Mehmet Özay 3 Haziran 2012
Hasan Di Tiro... Tirolu Tgk. Hasan’ın vefatının ikinci yılı. Bundan iki yıl
önce 3 Haziran 2010’da Banda Açe’de ahirete intikal etti.. Tiro, Sigli, Pidie... Öyle yerlerden bahsediyoruz
ki, Açe tarihinin önemli değişimlerine kol kanat germiş beldeler. Bu
toprakların çıkardığı önemli isimlerden Tgk. Hasan, 20. yüzyıl dünyasının özgürlük
hareketlerinin en önemli simalarından biri olarak tarihe geçti. 84 yıllık
yaşamında, Açeli atalarının ruhunu şad edecek girişime başlaması için yarı
ömrünü geçirmesi gerekiyordu.
Bu yarı ömür ki, köklü değişimlerin habercisi olacak bir hazırlık
safhasıydı. Tiro’nun ilk ve köklü eğitimi, bugünkü koşullarda yarım saat
mesafede Sigli’de Tgk. Davud Beureuh’un açtığı okulda Beureuh’un yönetiminde
gerçekleşti. Bu gelişme evresi ve akabinde ilk gençlik yılları ve üniversite
hayatı, hikmeti şahsında meczetmiş Beureuh’un belirleyiciliğiyle şekillendi.
Bugüne kadar Hasan Di Tiro’dan az bahsetmedik. Ancak tüm yönleriyle de
ortaya konduğu söylenemez elbette. Güneydoğu Asya İslam coğrafyalarındaki
özgürlük hareketlerinin bu önde gelen lideri, varlığını adadığı ecdad yadigârı
topraklara nihayet geri dönmüştü... Bu dönüşü “Açe-Sumatra Bağımsızlık Hareketi”
olarak Sigli-Tiro sınırlarında, Açe’yi ikiye kesen Halimon Dağı’nda dünyaya
sesini duyurmaya başladığında, kimbilir bu kutsal dağ son bin yıllık Açe İslam
tarihinde kaçınçı kez şahlanışa tanıklık ediyordu. Evet biz de Açe-Sumatra
olarak okuduk sonraları. “Açe’yi anladıkda Sumatra da nesi oluyor?” diye bir
soru kimsenin aklına gelmiyordu.
‘Bitmemiş Günlükler’ adlı eseri, günün getirdiği popülarite içerisinde yeni
baskısı yapılırken, Hasan di Tiro’nun kaleme aldığı onlarca eseri bırakın akademik
araştırmalara konu etmeyi, adını zikretmek ve kısaca da olsa değinmek için
kimse kılını kıpırdatmadı. Oysa ki, Açe’ye nüfuz etme gereği duyanların Açe’den
haberdarlıkları, söz konusu liderin inşa ettiği hareketten ötürü değil miydi? Bu
lider ve hareketi sayesinde 1985-86’da bu haberdarlık bağlamında yayımlanan
önemli röportaj ve kitap Türkiye’de dikkat çekmiyor muydu? Gelin görün ki,
aradan geçen sürede ne Hasan di Tiro ne hareketi ciddiye alınmış ve
araştırmalara konu edilmiştir. Bırakın bunu inanılmaz bir yadsıma süreci ile
karşılaştığımız söylersek hiç de abartmış olmayız. Daha savaş sürerken bu
coğrafyaya yakın yerlerde bulunup da Açe’yi ziyaret eden “Yahu ne oluyor
bitiyor burada?” sorusundan hareketle Açe üzerine düşüncelerini gözlemlerini
okuduğunuz eli kalem tutan zevattan kaç isim var aklınızda hiç? Gençlerden
cesaret edip Banda Açe’ye yolu düşüncelere “Oğlum aptal mısın orada savaş var
gidilir mi?” diyen fıkıhçıoğullarının nasıl bir nesli temsil ettiğini biliyor
muyuz? Hasılı, Açe’ye dair gösterilen bu yaklaşımsızlığın, Türkiyeli
Müslümanların geçirdiği dönüşüm ve değişimden bağımsız ele alınması
düşünülemez.
Bu nedenledir ki, vatan ve özgürlük kavramlarıyla meczedilmiş ve bize -son
dönemde epeyce tecrid edilmiş bir kavram olan- ‘cihad’ kavramıyla sunulan bu
kadim topraklardaki mücadelenin ruhunu anladığımızdan pek emin değilim. Yanlış
mı duymuştuk yoksa yanlış mı aktarılmıştı bu ruha dair ilk izlenimler? Yoksa bu ruha dair söylemden birileri kendine
parsa mı çıkarıyordu? Her şeyin metalaştı(rıldı)ğı günümüzde Açe mücadelesini
“bölücü, ayrılıkçı” olarak yaftalayanlar mandacı düşüncenin temsilceleri olarak
sahnede yerlerini alıyorlardı. ‘Reel’ dedikleri dünya şartlarını imanlarının
temelı kılarken bin yıllık bir geçmişin bugünkü hareket için mahiyetini idrakte
bir çabaları olmadığını da açık seçik beyan etmiş olmuyorlar mı? Demokrasisiyle,
insan haklarıyla o çok kutsanan Batılılar bile Açe’ye böyle bakmıyorlar.
Anthony Reid (2007: 102) bile Hasan di Tiro’dan, “Açe Bağımsızlık Hareketinin
lideri” olarak bahseder.
Elbette tüm yukarıda zikredilenlere bakıp da, Açe’nin tarih sahnesinden
silindiğini göstermiyor. Aksine Açe ve Açeli, lideri Hasan di Tiro ile birlikte
tarih sahnesine yeniden çıkarken, tıpkı dün kadim dönemlerde ve yakın geçmiş
19. yüzyıl sonlarında olduğu gibi, “tek vücud bir millet olarak” mücadelelerini
vermekten sakınmadılar, geri kalmadılar. Oysa mandacılara soracak olsanız, “Ne
var dı bunca savaşa, kabul etseydiler tıpkı diğer ‘adalılar’ gibi Hollandalı
Sömürgeci efendilerini ve de uzantılarını, kalırlar mıydı bunca yoksul bunca
mağdur?” Bu söylem ve yaklaşım, mandacıların neye iman ettiklerinin bir
göstergesi değil mi? Açelilerin imanı ise vatanı, özgürlükle bezenmiş ve dini
inançla bütünleşmiş bir kutsal emanet kabul eder. Vatan öyle bir olgu ki, üzerinde
özgürlük yoksa, ölüm her şeye değer...
Bir de şu açıdan değerlendirelim... Bakarsınız bir de ağızlarına pelesenk
ettikleri ‘halifelik’ makamından dem vurarak, Açeliyi “Korkmuş da
Halife(miz)den yardım istiyor” diyerek pek de asliyetini yitirmiş bir ruhdan
bahseder görünürler. Oysa Açelilerin Halife’ye yaklaşımı -kimilerinin yaptığı
gibi- “ırkçı” bir duruş değildir. Açelilerin 130 yıl önce dillendirildiği gibi
tastamam “Hak ve Adalet” zemini kabul edilen bir makam olması hasebiyle
Halife’ye yönelirler. Açe’den gönderilen kimi mektupları yayınlayan dönemin
önemli gazetesi ‘Basiret’te bunun izlerini bulmak pekâla mümkün: “Sumatra Adası’nda
bulunup rabıta-ı diniyye sebebiyle merkez Hulefat-ı İslamiyyeye tabi olan irtibat ve i’taları cihetiyle devlet-i
aliyeden maada hiçbir devlete tabi olmayıp birkaç yüz seneden beri başlıbaşına
hür yaşamakta olan Açeliler üzerine bir zamandan beri Felemenkler musallat
oluyorlar.…”[1]
Sebep tastamam “dini rabıtadır”… Yoksa ne bir ırkî algı, ne bir aşağılık
kompleksi değil…
Benzer sayfalarda şu da
dile getirilir: “...
Memleketimizin her bir karışı bir cana bedeldir. Her bir taşı bir cevher cana
muadildir. Buna muvaffak olmak, değil yalnız erkekleri bilakis kadınlarımızı ve
kucaklarındaki şeker parelerimizi, evlatlarımızı dahi tamamıyla katl etmeğe
mütevakıftır. Zira biz hıfzı vatan için feda-ı can ve cihana emareyiz. Biz ölür
isek beşikte çocuklarımız da “Vatanımızı düşman istila ediyor... Vatanımızı
ecnebiyye vermeyiz” diyerek feryat ediyorlar... Hasılı, göz göre göre memleketi
teslim bizce mümkün değildir.”
Dün ne diyorsak, bugün de aynısını söylüyoruz: “Açe’yi Osmanlı üzerinden okuma ‘sınırlılığına’ düçâr kimi çevreler,
aslında Açe’yi gündeme getirmek yerine, Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin
yetiştirdiği bireyler ve onun tarihi yok sayıcı siyasi elitinin baskılarıyla
bir tür ‘inferiority’ kompleksi ile hareketle son birkaç on yılda Osmanlı’yı
keşfetme yarışında, maruz kaldıkları şu vea bu şekildeki baskının bir
neticisesi olarak bu sefer, farklı coğrafyalardaki Müslüman toplumları
algılamada, söz konusu toplumları derinlemesine anlamadan yoksun bir
yaklaşımla, bilinçli veya bilinçsiz olarak bir tür ‘superiority’ kompleksi
geliştirmektedir. Bu nedenledir ki karşımızda, son yedi yılda Açe’yi böylesi
bir zihinsel arıza ile görmeye çalışan kitleler olduğunu çeşitli vesilelerle
ifade etme gereği duyduk ve bunu gündeme getirmeye de devam edeceğiz.”
Yukarıda dile getirdiklerimizden hareketle, bizler içinden çıkan, Açe gibi
sözde “yakın durduğumuz” bir beldenin liderini anlama çabası içinde olmamış,
böyle bir niyet taşımamış ve taşımayan oluşumların nasıl olur da Güneydoğu Asya
Müslüman toplumlarını anlamaları söz konusu olabilir. Bu oluşumların söz konusu
İslam toplumlarına “arka kapıdan” nüfuz etme girişimleri, yeni sömürgeci
ideallerin bir yansıması olarak vücud bulmuyor mu? Açe halkının tarihi ve toplumsal
gerçekliğine gözlerini ve kulaklarını tıkamış olanların ve bunda ısrarlı edenlerin
bu halkın çocuklarına ne verebilirler? Açeliler ne vatanlarını tarih boyunca
hiç kimsenin arka bahçesi olarak kullandırtmışlardır, ne de çocuklarını
kimsenin uşağı kılmışlardır. Kızmaya gücenmeye hacet yok! Ne denmek istendiğini
anlayabilmek için empati kurmak yeter.
Anlaşılan o ki, Hasan di Tiro ve hareketi başta olmak üzere, diğer
Güneydoğu Asya İslam mücadeleleri ile birlikte Türkiyelilerin de içinde yer
aldığı Ortadoğuluların algılamalarının epeyce dışında kalmıştı ve kalmaya da
devam ediyor.
Açe’nin kadim ruhunu bugünlere taşıyan Hasan di Tiro’ya Allah’tan Rahmet
diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder