23 Mayıs 2022 Pazartesi

ABD başkanı Joe Biden’ın ziyareti üzerine: Asya-Pasifik’te çatışmacı söylem ve ekonomik işbirliği / Upon the U.S. president Biden’s visit: Confrontential discourse and economic partnership in Asia-Pacific

Mehmet Özay                                                                                                                            23.05.2022

ABD başkanı Joe Biden’in ilk Asya-Pasifik ziyareti çelişkili yaklaşımlar, ifadeler ve gelişmelerle dikkat çekiyor.

Görüşmelerde ABD’nin, Kore Yarımadası’nda olası bir nükleer çatışmaya karşı bölgedeki müttefikleri özellikle de, Güney Kore ve Japonya ile teyakkuz halinde oldukları ve Çin’in Tayvan’a yönelik olası bir ‘istila’ girişiminin doğrudan askeri karşılığı olacağı yönündeki mesajları dikkat çekiciydi.

Bununla birlikte, özellikle Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (Association of Southeast Asian Nations- ASEAN) ülkelerinin de içinde yer aldığı 13 üye ülkeli yeni bir ekonomi bloğunun kuruluşu ilânı ise hiç kuşku yok ki, sadece Asya-Pasifik bölgesi için değil, küresel ekonomi için son derece önemli bir gelişme kabul etmek gerekir.

Başkan Joe Biden, ziyaretinin ilk durağı Güney Kore’nin başkenti Seul’de, ülkenin çiçeği burnunda devlet başkanı Yoon Suk Yeol ile Cuma ve Cumartesi günleri yapılan görüşmelerde özellikle, Kore Yarımadası’nda nükleer silahsızlanmayı önceleyecek ve bu anlamda diyalog süreçlerini gündeme getirecek yaklaşımdan ziyade, ABD-Güney Kore askeri işbirliğine vurgusu öne çıkmıştı.

Başkan Biden, Güney Kore’nin ardından, ziyaretin ikinci adımı için Japonya’nın başkenti Tokyo’daydı. ABD Başkanı’nın, Bugün yani, 23 Mayıs Pazartesi günü Japonya başbakanı Fumio Kishida ile yaptığı görüşmeler ve açıklamalar, militarist eğilim ve mesajların ağır bastığı Seul görüşmelerinin devamı olması kadar, bundan farklılaşan bir perspektifin de çizildiğini hemen ilk başta belirtmekte yarar var.

Bölgenin militarizasyonu

ABD başkanı Joe Biden, her ne kadar, Kuzey Kore’de başkan Kim-Jong-un’un nükleer hazırlık konusunda son derece tehditkâr icraatlarına karşı ve Tayvan sorunu üzerinden Çin’e, “çatışmaya hazırız” mesajı vermesi önemliydi.

Söz konusu bu iki durumu birbiriyle ilişkilendirmek mümkün. Özellikle de Çin’in, hem Kuzey Kore ile kompleks ilişkisi, hem de Tayvan Boğazı’nın öte yakasındaki, zaman zaman bağımsızlıkçı söyleme varan açıklamalarla dikkat çeken Tayvan’ı bir eyalet statüsünde kabul etmesi Pekin yönetimini her halükârda ABD’nin karşısında konuşlanmasına neden oluyor.

Bu çerçevede, Çin’in bir yandan Kuzey Kore’yle sınır teşkil etmesi ve BM güvenlik konseyi kararları bağlamında, bu ülkeye yapılan uluslararası yaptırımlara karşı gizli/açık desteğinin var olduğu ortada. Çin yönetiminin, böylesi bir politika takip etmesine neden olan ise kendisini Kuzey Kore üzerinden ulusal güvenliği için ‘sağlam’ bir tampon bölgeyle güçlendirdiği kanaatinin hakim olması.

Biden’nin Tokyo’daki açıklamalarında bir kez daha görüldüğü üzere, ABD yönetimi Tayvan konusunda Taipei’ye verilen sözün arkasında olduklarını yinelerken, aynı zamanda Pekin yönetiminin ‘Tek Çin Politikası’nı tanımayı sürdürdüklerini söylemesi ise belki de, ABD açısından en dikkat çeken dikotomik dış politika konusuna tekabül ediyor.  

Japonya’ya yeni rol

Başkan Biden’in Tokyo ziyaretinde Japonya’ya hem ikili savunma işbirliği, hem de BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelik gibi gayet önemli küresel bir rol alması gündeme geldi.

ABD yönetimi, yukarıda dikkat çekildiği üzere Kuzey Kore ve Tayvan konularında gayet kararlı olduğu anlaşılan bir duruş sergilerken, yalnız değildi. Japon başbakanı Fumio Kishida’nın ülkesinin askeri savunma kapasitesini artırma konusundaki açıklamalarına Biden’den destek geldi.

Japonya’nın bu konudaki politika değişikliği yakın geçmişte, Doğu ve Güney Çin Denizleri’nde Çin’in yayılmacı politikaları ve Kuzey Kore’nin nükleer tehdidinin neredeyse doğrudan hedefi haline gelmesi ile bağlantılandırılıyordu.

Oysa bugün özellikle de, Şubat ayının sonundan bu yana Doğu Avrupa’da yaşanan ve sadece bölgesel değil, küresel jeo-politik dengeleri önemli ölçüde dönüştüren ve değiştiren Rusya’nın Ukranya’nı istilası, Japonya’nın ulusal savunma stratejilerinde aldığı kararın belki de, haklılığını teyit anlamı taşıyor.

Bu çerçevede, Fumio Kishida’nın Doğu Avrupa krizine atıfta bulunarak bu gelişmenin “küresel düzeni sarstığı” ifadesini bunun bir teyidi olarak kabul etmek mümkün.

Bununla birlikte, Japonya’nın bu savunma politikası aslında, sabık başkan Şinzo Abe döneminde alınan bir karardı. Bugün ise, Başkan Joe Biden’in ziyareti sırasında yapılan görüşmelerle, artık daha da netlik kazanmış ve geri dönüşü olmayan bir sürece girmiş gözüküyor.

Aslında, ABD’nin Japonya’nın silahlanmasına yeşil ışık yakması veya bir anlamda, Japonya’yı kendi silahlı kuvvetlerini yeniden aktif hale getirmeye zorlamasının, en azından yakın dönemdeki gelişmeler ışığında- Donald Trump’ın, Doğu Asya’daki müttefiklerini askeri şemsiyesi altında tutamayacağını açıklamasıyla birlikte hız kazandığını söyleyebiliriz.

Bugün Tokyo’da yapılan görüşmelerde ve yapılan açıklamalarda ABD’nin, Japonya ile ilgili politikalarında yeni bir dönem, bu ülkenin BM Güvenlik Konseyi’ne daimi üye olarak atanması görüşünün gündeme getirilmesiyle başlamış oldu.

Biden yönetimi, hiç kuşku yok ki, bu karar ile hedefine Rusya’yı koyduğu ortada. Aynı zamanda, ABD yönetimi, çeşitli ülkelerden gelen güvenlik konseyinde bir anlamda Batılı ülkelerle sınırlı yapının, bir Asya ülkesi ile takviyesinin oluşturacağı desteği de hesap etmiş olmalıdır.

Ticaret ve ekonomi birliği

ABD Başkanı Joe Biden’in Asya-Pasifik ziyaretinin geneli içerisinde öne çıkan konu hiç kuşku yok ki, Kalkınma için Hint-Pasifik Ekonomi Çerçevesi (Indo-Pacific Economic Framework-IPEF) bloğunun ilânı oldu.

13 üye ülkeli olduğu belirtilen yapının, sabık başkan Barack Obama döneminin en önemli dış politika ürünü olan ancak halefi Donald Trump tarafından başkanlık koltuğuna oturduğu daha ilk günden rafa kaldırılan Trans Pasifik İşbirliği Antlaşması’nın (Trans-Pacific Partnership Agreement-TTPA) yenilenmiş bir formu olduğunu söylemek yanlış olmayacak.

Üye ülkeler arasında ABD’nin yanı sıra, Japonya, Hindistan ile Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, Malezya, Singapur, Endonezya, Filipinler, Tayland, Vietnam ve Bruney bulunuyor.

Söz konusu bu ekonomi bloğunu örneğin TPPA’dan ayıran temel nokta,  bu tür anlaşmalarda vurgulanan çeşitli ürünlere yönelik tarifler değil, aksine temiz enerji alt yapısı, yolsuzlukla mücadele, tedarik zincirlerinin oluşturulması ve dijital ekonomi oluşturuyor.

Listeye görüldüğü üzere, on üye ülkeli ASEAN’dan yedi ülkenin bu yeni ekonomi bloğunda yer alması, bölge ülkeleri ve toplumları açısından bu gelişmenin, yukarıda dikkat çekilen güvenlik ve militarizasyon konusundan çok daha önemli olduğuna kuşku yok. Bu yeni ekonomi blok, Çin’in bölgede bir yandan askeri öte yandan, yukarıda zikredilen ülkelerin bir bölümünün de üyesi olduğu “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik İşbirliği”ne (Regional Comprehensive of Economic Partnership-RCEP) karşı bir alternatif ve karşı duruş anlamı taşıyor.

Bu gelişmenin özellikle, ABD açısından bu şekilde anlaşılmaya elverişli olduğunu kuşku yok. Öte yandan, ASEAN üyesi ülkeler içinse hem Çin, hem de ABD ticaret ortaklıkları bağlamında vazgeçilmez olduğundan, bu gelişmeden her halükârda kazançlı çıkacak olan yine bu bölge ülkeleri olacaktır.

Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus, ABD yönetimi Asya-Pasifik’e verdiği belirtilen önemin askeri boyutunun ötesinde, pragmatik politikalar peşindeki bölge ülkelerinin beklentilerine çok daha uygun bir ekonomi işbirliği antlaşmasını ortaya koymuş oldu.

ABD Başkanı Joe Biden’in yönetime geldiğinden bu yana, Asya-Pasifik bölgesine gerçekleştirdiği bu ilk ziyaret, tezatları içinde barındıran boyutuyla dikkat çekiyor.

Güney Kore ve Japonya’yı kapsayan ziyaret sürecindeki görüşmeler, bölgede silahlanmayı artırmayı teşvik mahiyetinde yaklaşımlara konu olurken öte yandan, bölgenin önde gelen ülkeleriyle yeni bir ekonomik işbirliği alanındaki inisiyatif geliştirilmesine yol açıyor.

Önümüzdeki dönemde alınan kararların pratiğe geçirilmesi kadar, ilgili ülke kamuoylarının ve özellikle, Çin başta olmak üzere Rusya ve AB’nin gelişmelere nasıl karşılık verecekleri yakından izlenmeye değer olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder