18 Haziran 2012 Pazartesi

Arakan İçin Çözüm Var mı?


Mehmet Özay                                                                                                               14 Haziran 2012

Arakanlılardan 'Etnik Soykırımı Durdurun' çağrısı
“Çerezimizi, ‘helâl’ kolamızı hazırlamış ve koltuğa kurulmuş Avrupa Kupası’nın incilerini seyrederken veya okullar da hazır kapanmışken, çoluk çocuk Antalya sahillerine ‘vuralım’ hesapları yaparken, nereden çıktı şimdi bu Arakan’lı Müslümanlar da?” sorusunu sorabilirsiniz. Herkes soru sormakta hür elbette. Ancak Arakan sorunu öyle gözardı edilecek gibi değil…

Myanmar’da Müslüman azınlığa yönelik şiddet eylemlerinde taraflar birbirlerini suçlamakla birlikte, kimin haklı kimin haksız olduğu üzerinde yeterli bilgi sahibi olmadığımız açık. Bununla birlikte, söz konusu azınlık Müslümanların özgürlüklerini yitirdikleri tarihden bu yana aşağılanmış bir şekilde mazlum bir yaşam sürdüklerine kuşku yok. Tıpki diğer, coğrafyalardaki Müslüman kitlelerin modern ulus devlet yapılanmaları adına topyekun kıyıma maruz bırakılmalarında olduğu gibi.

Müslümanların çoğunlukta olduğu Bengaldeş sınırındaki eyalette, özellikle Eyalet başkenti Sittwe şehri ve çevresinde halk güvenlik endişesi yaşarken, tıpkı daha önceki yıllarda olduğu gibi baskıdan kurtulmak için botlara binip okyanusa açılan Arakanlı Mülteciler bir kez daha Bengaldeşli yetkililerden olumsuz cevap aldılar. Üstüne üstlük sınırı geçmek isteyen Arakanlıların, Myanmar askerlerinin silahlarına hedef olduklarına dair haberler bölge kaynaklarınca zikrediliyor. Bölge halkı güvenlik gerekçesiyle evlerinde yaşayamazken, Yangon ve benzeri şehirlerden Sittwe’ye gıda sevkiyatının da engellendiğine dair haberler geliyor. Bu durum, bir yandan eyalette gıda fiyatlarının artışına yol açtığı gibi, dükkânlar, bankalar ve okulların kapalı olduğu bildiriliyor.

Öte yandan, Birleşmiş Milletler gelişmeler karşısında hassasiyetini gösteriyormuş gibi yaparak Genel Sekreter elçisi Vijay Nambiar’ı Myanmar’a gönderirken, bölgede görev yapan yaklaşık 40’ı aşkın BM görevlisini çekmesi bir çelişki olarak değerlendiriliyor. Oysa yapılması gereken, BM’nin daha çok gözlemci ve yardım sevkiyatını organize edecek birimleri bölgeye yönlendirmesi olacaktır. Öte yandan, gerek Bengaldeş sınır boyunda, gerekse Bengaldeş sınırları içinde mülteci kamplarında yaşayan Arakanlıların sorunlarına kalıcı çözüm bulunması konusunda Bengaldeş hükümeti nezdinde girişimlere hız verilmelidir. Bu bağlamda, gerek BM’nin ilgili ajansları gerekse uluslararası yardım kuruluşlarının ‘geçici’ değil’ tastamam ‘kalıcı’ projelerle bölge halkına hizmet sağlamaları acilen hayata geçirilmelidir. BM bu minvalde bir seyir izlerken acaba ötekiler ne yapıyor?

İslam İşbirliği Teşkilatı adıyla bilinen İslam birliği’nin Myanmar’daki katliamlar ardından 11 Haziran günü Genel Sekreter adına yapılan açıklamada ise beklenen standartlarda değildi. Öyle ki, birkaç gün önce Dünya Çevre Günü vesilesiyle yapılan açıklama dahi, Myanmar katliamını konu alan açıklamadan çok daha kapsamlıydı. Üzerinde durmak ya da düşünmek gibi bir gerekçesi ya da sorumluluk hissi taşıyıp taşımamakla alâkalı olan bu durum, aslında daha önceki açıklamalarla çelişiyor değildi. Fazla geçmişe gitmeden 2008 yılı sonu ile 2009 yılı başlarında çoluk-çocuk kadın erkek mülteci Myanmarlıları taşıyan botların Açe sularına girdiğinde de benzer bir yaklaşıma tanık olmuştuk. Söz konusu bu kurumun sözde Açe’deki yetkilisi, gelişmelerden ancak bir ay sonra o dönem bir başka haber sitesinde yazdığımız metinden hareketle haberdar olabilmişti. Ne de aylarca Açe’de kalan bu mazlumları ziyaret etme gereği duymuştu. Myanmarlı göçmenleri ev sahipliği yapan Açe valiliği, Sabang Limanı ve İde Rayeuk’da iki bölgede Myanmarlı göçmenleri aylarca konuk etmiş ve ihtiyaçlarını gidermişti.

Bugün adına İslam ülkeleri denilen blokta yer alan ülkelere “Aman Myanmarlılara kucak” açın mesajını vermeyi matah bir unsur kabul eden kurum, dün Açe Valisi İrvandi Yusuf’un “Myanmarlılar Eyaletimizde kalabilir, burada istedikleri kadar yaşabilirler.” yaklaşımına destek vermeyi nedense göz ardı etmiş, merkezi hükümetin yani Cakarta’nın bu konudaki inisiyatifi elinde tuttuğunu görerek, Açe yönetiminin talebi doğrultusunda politika geliştirilmesine ön ayak olmayı tercih etmemiştir. Peki bu kurum, niçin çıkıp şimdi İslam ülkelerine söz konusu coğrafyadaki gelişmeler karşısında Myanmar hükümeti üzerinde bir şekilde baskı kurularak Müslüman azınlığa yapılan zulmün sona erdirilmesini istiyor. Kaldıki, Myanmar sorununun yanı başındaki Bengaldeş’in izlediği politikaya dair tek bir kelime edilmemesi de oldukça enteresan. Yani, bir birlik, üyesi olan bir ülkenin mazlum Müslümanlara karşı yaklaşımını değiştirebilecek bir otorite makamında olmadığını açık seçik ortaya koyuyor.

Oysa bu kurum, temsilcisi olduğu İslam Ülkeleri’ni acilen toplantıya çağırıp, sadece Myanmar’daki değil, Güneydoğu Asya topraklarında hayat sürmeye çalışan ancak içinde yaşadıkları Budist çoğunluğun baskı ve zulmüne maruz kalan Müslüman azınlıklar sorununu masaya yatırmalı, bölgeyi kümülatif olarak ele alacak geniş çerçeveli bir politika belirlemelidir. Yoksa sorumluluğu tek tek İslam ülkelerine vermek ancak sorumluluktan kaçmakla yorumlanabileceğini hatırlatmak isteriz. Bunun en açık göstergesi de Bengaldeş’in uyguladığı politakada açık seçik ortaya çıkıyor. Yaklaşık üç yıl önce de Endonezya’nın benzer bir tutumunun hayata geçirildiğine bizzat tanık olmuştuk.

Aynı basın açıklamasında, Myanmar hükümetine çağrıda bulunularak, ”demokratik sorumlulukları” hatırlatılıyor. Tam da bu noktada şu hususların aydınlatılması lazım. 1)Myanmar, bugün şayet demokratikleşme sürecine ayak bastıysa, bu salt Batılı ülkelerin yaptırımlarıyla değil, ülke içerisindeki muhalefetin kararlı ve onurlu direnişinin bir eseridir. Yani kimse kimseye sadece “hak” olduğu için “hakkını” vermiyor. Defaaetle ifade ettiğimiz üzere, Arakanlı Müslümanlar, Myanmar topraklarında yaşayan ancak ne iç ne de dış yardıma sahip olan bir grubu oluşturmaktadır. Bunu BM raporlarına uyarlanmış diliyle ifade edersek, Myanmar topraklarında yaşayan Arakanlı Müslümanlar dünyada en çok zulme maruz kalmış azınlık grublarından birini teşkil ediyor. Myanmarlıları, cunta rejiminin uzantısı olan sözde sivil yönetimin “şefkatine” terk etmek, hafsalanın alacağı bir şey değil. 2)Myanmar’daki Müslüman azınlık, merkezi hükümet tarafından resmen ”azınlık statüsünde değil, “yabancı topluluk” olarak kabul edilirken, ülke genelindeki Budist halk da Müslümanları “yasadışı göçmenler” olarak görerek düşmanca yaklaşım sergiliyorlar (Bkz.: New Straits Times, 13 Haziran 2012, Çarşamba, s. 30). Yani bu gerek resmi gerekse sivil bakış açısı bağlamında Arakanlı Müslümanların nasıl bir konumda oldukları aşikar değil mi? Bu minvalde “demokratik sorumluluk” lafını edenlerin ülkenin gerçeklerinden bigâne olduklarını görmek zor değil. Demek ki, Arakanlı Müslümanların sorunu salt günübirlik bir ayaklanma ile karşılaşmak değil, bir zamanlar kendi anavatanları olan topraklarda özgürce yaşama sorunudur. Bu coğrafyada olup biteni bu gözle ele almayan her yaklaşımın tarih önünde hesap verme durumunda kalacağına kuşku yok. 

Son olarak Myanmar’ın demokrasi kraliçesi Suu Kyi’nin bugün başlayacağı Avrupa turuna değinmek istiyorum. Syu Kyi’nin “dört gözle” beklendiği Fransa, İngiltere, İsviçre, İrlanda ve Norveç’i kapsayacak gezisinde  bakalım Arakanlı Müslümanların ahvaline dair bir gelişme olacak mı? Bunu niçin soru işaretli bir cümle ile ifade ediyoruz. Şayet şiddete maruz kalanlar Hıristiyan veya başka topluluklar olsaydı Batı’lı kurumların ve önde gelen liderlerinin bu tür gezilerde muhataplarına yaklaşımlarında ilk sırayı ‘insan hakları’ ihlâli alırdı. Bakalım, Nobel Ödülü’nü alırken, ülkesinde olup biten azınlıklar sorunu karşısında nasıl bir mesaj verecek.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=213972

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder