Mehmet Özay 13.01.2022
İktidar üzerinden modern Türkiye tarihi incelemesi yapmak, yaygın medya çevrelerinde, siyasi arenada gayet doğal bir eğilim olarak ortaya çıksa da, akademik anlamda henüz bitmemiş, devam etmekte olan mevcut şartlar dolayısıyla, böylesi bir çabayı özellikle de, kapsamlı bir şekilde gündeme getirmeye pek imkân tanımıyor.
Bununla
birlikte, son yirmi yılın azımsanmayacak bir süreç olması, söz konusu bu süre
zarfında ortaya konulan iç politika ve dış politika unsurları ile bu
politikalar üzerinden gündeme taşınan söylemler, modern Türkiye tarihinin
sınırlarını aşıp, Osmanlı Devleti’nin uzun dönemselliği içerisinde ele
alınmasına imkân tanıyan, epeyce bir alanın varlığına işaret ediyor.
Bu
durum, merkez/iktidarın topluma sunduğu maddi ve maddi olmayan imkânlar,
kazanımlar ile sınırlı olmayan, bunun ötesinde bugün karşısında yer alan ve
adına muhalefet denilen bütün ile ve bu bütünün geçmişteki, tarihin farklı
dönemlerinde oluşan köklerine/yapılarına dönük gizli/açık eleştirel tutumları,
yaklaşımları ve söylemleri de içeriyor.
Öte
yandan, tüm çeşitliliğiyle muhalefet yapısının belki de merkez/iktidara göre
daha dağınık, daha gelişigüzel bir şekilde merkezin/iktidarın icraatlar
silsilesine yönelik eleştirilerine tanık olunuyor.
Merkez/iktidar
ile bu merkeze eklemlenen gayri-resmi oluşumların bakış açıları ve yorumları
ile ideolojik bağlamda tüm çeşitliliğiyle kendini muhalefet olarak adlandıran
yapının merkez/iktidara yönelik eleştirilerini bir zenginlik olarak anlamak
mümkün.
Ancak
ülkenin dünüyle bugünü arasında irtibatın henüz bitmemişlik, sindirilememişlik
boyutlarına sahip olması, -her iki veçheden- ötekine yönelik var olan
eleştirellikleri rasyonel belirlenimciliklere ulaştırmak yerine, bir şekilde
güç temerküz etmeye aracı kılınıyor.
Bugünlerde
bazı köşe yazarı/sosyal bilimciler tarafından gündeme getirilen husus yani,
bugünkü siyasal gerçekliğin ve bunun ürettiği eleştirelliğin, Osmanlı’nın
diyelim ki, son kırk yılına tekabül eden dönemle karşılaştırmalı olarak
incelenme eğilimleri dikkat çekicidir.
Bu
durum, tarihin kuru ve kronolojik bir bilgi yığını olmadığının, sıklıkla dönüp
yakından incelenmesi, değerlendirilmesi, anlaşılması ve yorumlanması gereken
olaylar bütünü olduğunun açık bir kanıtı aslında.
Tarihsel karşılaşmalar
Bununla
birlikte, gerek modern Türkiye tarihi gerekse, onun öncesinde Osmanlı
Devleti’nin son kırk yılına tekabül eden karşılaştırmayı yapan, sadece iktidar
çevresi değil.
Aksine,
muhalefet olarak adlandırılan ve içerisinde pek çok farklı siyasal, toplumsal
yapılaşmaları barındıran bütünün de, mevcut iktidara karşıtlık, noktasında
kendilerini tanımladıkları ideolojik veçheden tarihe referansları, ağırlıklı
olarak iktidarı olumsuzlama bağlamında gündeme geliyor.
Her
iki toplumsal çevre yani merkez/iktidar ile muhalefet arasında eleştirellik
boyutunun kırılmaya yol açabilme tehlikesinin temelinde köklerin dayandığı
tarihsel gelişmeleri algılama tarzından kaynaklandığını söylemek gerekir.
Bu
noktada, Osmanlı’da iktidar süreçlerinin hanedanlık üzerinden yürütülmesi ve
bunun uzun süreye yayılması devamlılık gösterirken, sanki hiç bozulma/değişim
olmamışçasına bir algı kendiliğinden ortaya çıkıyor/çıkartılıyor. Ya da, bu
uzun tarihsel süreç kendini, hanedanlık üzerinden, monolitik bir yapı olarak
değerlendirilmeye davet ediyor.
Benzer
bir durumu, Osmanlı’nın yaklaşık son kırk yılını kapsayan dönemde iktidar
gücü/merkezi olan yöneticinin benzeri bir monolitik bağlama oturtulmasında
görmek mümkün.
Geçmişe/tarihe
referans yapmada -ki bunda temelde bir sakınca yok-, bu monolitiklik
tehlikesine düşülebileceği kendini gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Öyle
ki, mevcut yirmi yıllık iktidar, bir modern ulus devlet yönetiminde istisnalar
dışında, oldukça uzun sayılabilecek bir parti yönetimi olarak anlaşıldığında,
karşımıza lider eksenli bakış açısının doğurduğu bir monolitiklik yanılsaması
çıkabilmektedir.
Bir
tekrar olmakla birlikte, bunun temelinde, gizli/açık referans yapılma
eğilimlerinin görüldüğü, Osmanlı’nın yaklaşık son kırk yılını kapsayan dönemle
ilişkilendirmeden kaynaklanan bir durum söz konusu olduğunu vurgulamak gerekir.
Dinamik tarih ve toplumsal aktörlük
Tarihe
bu şekilde yaklaşmanın, bizatihi kendinde bir yanılsama olduğunu açık seçik
ifade etmek gerekir. Tarihi vakaları duygusallıklar/nostaljiler veya donuk bir
bütünlük olarak değil, tıpkı bugün yaşanmakta olan -en azından öyle olduğunu
varsayıyoruz!- rasyonel ilişkiler gibi inişli/çıkışlı, değişmeye -ilerlemeye/gerilemeye
matuf yönelimler olarak değerlendirmek ve bu şekilde anlamlandırmak gerekir.
Geçmişte
olan biten siyasal ve toplumsal ilişkiler ağına bakışta ve değerlendirmede
uygulanacak metodoloji, yorumsama kabiliyeti aslında, bir başka tartışma
evrenine kapı aralıyor. Bununla birlikte, yukarıda kısaca ortaya konulan iki
kutupluluğun neye tekabül ettiğini biraz daha açıklamada işlevsel olacağı
düşünülerek şu hususa değinmekte yarar var.
Mevcut
iktidar yapılaşmasının öncelikle söylemden ziyade, icraatlarıyla kendini
konumlandırdığı yer, zamanla hem içerden gelen talepler ve istekler hem
dışardan gelen eleştirel yaklaşımlar noktasında bir tür hedef seçimine konu
olacak şekilde, modern Türkiye tarihi’nin resmi yazımı ve bu resmi yazıma
çeşitli bağlamlarda eklemlenen unsurlara yönelik eleştiriyi ortaya koyuyor,
hatta tarihsel sebeplerle bunu zorunlu kılıyor.
Geçmişte
kalınan, inkitaya uğrayan/uğratılan süreçlerin yeniden hareketlendirilmesi
çabası bu icraatlarda ortaya konulurken, ardından gelen söylemlerle buna rasyonel
bir çerçeve çiziliyor.
Öte
yandan, temelde modern Türkiye tarihi’nin resmi yazımı, bu süreçte aktif olarak
rol alan, bunu destekleyen ve yeniden üretmeye çalışan çevreler ile -ideolojik
ve popüler olmak üzere-, tüm farklı toplumsal sektörlerdeki destekçilerinin
mevcut iktidarın icraatlarına ve söylemlerine yönelik olarak eleştirilerine
tanık olunuyor.
Ortaya
konulan bu söylem biçimlerinin, zamanla dönüştüğü çatışma ortamının böylesine
yüksek düzeyde sertleşerek devam etmesinde, bugünün sorunları, bunlara yönelik
çözüm önerileri, bunların rasyonel olup olmaması değil -veya bundan öte-, her
iki kesimin de varlıklarını geçmişte, tarihin bir tarafında oluşmuş bakış
açılarına, kendilerine kök olarak belirledikleri, konumlandırdıkları siyasal
gerçekliğe dayandırma arzuları belirleyici olmaktadır.
Bu
durum, yakın geçmişi anlamada, ülke olarak -Doğu’da ve Batı’da, muhtemelen
benzer kırılmaları, değişimleri yaşamış, tecrübe etmiş diğer modern ulus-devletler
için de geçerlidir-, ne denli büyük açıklar/zaafiyetlere sahip olduğumuzu
ortaya koyduğu gibi, aynı zamanda entelektüel yaratıcılığa, siyasal
alternatiflere zemin hazırlayabilecek, gayet münbit bir tartışma ortamının da
halen sürdürülebilmesine imkân tanımasıyla dikkat çekiyor.
İç/öz-eleştirellik
Her
iki durumun da zaafiyeti olarak dikkat çeken husus ise, iç/öz-eleştirellikten
uzak durmalarıdır. Aslında, böylesi bir iç/öz-eleştirelliğin olmamasının,
varoluşsal bir neden olduğu ileri sürülebilir. Ve bu varoluşsallığın popüler
anlamda, ideolojik kazanımlara endekslendiğinden hareket edildiğinde, böylesi
bir yol izlemenin yani, kendine dönük eleştirelliği gündeme taşımamada bir
haklılık payı olmadığı söylenemez.
İktidar
ve muhalefet gibi kabataslak iki genel toplumsal yapı arasında, bir süredir
yaşanmakta olan eleştirel tutumun ya da kimlerinin dikkat çektiği üzere, çatışma
dilinin temelinde bunun yattığını ileri sürmek mümkün.
Nihayetinde
ortada var olan bir imkânlar/çıkarlar silsilesi ve bu imkânlar/çıkarlar
silsilesinin popüler yani, halka dönük yüzünün sürekli kazanımı arzulaması ve
bunun politik bünye için bir zorunluluk arz etmesinin, bunu arzulamasının
getirdiği zorunluluk, iç/öz-eleştirelliğe imkân tanımıyor.
Yukarıda
dikkat çekilen her iki siyasal/toplumsal yaklaşımın rasyonel bir zeminde var
olması gerektiğini vurgulamakta yarar var. Öyle ki, sosyal olanın değişmeci
yönünün her daim var olduğu, değişmeyi yöneten iç/dış ve hatta, aynı aktörlerin
dönemler içinde birbirinden ayrışan eylemleriyle/aktörlükleriyle farklı
yönelimlerin sergilenebildiğini unutmamak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder