu hususa değinmenin yeridir. Kendisiyle görüştüğümüz, Jakun
kabilesine mensup Bay adındaki yerli dostumuzun ifadesiyle Semailerin toplumsal
ilişklieri modern insanın “para ve maddiyat eksenli” ilişkilerinden farklılık
arz ediyor. Yukarıda kısaca değinmiştik, yerli toplumları ekonomik anlamda
kendine yeter toplumlar. Bu Semai köyünün de ekonomik yaşamı, ormana bağımlılık
arz ediyor. Semailer, gerek kendi gündelik yiyecekleri, gerekse adapte olmaya
çalıştıkları para ekonomisi çerçevesinde iletişimde oldukları şehirlilerin
talepleri bağlamında tüm ihtiyaçlarını ormandan karşılıyorlar.
Günümüzde özellikle ahşap unsurlar olarak kullanılan ve bölgenin en önemli
orman ürünleri kabul edilen rotan, bambu, brembang, clarai, sandal gibi
ağaçlarının yanı sıra, alternatif tıbta kullanılan çok çeşitli bitki, bitki
kökü, bal gibi ürünleri de, sezonuna bağlı olarak, ormanın derinliklerinden
toplayarak köye gelen şehirli aracılara satan Semailer, kendi yiyeceklerini de
ormanda ve nehirde yaptıkları avcılıkla temin ediyorlar. Ancak özellikle
avcılık bağlamındaki faaliyetlerini ekonomik bir aktivite olarak
değerlendirmekpek de doğru değil. Öyle ki, avdan elde edilen ürünler komşuyla
veya köyle paylaşmaya açık.
Bu arada hangi hayvanları avladıklarını sorduğumuzda geyik, ceylan, yaban
domuzu, MOUS EDEER türü hayvanların yanı sıra, maymunu çok sevdiklerini
öğreniyoruz. Yerlilerin bu ve benzeri hayvanları nasıl avladıklarını ise,
kampın üçüncü gününde, ormanda hayatta kalmanın sırlarından birkaçını
aktardıkları pratik eğitim sırasında öğreniyoruz. Tuzak kurmanın künhüne
varırken, elbette iş tuzak kurmakla bitmiyor. hayvanların yaşam alanlarını ve
periyodik olarak geçiş güzergâhlarını bilmenin yanı sıra, her hayvan için
farklı “güç sistemine” göre ayarlanmış tuzak şekilleri olduğu da bir gerçek.
Merakımızı gidermek için sorduğumuz, hayvanları çiğ mi yedikleri yolundaki
sorumuza “Biz Afrikalı yerliler gibi değiliz” cevabını alıyoruz.
Bu ekonomik faaliyetin sosyal yapı içerisinde “iş bölümünü” ortaya koyan
yanına da bakalım. Erkekler ormanda ve nehirde avcılıkla meşgulken, kadınlar
ormana gitmiyorlar. Ancak, toplanan özellikle rotan, clarai gibi orman
ürünlerinden gerek kendi gündelik yaşamlarında işlevsel olan eşyalar kadar,
şehirli insanların günümüzde “ihtiyaç” haline getirdikleri süs eşyası yapımını
evlerinde sürdürüyorlar. Günümüz yerleşik hayatı içerisinde, erkekler ormana
ava çıkarken, kadınlar ise ya köyde diğer işlerle meşgul veya köy yakınındaki
çeltik tarlaları veya Çinlilerin mülkiyetindeki sebze bahçelerinde gündelikçi
işçi olarak çalışıyorlar. Köy çevresindeki tepelik arazideki ormanlık sahada
muz ağacı ekimi yapılmasıyla görece yeni bir tür ekonomik aktivitenin köy
yaşamına girdiği gözleniyor.
Köyün yerleşik hale geçişi kadar, oldukça stratejik ve tarihi bir mevkide
oluşu, özellikle köy gençlerinin “dışarlıklıların” sözde doğa sevdası
karşısında yeni bir ekonomik gerçeklikle karşılaşmalarına yol açıyor. Kamp ve
çevresindeki çeşitli faaliyetlerde bu gençlerin rehberlikleri kaçınılmaz bir
önem arz ediyor.
Dönüşümün Aracı: Okul
Köydeki ilkokul, sadece Semai kabilesine mensup çocukların değil, buradan
iki saat mesafedeki diğer iki köydeki çocuklar için de bir eğitim kurumu
işlevini yürütüyor. Hükümetin, yerli çocuklarının eğitimine önem verdiği, diğer
iki köydeki çocukları her gün taşımalı sistemle “eğitim” olanağına kavuşturduğu
gibi, okulda görev yapan öğretmenleri de özellikle seçtiği ve bu anlamda kimi
maddi teşviklerde bulunuyor. Peki Semaililer okul eğitimen nasıl bakıyorlar?
Öyle anlaşılıyor ki, kız çocukları eğitime daha çok yatkın. İlkokulu
bitirenler, en yakın yerleşim yeri Ulu Slim’deki yatılı ortaokula gönderiliyor.
Ülkenin 2020 Hedefi’ne kilitlendiği bu günlerde elbette vatanın “Orang
Aslileri” olarak kendilerine düşen “refah”dan pay alacaklarına kuşku yok.
Ziyaret gerçekleştirdiğimiz yerli toplum, gerek yaşadığı toprak parçası
gerekse Güneydoğu Asya toplumlarında yaşayan adına “yabanıl” denilen insan
gruplarından birini oluşturuyor. Öte yandan 1970’lerden itibaren ortaya konulan
hükümet politikaları çerçevesinde dışardan “modernleştirici” etkilere maruz
kalan Semaililerin bugüne değin nasıl bir dönüşüm geçirdikleri ve devam eden
modernleştirici süreçlerle nasıl bir toplum yapısına evrilecekleri üzerinde
düşünmeyi gerektiriyor. Orang asli topluluklarının kabaca söylemek gerekirse,
bir anlamda zorunlu modernleşme süreci ile birlikte ulus-devletin bir parçası
olacak yapılanmaya tabi oldukları görülür.
[1]Gullick,
J. M. (1993). They Came To Malaya: A
Travellers’ Anthology, Singapore: Oxford University Press, s. 13.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder