Mehmet Özay 08.01.2022
2 Ocak’tan bu yana, “Kazakistan’da olan biten nedir?” diye sorulduğunda karşımıza, toplumsal bir huzursuzluğu ve bunun siyasal bir krize doğru evrilmekte olduğu gerçeği çıkıyor. Ancak gerçek bununla da sınırlı değil…
Kazakistan’da ülkenin yarısında etkili olan toplumsal
ayaklanma hali karşısında güvenlik güçlerinin yetersiz kalması üzerine
Kollektif Güvenlik Antlaşması Organizasyonu (Collective Security Treaty
Organization-CSTO) adıyla bilinen ve içinde Rusya’nın da bulunduğu yapıdan
destek talep edildi.
Belki de burada, söylenmesi gereken ilk husus hiç kuşku
yok ki, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasının 30.
yılında, bölgenin önemli ülkelerinden Kazakistan’ın dönüp dolaşıp eski egemen
gücün omurgasını oluşturan, günümüzdeki Rusya’dan yardım isteyecek durumda
olmasıdır.
Ülkede yaşanan toplumsal ayaklanma halinin neden olduğu
krizle mücadelede, ulusal güvenlik yaklaşımında ortaya çıkan zaafiyet,
Kazakistan devlet yetkililerini Rusya’yı, “meşru gerekçeleri ortaya koymak
suretiyle” göreve çağırması gibi gayet manidar bir duruma yol açtı.
Bu manidarlık, Soğuk Savaş dönemi siyasal gerçekliğini
psikolojik ve sosyolojik hatırlatmaları beraberinde getirirken, günümüz
jeo-politik ortamında Rusya’nın, Orta Asya’da sürdürülebilir bir güç zeminine
sahip olduğunu ‘bir kez daha’ ortaya koyuyor.
Bu çerçevede, bu kaostan kurtulmanın yolu olarak,
Kazakistan devlet yetkilileri, eski egemen güç Rusya’yı yardıma çağırırken, bu
ülkede olan biteni iyi değerlendirmek gerekiyor. Rusya’nın kendisinden beklenen
‘çağrıya’ olumlu cevap vermesi, bölgedeki jeo-politik ve jeo-stratejik öneminin
bir kez daha ve somut bir şekilde ortaya çıkması anlamı taşıyor.
Bölgede bir diğer güç inşası sürecini yönetmeye çalışan
Çin’den gelen tepki de önemlidir. Çin devlet başkanı Şi Cinping, Kazakistan
devlet başkanı Kassym Jomart Tokayev’in toplumsal kaosa karşı mücadelesinde destek
verdiğini söyledi.
Pekin yönetiminin özellikle Kara İpek Yolu veya Kuşak-Yol
Projesi’nde gayet önemli bir yeri ve bu çerçevede önemli yatırımları olan
Kazakistan’daki gelişmelere seyirci kalmayacağı da ortadadır.
Bir diğer gerçek, adına Türk Cumhuriyetleri denilen
bütünün, kendi içinde var olan-üyesi olduğu Kazakistan’daki gelişmelere
doğrudan, yapıcı bir etkileşime girme konusundaki çekimserliğidir.
Kazakistan’da ne oluyor?
Kazakistan’da yaşanmakta olan kaos’un salt gündelik
yaşamı derinden etkilediğine kuşku olmayan zamlarla açıklamak pek mantıklı
değil.
Tıpkı diğer Orta Asya Türk Cumhuriyetleri gibi Kazakistan
da, Soğuk Savaş döneminin fiilen (de facto) bittiğinin ifadesi olan
siyasal dönüşümleri yaşamış bir ülke(ydi).
Dönüşümün adı, komünist rejimle yönetilen SSCB’nin
organik bir parçası olan coğrafyaların, teker teker özerk yapılardan bağımsız
ulus-devletlere dönüşümüne tanık olunmuştu.
Aslında 1980’lerin sonu, 1990’ların hemen başında Doğu
Bloku adıyla anılan komünist rejimlerin çöküşü, gecikmiş bir sömürgecilik
dağılımına işaret ediyordu. Söz konusu bu dağılım kadar, ne Batı’da ne de bu
coğrafya ile milli, dini bağları olan ülkelerce fark edilebilmiş olması da
gayet önemli bir süreç olarak o dönem dikkat çekmişti.
Tıpkı başka coğrafyalarda, Batı’nın bir diğer ideolojik
yarısınca hakim olunan topraklarda yaşanan sömürge sonrası dönemlerde olduğu
üzere SSCB’nin dağılmasıyla da, terk ettiği düşünülen sömürge rejimi
devamlılığını sürdürecek kurumsal yapılarını, aktörlerini, ilişkiler ağını
bırakarak bir tür gizli/görünmeyen (invisible) sürecin işlemesine imkân
tanımıştır.
Bu çerçevede, rejimin adı değişse de, yeni rejimi
kuranların ve sürdürenlerin, bir önceki dönemdeki aynı/benzer kadrolar olması
içselleştirilmiş bir sömürgeciliğin varlığına işaret ediyordu.
Ancak, sayısal olarak sınırlı ancak etkin olduklarına
şüphe olmayan bu kadrolarla gelişmeyi anlamlandırmak gayet mümkün değil. Bu
gücün yapısı kadar, geniş toplum kesimlerinin, var olan değişim potansiyelini
nereye doğru yönelteceğinin farkında olup olmaması da, gayet önemlidir.
Bugün kısmi bir ayaklanma halinde ortaya çıkan ve sivil
kesimleri ordu ile karşı karşıya getiren süreçte toplumsal hareketlerin
doğasında olduğu üzere ekonomik nedenlerin başat rol oynaması şaşırtıcı değil.
Bununla birlikte, gelişmeyi salt ‘maddi’ temeller üzerinde değerlendirmek te,
konuyu ele almaya çalışanları indirgemecilikle karşı karşıya bırakma tehlikesini
içinde barındırıyor.
Konu Kazakistan ancak tartışma bir ülke, bir bölge
ilişkilerinin anlamlandırılması gibi gayet önemli bir alanla irtibatlı olması
nedeniyle, Türkiye’deki bazı kesimlerin de ortaya koyduğu üzere farklı
veçhelerden değerlendirilmeyi hak ediyor.
Medyanın gerçeklik vurgusu(!)
Bugünlerde, bazı gazetecilerin Kazakistan’daki
gelişmeleri ele alış biçimlerinin tekil bir hadise olarak bu Kazakistan
olaylarının ötesinde anlamlar içeriyor. Bu noktada, vurgu Türkiye’de Orta Asya
özelinde yaşananlara karşı bilgi edinimi/dağıtımı süreçlerinde yaşanan sorun
üzerinden değerlendiriliyor.
Ancak bununla birlikte, bugün olan biteni anlamak için,
birikimsel bilgiden yoksunluk gerçeğinin bizi, bu anlama sürecine ne kadar
yaklaştırabileceği ise gayet kuşkulu.
Kazakistan’da yaşanmakta olan kaos olgusu, haklı olarak
ülkemizde bazı gazeteciler vasıtasıyla geniş okur kesimlerine ulaşıyor. Bu
nedenle, bölgeyi teneffüs etmiş, zamanında oralarda bulunmuş, dönemin ileri
gelenlerinden bölgeyle ilgili gelişmeleri dinlemiş gazetecilerin bu Kazakistan
konusunda yazmalarının önemine kuşku yok.
Bununla birlikte, verilmek istenen mesaj ise
Kazakistan’la ve bu ülkedeki gelişmelerle ilgili bilgimizin olmadığıyla
alâkalı! Bir gazeteci tespiti olarak kısmen doğru bir yaklaşım…
Küresel medyanın veya bunun ülkemizdeki muadili
haberlerin sıradanlaştırma eğilimleriyle verilen haberlerin Kazakistan
örneğinde olduğu gibi, yerel, bölgesel ve küresel olan bitenlere dair kapsamlı,
tutarlı, rasyonel görüşler oluşturmasını beklemek mümkün değil.
Çünkü medyanın genel eğilimleri içerisinde, sahip olduğu
doğası böylesi bir yaklaşıma elverir bir nitelik taşımıyor.
‘Profesyonel’ gazetecilerin profesyonelleşmek isteyen
yeni yetişmekte olanlara öğütlerinin başında gelen, “sıradan halkın
anlayabileceği şekilde yaz, az yaz, detaya girme vb. tarzında bir metodolojik yoksunluk
yaklaşımı sergilemelerinin, bizatihi medya olgusunun bir dizi anlamsızlıklar
girdabına kendini kaptırmış olduğunu açık seçik ortaya koyuyor.
“Genel izleyici kesimi”nin anlama kapasitesinin ne
olduğunu gizli/açık ortaya koyan bu yaklaşım, medya kurumunda ‘uzmanı dahi
olsa’ ele alınacak meselenin kapsamlı bir şekilde ele alınmasını değil, sanki
anlaşılmamasına yol açacak bir şekilde sunulmasını istiyor, hatta zorluyor.
İçerden olanların yakinen bildiği gibi, gayet pahalı bir yatırım-işletim
olan medya kurumunun, bu harcamalara ve emeklere rağmen, paylaşabildiği
bilgiden değil, enformasyon kırıntılarından bahsedilebilir olsa olsa.
Nihayetinde bu da, bireyler için gündelik tüketim
cetvelinde yer almaktan başka bir işe yaramayan olguların, tüketimcilik
nesnesine dönüştürülmesinden öte bir anlam taşımıyor.
Dolayısıyla, özelde gazeteciliğin genelde medyacılığın
özünde yer alan popülerlik ve bunun üzerine inşa edildiği polemikçilik bize, ne
ulusal ve bölgesel ne de, küresel olan bitene dair kapsamlı, anlaşılır,
rasyonel, kalıcı bilgi ediniminin yollarını açıyor.
Yazılı ve görsel medya organlarının kendi iç
mekanizmalarıyla gizli/açık, “işin ehline uyguladığı ambargo” da cabası…
Objektiflik iddiasındaki bu kurumsal yapının, işi
bilenlerle değil de, bilgiyi “polemikçiliğe” devşirmekle iştigal edenlerle
yürütme çabasının doğurduğu sonuçların neler olabileceğine örneğin bugün,
Kazakistan meselesinde de yakinen tanık oluyoruz.
Bugün de, sayısı birkaç geçmeyen bazı gazetecilerin
ifadesiyle, “Biz zaten Kazakistan hakkında ne biliyorduk ki, bugün olan biteni
anlayabilelim” anlamına gelecek ifadelerle ülkemizdeki enformasyon ile bilgi
arasındaki farka gizli/açık dikkat çekiyor.
Bununla birlikte, genel anlamda Orta Asya Türk
Cumhuriyetleri, özelde Kazakistan konusunda konuşması gereken hem de uzun
boylu, etraflıca genelinden özeline, özelinden geneline kadar konuyu ortaya
koyması gereken araştırmacı-akademisyenler olmalı gerçeğinin yerli yerinde
kullanılması icab ediyor.
Kazakistan’da olan bitenlerin ülkedeki ekonomik ve
toplumsal iç dinamikler kadar, bölge ülkeleri özellikle de Rusya ve Çin
özelinde güdülen jeo-stratejik ve jeo-ekonomik bağlamlarıyla da ele alınmayı
hak ediyor. Gelişmeleri analiz edebilmek için bölgeyi yakından ele almanın ve
bölgede olmanın sadece bu ülkenin, bir Türk Cumhuriyeti olması ile sınırlı
olmayan bir yönü olduğunu açıkça vurgulamakta yarar var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder