Mehmet Özay 03.05.2022
Genel itibarıyla günümüz dünya toplumlarının ekonomik, siyasal, güvenlik ve sağlık gibi hissedilebilir sorunlarla karşı karşıya bulunduğu Milâdi 2023 / Hicri 1443 yılında, Ramazan Bayramı’nın Müslüman toplumlar için taşıdığı anlam üzerinde durulmayı hak ediyor.
Bu çerçevede, Ramazan ayı ve ardından gelen bayram
günleri, Müslüman toplumların bizatihi içinde yer aldıkları ve çoğunluğu
oluşturdukları ulus-devletlerde kardeşlik duygularını sergilemeleri kadar,
bunun ötesinde var olan bu ulus-devlet sınırlarını aşmak suretiyle kendilerini,
küresel Müslüman toplumla ortak bir ideal ile tanımlayabildikleri dönemler
anlamına gelmektedir.
Hiç kuşku yok ki, Ramazan ayı ve bayramını içeren günler,
Müslüman toplumların gerek içinde bulundukları ülkelerde, gerekse küresel
olarak diğer Müslümanlarla bağlarını hatırlamaya vesile olan önemli süreçler
olarak dikkat çekiyor.
Bu geniş Müslüman kitleyi karşılıklı olarak birbirine bağlayan
olgu bizatihi, aynı ve ortak inançtan neşet eden bir gerçeklik kadar, uzak
yakın coğrafyalardaki Müslüman toplumlarla ‘ortak kader birliği’ başlığı
altında toplanabilecek şekilde, tarihin çeşitli evrelerinde kültürel, siyasal,
toplumsal etkileşimlere konu olmanın getirdiği bir somut gerçeklikten de
bahsetmek mümkündür.
Bu durumu, içinde yaşam sürdüğümüz ülkenin ve genel
itibarıyla Ortadoğu’nun toplumsal ve tarihsel koşulları bağlamında algılamak
kadar, diğer coğrafyalarda yaşam süren Müslüman toplumları kendi gerçeklikleri içerisinde,
belki de bizden ve bölgemizden bağımsız, ancak birbirleriyle oldukça yakın
süreçler ve etkileşimler şeklinde gündeme geldiğini de unutmamak gerekir.
Bu gerçekliğin ortaya çıkışında, içinde yaşam sürdüğümüz
toplumda, Ramazan ayı ve bayramı ile tecrübe ettiğimiz çeşitli ibadetler
sürecinde tanık olduğumuz, intibak ve iştirak ettiğimiz vaazlar, hutbeler,
dualar gibi ibadet yapıları, bizi küresel Müslüman topluma bağlı olduğumuzu
hatırlatan uyarılar ve bilgiler taşımalarıyla da değer kazandıklarına ya da
bize bu anlamda değer kattıklarına kuşku yok.
Tek tek bireyler olarak bizler, söz konusu bu ibadet
formları içerisinde ilâhi mesaja muhatap olma, bu mesajın içeriklerini -aktif
ve pasif olarak-, anlama ve içselleştirme eylemine katılmak kadar, yaşadığımız
dönemin şartları içerisinde, ‘Müslüman kardeşliği’ olgusunu yeniden hatırlamaya
da yatkın bir duygu ve düşünce iklimine giriyoruz.
Her ne kadar, maddi olarak birarada olmamakla birlikte,
Yaratıcı’nın huzurunda ‘bir’ olduğumuz anlamına yaklaşarak ve kavrayarak, bir
başka coğrafyada yaşam süren bizler gibi Müslümanlara beraberliğimize kapı
aralıyoruz.
Bir başka ifadeyle, söz konusu bu dolaylı haberdarlığa
rağmen, bir Müslüman birey olarak düşünce noktasında farklı coğrafyalara
ulaşabilme, duygusal olarak hissedebilme, zihinsel olarak kavramayabilme imkânına
kavuşuyoruz.
İnanç örgüsü etrafında gündeme gelen bu ‘birlik’ duygu ve
düşüncesi, Ramazan ayı ve bayramında her daim yeniden diriltilirken, bunun salt
ve sıradan bir anma ile kalmayacağı konusunda da, anlamlı ve bütünlüklü bir
çabanın sergilenmesi gerekiyor.
Günümüzde artık sıklıkla gündeme gelen ekonomik, siyasal,
güvenlik ve sağlık başlıkları altında değerlendirilebilecek sorunlar,
ulus-devletler içerisinde diyelim ki, enflasyon, kovid-19, çatışma ve/ya savaş
durumu gibi her bireyi doğrudan ve görece eşit ölçüde etkileyen sorunlar olabileceği
gibi özellikle, azınlık konumunda olan Müslüman kitlelerin, -aktif bir çatışma
hali olsun veya olmasın- mensubu bulundukları ulus-devlet yönetimlerinin, şu
veya bu şekilde doğrudan baskısına maruz kaldıkları durumlar olarak da tezahür
etmektedir.
Bu noktada, dünyanın farklı bölgelerinde özellikle de,
Güney Asya veya Hint Alt Kıtası, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya olarak bilinen
coğrafyalarda yaşam süren Müslüman toplumların böylesi zorluklarla yüz yüze
olmaları, Ramazan ayı ve bayramı süresince söz konusu bu toplumları hatırlamanın
farklı bir boyutta gündeme gelmesine neden oluyor.
Bu çerçevede, yukarıda dikkat çekilen coğrafyalardaki yüksek
ve düşük yoğunluklu olarak adlandırılabilecek çatışma bölgelerinde yaşam süren
Müslüman kitlelerin önceliklerinin, maddi ve biyolojik varlıklarını sürdürebilme
zorunluluğu, bir başka deyişle varoluş sorunu teşkil ettiğini fark etmek gayet
önemlidir.
Bu noktada, Hindistan’a bağlı Jammu-Keşmir bölgesi, Myanmar’a
bağlı Rakhine Eyaleti, Çin’e bağlı Doğu Türkistan/Uygur bölgesi ya da diğer
adıyla Sincan Eyaleti, Tayland’ın güneyinde Patani bölgesi akla gelen ilk
örnekleri oluşturmaktadır.
Yukarıda dikkat çekilen coğrafyalardaki ilgili
ulus-devletleri bünyesinde azınlık olarak yaşayanların yanı sıra, bir başka
gruptan ta bahsetmek gerekiyor. O da, genel itibarıyla, çeşitli siyasal ve
toplumsal sorunlardan kaynaklanan zorlamaların sonucu, bulundukları ülkeleri
terk edip, pek çok zorlukların üstesinden gelerek göçmen sıfatıyla farklı ülkelerde
azınlık olarak yaşam süren Müslüman kitleler oluşturuyor.
Söz konusu bu Müslüman toplumlar, diğer dünya toplumları
gibi içinde yaşam sürdüğümüz dönemin özelliklerini içinde barındıran ve girişte
kısaca değinilen sorunların belki de, aynı anda tümüyle baş etmek durumunda
olduklarını unutmamak gerekiyor.
Bu durum, Ramazan ayı ve bayramı sürecinde sadece manevi
dünyamızı değil, maddi dünyamızı da yeniden yapılandırdığı düşünülebilecek duygu
ve düşünce ortamı vasıtasıyla bizi, farklı coğrafyalardaki Müslüman toplumlara yaklaştırdığını
umut ettiğimiz birlik duygusunun, çeşitli toplumsal ve siyasal yapılanmalarla
kendini pratikte de gerçekleştirebilmesinin imkânı üzerinde durup düşünmek
gerekiyor.
Ve söz konusu bu bütünlüklü yaklaşım sayesindedir ki,
Ramazan ayı ve bayramının bereketini geniş Müslüman toplumlarla
paylaşabileceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder