31 Mayıs 2022 Salı

Edeb’ten moda’ya: İktidar ve servetin dönüştürücü gücü / From Adab to fashion: The transformative power of power and wealth

Mehmet Özay                                                                                                                            31.05.2022

Muhafazakâr veya daha kalıcı ve anlamlı bir ifade olarak Müslüman toplumun, iktidar olgusuyla karşılaşması ve bunun süreçte, hem öznesi hem nesnesi olması bir tür hesaplaşmayı gerekli kılmaktadır.

Söz konusu bu hesaplaşma, iktidar ve servet olgularına zamanla eşlik eden bir değişimi ortaya koymasıyla önem taşımaktadır.

Burada kastedilen iktidar, siyasal iktidar anlamına gelebileceği gibi, tek tek bireylerin kendi yaşam süreçlerinde elde ettikleri toplumsal ve ekonomik statülerinin sonucu olarak elde ettikleri ‘iktidar’ alanları da olabilmektedir.

Azımsanmayacak bir süredir yaşanan siyasal iktidar ve bunun ürettiği toplumsallaşma biçimi/biçimleri, Müslüman toplum grupları üzerinde oluşturduğu ve bazıları açısından “istenmedik” kabul edilebilecek dönüşümler ortaya çıkarmıştır.

Bu durumu, Müslüman şahsiyetinin hayata dair görünümlerinde edeb’e biçilen yer ve onunla ilişkisinden, dönüşüme konu olan zaman zarfında ekonomik ve sosyal statünün bireysel ve anonym olarak görünür kıldığı moda ilişkisi açısından ele almak mümkün gözükmektedir.

Söz konusu bu değişim ve dönüşümü, taraflar arası bir kötüleme, itibarsızlaştırma vb. süreçlere konu etmek yerine, sosyolojik olarak olan biteni anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmak gerekmektedir.

Müslümanca edep

Bireyin kendini ait hissettiği Müslümanlık durumunun talep ettiği ve kendisinin Müslüman olmakla bilerek benimsediği ve gündelik yaşamını çekip çevirmede üstlendiği sorumluluğu ve aktif bir birey olduğunu hatırlatan kavramlardan biri edep’tir.

Bununla birlikte, iktidar olgusu ile bunun tek tek bireyler üzerinde bir edep/ahlâk tutumunu gerektirip gerektirmediği tartışılabilir.

Özellikle de, Batı’nın siyasal ve toplumsal değişim süreçlerinde karşımıza çıkan yapı, arada böylesi bir ilişkinin olmadığı yönünde veriler sağlayabilir.

Üstüne üstlük, toplumsal alanı bütünüyle kapsayan modernleşme ile buna eşlik eden sekülerleşme ve bunun devamı olarak özellikle de günümüzde, post-modern olarak tanımlanan toplumsal gerçeklik bize, ahlâkla yüzleşmeye imkân tanımayacak muğlaklığı ve kaypaklığı dayatmaktadır.

Öte yandan, modernleşmeyi pek de anlamlandırabildiği söylenemeyecek ve bundan doğan sorunlu ilişki biçimini, bir tür eziklik ve aşağılık kompleksiyle (inferiority complex) kendisine sunulanı benimseme arzusu ve çabası sergileyen toplumların ve bu toplumlardaki tek tek bireylerin, post-modern durum karşısında nasıl bir tavır takınacakları ise, daha da bir belirsizliğe ve kafa karışıklığına yol açmaktadır.

Edeb ve moda dikotomisi

Bu çerçevede, yaşanan toplumsal değişim ve dönüşümü, birbiriyle dikomotik ilişkiye sahip edeb ve moda üzerinden ortaya koymakta yarar var.

Kimileri için belki de, yan yana gelmesi pek de mümkün olmayan iki kelime edep ve moda… Ancak, yaşananlara göz atıldığında, ortada şu veya bu şekilde bir ilişkinin olduğunu akla getiriyor.

İçinde yaşadığımız toplumun ve/ya benzer toplumların mensubu olan bireylerin kendilerini, bir tür kimlik edinme çabası ve uğraşı olarak, kendi bireysel evrenlerini ve toplumsal yapılarını tanımlama biçimlerinin belki de, en kolay ve hatta hiç emek harcamadan edinileni modern olmaktır.

Modern olmanın, gündelik yaşam pratikleri ve hatta bağımlılıkları noktasından ele alındığında, sıradan birey için karşılığının, moda ile gayet yakından ilintili olması bize, edeb ile olan dikomotik durumu ele alma imkânı tanımaktadır.

Edep olgusu, kimilerinin zannettiği gibi pasif bir eylem biçimi değil. Aksine gayet aktif, kendinde, süreklilik arz eden bir düşünceyi ve disiplini gerektirmektedir.

Bir anlamda, sosyolojik kavramsallaştırmalardan ‘refleksif düşünümselliği’ akla getirecek şekilde, bireyin -bizatihi aktif olarak katılımıyla- gündelik yaşamını çekip çevirmesine imkân tanıyan dinamik olarak eylemde bulunma halidir.

Bu çerçevede, sadece deyimler sözlüğünde atıl kalmış ya da kimi çevreler tarafından unutulmaya yüz tuttuğu zannedilse de, gündelik kullanımlarımızda edebi kuşanmak, edepli konuşmak, edepli olmak gibi genişleyici anlamlarıyla karşımıza çıkıyor...

Moda’da erimek ya da hemhâl olmak!

Moda ise akla son ürün, son marka, son şovu getiriyor kuşkusuz… Bir başka ifadeyle, tümüyle gösteriye, gösterime, gösterişe dönük bir alana tekabül ediyor.

Moda’nın bu hali, tekil bireyin eylem biçiminden ziyade, sanki daha çok anonim/muğlak bir toplumsallıkta karşılığını buluyormuşcasına bir anlamı çağrıştırıyor.

Bu anonimlik, bir yanıyla da, sanki sorumluluk almak istememenin bir açılımı olarak karşımıza çıkıyor. Yani, her şeyi, herkesi içine almasıyla, kapsamasıyla bir tür meşrulaştırıcılığı içinde barındırıyor.

Bu çerçevede, modaya konu olan ürünler ile söz konusu bu ürünlerin yukardan aşağıya hiyerarşik olarak yapılaştırılmasına göz attığımızda aslında, gayet belirleyici kurumların işbirliğiyle karşı karşıya olduğumuz görülür.

Üretim ve hedef kitle

Yukarıdan aşağıya hiyerarşik yapı ile kastettiğimiz, her türünden meta üretimini gerçekleştiren yapılardan/kurumlardan başlayıp, bunların ortaya koydukları ürünleri, adına hedef kitlesi denilen ancak temelde agresif bir şekilde ulaşılması arzu edilen tekil bireylerdir.

Bir anlamda, Marksist düşünceden ödünç alarak söylemek gerekirse, “üretim araçlarını kontrol eden yapılar”, bir başka ifadeyle üreticiler/firmalar vb. genel itibarıyla ilkeselliğini dini yapıdan almayan aksine, piyasacı değerlerle donanmış bir zihniyete sahiptirler.

Söz konusu bu yapılar, üstüne üstlük bununla da sınırlı kalmamakta, ürünlerini ‘moda’laştırma süreçlerini belirleyici olarak ortaya koyarken, mutlaklaştırıcı bir özelliği ürünlerine ve bunların tüketimine endekslemektedirler.

Tam da bu anlamda, sosyal gerçekliğe göz atıldığında, belirleyiciliği ile tüketimi körüklemesiyle öne çıkanın, her türüyle medya/basın olmaktadır. Bu noktada, bu yapının yani medyanın/basının gayet kapsamlı bir şekilde araçsallaştırılmışlığına tanık olunur.

Yaşam standardı fetişizmi ya da moda’ya teslim yaşamlar

Toplumsal değişimi ya da kimi ölçütlerde modernleşmeyi, gecikmeli yaşayan geniş Müslüman kesimlerin veya toplumların, önde ya da belirgin gibi gözükse de, gizli kalmış sorunlu alanlarından birini oluşturur moda.

Yerleşik veya ‘yerleştirilmiş’ şehirleşme tipolojisinin izinden giderek anlamlandırılmaya çalışıldığında, önce göç ve eğitim ve/ya göç ve istihdamla başlatılan ve hemen ardından, hemşehricilik ile kozmopolitlik arasındaki doğan ve büyüyen tezat, bireyselleşme ile aile yaşamı arasında oluşan tedrici uçurum, zamanla bir standartlaştıma olgusuna yol açıyor.

Standardı sağlayanın, salt elde edilen ekonomik kazanç –ve buna eşlik eden sosyal statü- ile sınırlı olduğu düşüncesi aslında, gizli ve bastırılmış bir durumda devamlılığı ile dönüşümün temelini oluşturmaktadır.

Adına doğru/yanlış modern yaşam da denilen ve standard oluşturmanın, gayet tekil ölçüt olduğu gözlemlenen ekonomik gelişme, değişimi körükleyen ve istekli kılan bir unsur olarak dikkat çekiyor.

Yaşam standardı, kalkınmacı ekonomik yaklaşımların temel bir kavramı olarak hükümetlerin, ve bunların örneğin, eğitim gibi dirsek temasındaki kurumların gündeme taşıdıkları bir olgu.

Yaşam standardını yükseltme amacı ve bu yönde bir arzu/talep oluşturma, kitlelerin gündelik yaşamlarının ekonomik temelli sıkıntılarını hafifletmeye matuf bir yönü içermesi nedeniyle masum bir duruş sergiliyor.

Yaşanılan dönemin sosyo-ekonomik ve öğretin süreçleri gibi alanlarda, ‘zorunluluk’ hissiyle dayatılan kurallar dizisinde, yaşamın hangi standartta olacağının belirlenmesi de, üst bir düşüncenin eseri. Bu, makul bir yaklaşım olarak sunulurken, buna eşlik eden, kaliteli yaşam olgusu daha farklı bir alanda, bireylerin ve kitlelerin gündemine konulmaktadır.

Kalkınma yarışında mesafe kat etme arzusundaki, içinde yaşadığımız Müslüman toplum ve benzeri Müslüman toplumların teslim olduğu alanların başında gelir moda. Bu çerçevede moda olgusu, tek tek bireyleri peşinden koşturan bir tüketim gücüdür...

İhtiyaçlarını kendi bireysel konumuyla belirleme ile ihtiyaçların farklı ve kurumsal aktörlerin varlığıyla ortaya çıkan ve anonim bir şekilde yapılandırılan piyasanın belirleyiciliğine terk edilmesi arasındaki fark, bugünün insanının, özellikle de Müslüman tekinin, sadece tüketim eğilimlerini değil, kimliğini ve benliğini şekillendirme gücüne sahip durumda.

Bunda, elde edilen siyasal iktidar değişimin getirilerinin etken olduğu yönünde bir eğilim ağır bastığı gibi, bu süreçte tek tek bireylerin edindikleri ekonomik ve sosyal statüler sayesinde, kendi iktidar alanlarını oluşturmalarını da dikkate almak gerekir.

Söz konusu bu ekonomik ve sosyal statülerin Müslüman bireye ve mensubu olduğu Müslüman topluma ne katıp kaybettirdiği hususu, birbirine tezat teşkil eden edep ve moda olguları üzerinden incelenmesi gayet anlamlı gözükmektedir.

Nihayetinde, geçmişte ait bulunduğu toplumsal kesimin geleneksel, muhafazakâr olarak adlandırıldığı bir alandan, toplumsal yapının merkezine taşınmakla kalmayan, aynı zamanda dünün modern ve yaşanılan bugünün post-modern özelliklerini moda üzerinden içselleştirme arzusu ve şevkine sahip Müslüman birey, açık seçik bir değişim ve dönüşüme konu olmaktadır.

Bu noktada, moda üzerinden yaşanan bu dönüşümün, öylesine küçümsenir bir değişim ve dönüşüm olmadığını, aksine, benliğin ve kimliğin oluşumuna doğrudan nüfuz eden yapılaştırıcı etkisi olduğunu söylemek gerekiyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2022/05/31/edebten-modaya-iktidar-ve-servetin-donusturucu-gucu-from-adab-to-fashion-the-transformative-power-of-power-and-wealth/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder