Mehmet Özay 20.01.2022
ABD ile Çin halk Cumhuriyeti arasında var olan çatışmacı söylem özellikle, Tayvan sorunu nedeniyle, Soğuk Savaş dönemi şartlarını andıran boyuta gelip dayanmış durumda.
Söz konusu bu gelişme, Japonya’dan Avustralya’ya kadar
geniş Asya-Pasifik bölgesinde ve özellikle de, ASEAN ülkeleri tarafından
yakından takip ediliyor.
Bu çerçevede, dün yani, 19 Ocak’ta Çin Halk
Cumhuriyeti’ne bağlı özerk yönetim bölgesi Hong Kong’da düzenlenen “3. Hong
Kong ABD-Çin İlişkileri Forumu”, konunun güncelliğini ve de önemini koruduğunu
gösteriyor.
Forum’da, iki küresel güç arasındaki ilişkilerin çeşitli
boyutları kadar, Doğu Asya’da Tayvan sorunu da gündeme getirildi.
Tayvan sorunu ve çatışma ihtimali
Bu noktada, ‘Tayvan sorunu’nun diğerleri arasında sahip
olduğu önem açısından öncelikli olduğunu söylemek mümkün.
Küresel siyaset içerisinde konuya baktığımızda Çin
yönetiminin, en son Nikaragua örneğinde olduğu üzere, Tayvan’ı yalnızlaştırma
politikasına tüm gücüyle devam ediyor. ABD ise, ‘Tek Çin Politikası’nı
benimsemekle birlikte, ‘demokratik’ Tayvan’ı gizli/açık desteklemeyi
sürdürüyor.
Gelişmelerin askeri boyutu ise daha bir tedirgin edici
mahiyet taşıyor. Öyle ki, ABD ile Çin’e bağlı deniz ve hava kuvvetlerinin
Tayvan Boğazı’ndaki varlıkları ve etkinliklerindeki artış, Tayvan’ın var olan
askeri gücünü destekleyici gelişmeler, sıcak çatışma ortamının her an ortaya
çıkabileceği görüşünü kuvvetlendiriyor.
Bu yönde bir gelişme olmaması, tüm sorunlarına rağmen, Asya-Pasifik
bölgesinde siyasal ve ekonomik yapılaşmanın teminatı olan güvenliğin devamlılığı
açısından gayet önemli.
Bununla birlikte, ABD ve Çin arasında olası bir çatışma
halinin sadece, Tayvan hava sahası ve kıta sahanlığı ile sınırlı olup
olmayacağı tartışmaya açık. Bununla birlikte, her iki gücün de açık ve yaygın
bir çatışmayı göze alamayacakları da ortada.
Her ne kadar, Asya-Pasifik bölgesinde ittifak
oluşumlarına bakıldığında ABD’nin kayda değer bir önceliğe ve öneme sahip
olduğu gözükse de, özellikle bir bölgesel bir blok olarak ASEAN’ın böylesi bir
süreci onaylamayacağı kesin.
Nihayetinde ASEAN’da, bölgesel birlik olma idealinin
temelinde tek tek ülkeler kadar, bütün bir bölgeyi güvenlikli kılma düşüncesi
büyük önem arz ediyor.
‘Soğuk Savaş’ söylemi ve farklılaşması
Bu noktada, ABD-Çin arasında var olduğu gözlemlenen ve bölgede
“21. yüzyıl Soğuk Savaşı” olarak adlandırılan gelişmenin aslında, Soğuk Savaş
kavramının 1950’lerden 1980’lere kadar ABD-SSCB arasında var olan boyutundakine
benzer şekilde, sadece iki ülkenin siyasi ve ekonomik çekişmesinin bir ürünü
saymak mümkün değil.
Burada, ABD’nin kendi değerleri üzerinden bölgede var
olma stratejisi değil aksine, Tayvan merkezli bir yaklaşımın öne çıktığı
görülmektedir. Bu noktada, iki temel argümandan bahsetmek gerekiyor.
Birincisi, temelde Tayvan kendisini uluslararası arenada,
asıl Çin devletinin temsilcisi kabul ediyor. Bu durum, Tayvan’ın sadece ayrı
bir toprak parçası üzerinde yükselmesiyle ve bu anlamda sahip olduğu teritoryal
farkla bağlantılı değil.
Aksine, bunun yanı sıra ve/ya bundan daha çok, siyasal
ideoloji ve rejim açısından Pekin ile Taipei arasında keskin ayrımların var
olmasıdır. Yani, Çin’de tek parti/komünist rejimi hakimiyetine karşılık,
Tayvan’da Batı Avrupa/Kuzey Amerika modelinde bir demokratik sistem mevcuttur.
İkincisi, Tayvan
halkının Ana kıta Çin’in argümanları ekseninde birleşme çağrılarına, nüfusun
yaklaşık dörtte bir oranında yüksek sesle ‘hayır’ demesine karşılık, bu
birleşmeye yine benzer bir oranda ya da bundan daha az bir oranda ‘evet’
denmesidir.
Aslında, bu iki temel ayrıma karşın, belirleyici olanın
geri kalan, neredeyse nüfusun yarısı oluşturmaktadır. Bir anlamda, Tayvan
halkının ‘sessiz çoğunluğu’ karar merciinde bulunmaktadır.
De facto bağımsızlık ve demokratik Tayvan
Doğu Asya’da Çin ve Tayvan arasındaki farkı ortaya koymak
amacıyla, Ana kıta Çin denilerek Çin Halk Cumhuriyeti’ne yapılan referansa
karşılık, de facto bağımsız bir ülke niteliğindeki Tayvan kendini,
‘asıl’ Çin’in temsilcisi kabul ediyor. En azından, 1949 yılından bu yana
yaşananlara bakıldığında bunun -inişli, çıkışlı bir süreçte olsa, böyle bir
gelişime bağlı olduğu görülmektedir.
Tayvan’ın 1949’dan bu yana, de facto bağımsızlığı
konusunda özellikle, tek lider/tek parti döneminin ardından, 1987 yılında başlayan
demokratikleşme dönüşümünde, 1996 yılında devlet başkanının doğrudan seçimle iş
başına gelmesi Ada tarihinin dönüm noktası oldu.
Tayvan yönetiminin ve halkının süreçte, giderek kendini
Batılı demokratik değerlerle örtüştürmesi ve bunun toplumsal alt yapısını
başarılı bir şekilde yapılaştırması, Pekin ve Taipei arasında bugün var olan
keskin kırılma hattında makasın açılması anlamı taşıyor.
Tek lider/tek parti döneminde, bölgedeki benzer ülkelerde
de rastlanan “otorkrat” yönetime karşın, ortaya konulan ekonomik kalkınma ve
özellikle, sanayileşme sürecinin ülke toplumsal yapılaşmasına yansımasının
giderek güçlü bir demokratikleşme olmuştur.
Tayvan’da ortaya çıkan bu durum, ABD’nin neden Doğu
Asya’da, Tayvan üzerinden Çin’le çatışmacı bir siyasetin içinde olduğunu da
ortaya koymaktadır.
Bir kez daha tekrarlamakta yarar var ki burada, ABD
öncelikli bir Tayvan’dan bahsetmek mümkün değil. Tam aksine, kendinde bir
demokratikleşme ve bunun toplumsal, siyasal, ekonomik alt yapısını oluşturmuş
bir Tayvan’dan bahsediyoruz. Bir başka deyişle, siyasal aktörlüğüyle öne çıkan
Tayvan…
Egemen Çin, savunmacı Tayvan
Çin-Tayvan ilişkilerinde sürecin tehditlerle dolu
çatışmacı bir sürece girmesinde kırılma noktasının 2013 yılında, Şi Cinping’in
devlet başkanlığı koltuğuna oturması ile başlayan süreci belirlemek gerekiyor.
Şi Cinping, Çin’in o döneme kadar ulaştığı ekonomik
kalkınma sürecini bir sonraki aşamaya taşımada yeni ve alternatif açılımları
gündeme getirirken, bunun siyasal plândaki projelerini ve getirilerini de
hesaba katmış gözüküyor.
Bu durum, bir yandan özellikle Hong Kong ve Tayvan gibi
iki bölgede tam bir siyasal hakimiyet sergilemek istemesiyle ortaya çıkıyor.
Bununla birlikte, Hong Kong özerk bölge statüsü taşırken, Tayvan de facto
bağımsız bir ülke niteliğinde.
Özellikle, 2019 yılından bu yana yaşanan gelişmeler
bakıldığında, Hong Kong’un sahip olduğu ‘özerk yapısı’na eşlik eden ve bazı
anlaşmalarla, bir anlamda sözde teminat altına alınan, demokratik yapısının
korunması yaklaşımından geriye, pek de fazla bir şey kalmadığı gözüküyor.
Tayvan ise, 2016 yılında yapılan seçimlerle iktidara
gelen Demokratik Gelişimci Parti (Democratic Progressive Party-DPP)
lideri, başbakan Tsai Ing-wen’in, Pekin’den gelen siyasal rüzgâra dirençli
politikalarına konu oluyor.
2016 seçimlerinde gizli/açık bağımsızlık söylemini
sahiplenen DPP’nin iktidar olmasında, yukarıda dikkat çektiğimiz Tayvan
halkının sessiz çoğunluğunun kararı olmuştur. “Sessiz çoğunluğun” bu siyasi
kararının ardında, Şi Cinping’in her şart ve koşulda Tayvan’ı kendi bünyesine
katma düşüncesini yüksek sesle dile getirmesi yatmaktadır.
Yazının girişinde bahsettiğim, Hong Kong’da dün
gerçekleştirilen Forum, önemli bir sürece işaret ediyor. Bu süreç, bir yandan
ABD-Çin arasında çatışması ortamın veya kimi çevrelerin ortaya koyduğu üzere,
Soğuk Savaş atmosferinin kendini fazlaca hissettirdiğine işaret ediyor.
Öte yandan, bölge ülkelerinde bu ve benzeri akademik ve
entelektüel etkinliklerin varlığı, aynı zamanda Doğu Asya’da Tayvan sorununun
sadece, ABD ve Çin gibi iki küresel güç arasında kalmadığını gösteriyor.
Aksine, bölge ülkelerinin de siyaset dünyası, akademi ve
araştırma kurumlarıyla süreci en doğru şekilde anlama ve tüm bölgede barış ve
güvenlik eksenli yapılanmanın hakimiyetini tesis yönünde çaba sergilemelerine
yol açıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder