Mehmet Özay 14 Haziran 2012
Arakanlılardan 'Etnik Soykırımı Durdurun' çağrısı |
“Çerezimizi, ‘helâl’
kolamızı hazırlamış ve koltuğa kurulmuş Avrupa Kupası’nın incilerini
seyrederken veya okullar da hazır kapanmışken, çoluk çocuk Antalya sahillerine
‘vuralım’ hesapları yaparken, nereden çıktı şimdi bu Arakan’lı Müslümanlar da?”
sorusunu sorabilirsiniz. Herkes soru sormakta hür elbette. Ancak Arakan sorunu
öyle gözardı edilecek gibi değil…
Myanmar’da Müslüman
azınlığa yönelik şiddet eylemlerinde taraflar birbirlerini suçlamakla birlikte,
kimin haklı kimin haksız olduğu üzerinde yeterli bilgi sahibi olmadığımız açık.
Bununla birlikte, söz konusu azınlık Müslümanların özgürlüklerini yitirdikleri
tarihden bu yana aşağılanmış bir şekilde mazlum bir yaşam sürdüklerine kuşku
yok. Tıpki diğer, coğrafyalardaki Müslüman kitlelerin modern ulus devlet
yapılanmaları adına topyekun kıyıma maruz bırakılmalarında olduğu gibi.
Müslümanların çoğunlukta
olduğu Bengaldeş sınırındaki eyalette, özellikle Eyalet başkenti Sittwe şehri
ve çevresinde halk güvenlik endişesi yaşarken, tıpkı daha önceki yıllarda
olduğu gibi baskıdan kurtulmak için botlara binip okyanusa açılan Arakanlı
Mülteciler bir kez daha Bengaldeşli yetkililerden olumsuz cevap aldılar. Üstüne
üstlük sınırı geçmek isteyen Arakanlıların, Myanmar askerlerinin silahlarına
hedef olduklarına dair haberler bölge kaynaklarınca zikrediliyor. Bölge halkı
güvenlik gerekçesiyle evlerinde yaşayamazken, Yangon ve benzeri şehirlerden
Sittwe’ye gıda sevkiyatının da engellendiğine dair haberler geliyor. Bu durum,
bir yandan eyalette gıda fiyatlarının artışına yol açtığı gibi, dükkânlar,
bankalar ve okulların kapalı olduğu bildiriliyor.
Öte yandan, Birleşmiş
Milletler gelişmeler karşısında hassasiyetini gösteriyormuş gibi yaparak Genel
Sekreter elçisi Vijay Nambiar’ı Myanmar’a gönderirken, bölgede görev yapan
yaklaşık 40’ı aşkın BM görevlisini çekmesi bir çelişki olarak
değerlendiriliyor. Oysa yapılması gereken, BM’nin daha çok gözlemci ve yardım
sevkiyatını organize edecek birimleri bölgeye yönlendirmesi olacaktır. Öte
yandan, gerek Bengaldeş sınır boyunda, gerekse Bengaldeş sınırları içinde
mülteci kamplarında yaşayan Arakanlıların sorunlarına kalıcı çözüm bulunması
konusunda Bengaldeş hükümeti nezdinde girişimlere hız verilmelidir. Bu
bağlamda, gerek BM’nin ilgili ajansları gerekse uluslararası yardım
kuruluşlarının ‘geçici’ değil’ tastamam ‘kalıcı’ projelerle bölge halkına
hizmet sağlamaları acilen hayata geçirilmelidir. BM bu minvalde bir seyir
izlerken acaba ötekiler ne yapıyor?
İslam İşbirliği
Teşkilatı adıyla bilinen İslam birliği’nin Myanmar’daki katliamlar ardından 11
Haziran günü Genel Sekreter adına yapılan açıklamada ise beklenen standartlarda
değildi. Öyle ki, birkaç gün önce Dünya Çevre Günü vesilesiyle yapılan açıklama
dahi, Myanmar katliamını konu alan açıklamadan çok daha kapsamlıydı. Üzerinde
durmak ya da düşünmek gibi bir gerekçesi ya da sorumluluk hissi taşıyıp
taşımamakla alâkalı olan bu durum, aslında daha önceki açıklamalarla çelişiyor
değildi. Fazla geçmişe gitmeden 2008 yılı sonu ile 2009 yılı başlarında
çoluk-çocuk kadın erkek mülteci Myanmarlıları taşıyan botların Açe sularına
girdiğinde de benzer bir yaklaşıma tanık olmuştuk. Söz konusu bu kurumun sözde
Açe’deki yetkilisi, gelişmelerden ancak bir ay sonra o dönem bir başka haber
sitesinde yazdığımız metinden hareketle haberdar olabilmişti. Ne de aylarca
Açe’de kalan bu mazlumları ziyaret etme gereği duymuştu. Myanmarlı göçmenleri
ev sahipliği yapan Açe valiliği, Sabang Limanı ve İde Rayeuk’da iki bölgede
Myanmarlı göçmenleri aylarca konuk etmiş ve ihtiyaçlarını gidermişti.
Bugün adına İslam
ülkeleri denilen blokta yer alan ülkelere “Aman Myanmarlılara kucak” açın
mesajını vermeyi matah bir unsur kabul eden kurum, dün Açe Valisi İrvandi
Yusuf’un “Myanmarlılar Eyaletimizde kalabilir, burada istedikleri kadar
yaşabilirler.” yaklaşımına destek vermeyi nedense göz ardı etmiş, merkezi
hükümetin yani Cakarta’nın bu konudaki inisiyatifi elinde tuttuğunu görerek,
Açe yönetiminin talebi doğrultusunda politika geliştirilmesine ön ayak olmayı
tercih etmemiştir. Peki bu kurum, niçin çıkıp şimdi İslam ülkelerine söz konusu
coğrafyadaki gelişmeler karşısında Myanmar hükümeti üzerinde bir şekilde baskı
kurularak Müslüman azınlığa yapılan zulmün sona erdirilmesini istiyor. Kaldıki,
Myanmar sorununun yanı başındaki Bengaldeş’in izlediği politikaya dair tek bir
kelime edilmemesi de oldukça enteresan. Yani, bir birlik, üyesi olan bir
ülkenin mazlum Müslümanlara karşı yaklaşımını değiştirebilecek bir otorite
makamında olmadığını açık seçik ortaya koyuyor.
Oysa bu kurum,
temsilcisi olduğu İslam Ülkeleri’ni acilen toplantıya çağırıp, sadece
Myanmar’daki değil, Güneydoğu Asya topraklarında hayat sürmeye çalışan ancak
içinde yaşadıkları Budist çoğunluğun baskı ve zulmüne maruz kalan Müslüman
azınlıklar sorununu masaya yatırmalı, bölgeyi kümülatif olarak ele alacak geniş
çerçeveli bir politika belirlemelidir. Yoksa sorumluluğu tek tek İslam
ülkelerine vermek ancak sorumluluktan kaçmakla yorumlanabileceğini hatırlatmak
isteriz. Bunun en açık göstergesi de Bengaldeş’in uyguladığı politakada açık
seçik ortaya çıkıyor. Yaklaşık üç yıl önce de Endonezya’nın benzer bir
tutumunun hayata geçirildiğine bizzat tanık olmuştuk.
Aynı basın
açıklamasında, Myanmar hükümetine çağrıda bulunularak, ”demokratik
sorumlulukları” hatırlatılıyor. Tam da bu noktada şu hususların aydınlatılması
lazım. 1)Myanmar, bugün şayet demokratikleşme sürecine ayak bastıysa, bu salt
Batılı ülkelerin yaptırımlarıyla değil, ülke içerisindeki muhalefetin kararlı
ve onurlu direnişinin bir eseridir. Yani kimse kimseye sadece “hak” olduğu için
“hakkını” vermiyor. Defaaetle ifade ettiğimiz üzere, Arakanlı Müslümanlar,
Myanmar topraklarında yaşayan ancak ne iç ne de dış yardıma sahip olan bir
grubu oluşturmaktadır. Bunu BM raporlarına uyarlanmış diliyle ifade edersek,
Myanmar topraklarında yaşayan Arakanlı Müslümanlar dünyada en çok zulme maruz
kalmış azınlık grublarından birini teşkil ediyor. Myanmarlıları, cunta
rejiminin uzantısı olan sözde sivil yönetimin “şefkatine” terk etmek, hafsalanın
alacağı bir şey değil. 2)Myanmar’daki Müslüman azınlık, merkezi hükümet
tarafından resmen ”azınlık statüsünde değil, “yabancı topluluk” olarak kabul
edilirken, ülke genelindeki Budist halk da Müslümanları “yasadışı göçmenler”
olarak görerek düşmanca yaklaşım sergiliyorlar (Bkz.: New Straits Times, 13
Haziran 2012, Çarşamba, s. 30). Yani bu gerek resmi gerekse sivil bakış açısı
bağlamında Arakanlı Müslümanların nasıl bir konumda oldukları aşikar değil mi?
Bu minvalde “demokratik sorumluluk” lafını edenlerin ülkenin gerçeklerinden
bigâne olduklarını görmek zor değil. Demek ki, Arakanlı Müslümanların sorunu
salt günübirlik bir ayaklanma ile karşılaşmak değil, bir zamanlar kendi
anavatanları olan topraklarda özgürce yaşama sorunudur. Bu coğrafyada olup
biteni bu gözle ele almayan her yaklaşımın tarih önünde hesap verme durumunda
kalacağına kuşku yok.
Son olarak Myanmar’ın
demokrasi kraliçesi Suu Kyi’nin bugün başlayacağı Avrupa turuna değinmek
istiyorum. Syu Kyi’nin “dört gözle” beklendiği Fransa, İngiltere, İsviçre,
İrlanda ve Norveç’i kapsayacak gezisinde
bakalım Arakanlı Müslümanların ahvaline dair bir gelişme olacak mı? Bunu
niçin soru işaretli bir cümle ile ifade ediyoruz. Şayet şiddete maruz kalanlar
Hıristiyan veya başka topluluklar olsaydı Batı’lı kurumların ve önde gelen
liderlerinin bu tür gezilerde muhataplarına yaklaşımlarında ilk sırayı ‘insan
hakları’ ihlâli alırdı. Bakalım, Nobel Ödülü’nü alırken, ülkesinde olup biten
azınlıklar sorunu karşısında nasıl bir mesaj verecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder