29 Temmuz 2017 Cumartesi

Çin’de Tiananmen mirası öldü / The Tiananmen ‘heritage’ passed away

Mehmet Özay                                                                                                 28.07.2017

Çin’de aktivist ve nobel ödülü sahibi 61 yaşındaki Liu Xiaobo, ay ortasında on bir yıllık hapis cezasını çekmekte olduğu ülkenin kuzey doğusundaki bir cezaevinde hayatını kaybetti. Liu’nun kaybı, Tiananmen mirasının da bir anlamda kaybolması anlamı taşıyor. Liu adı, ülke içerisinde sadece elitist bir çıkış değil, Tiananmen ruhunun ortaya koyduğu üzere, ülke genelinde siyasal ve toplumsal düzene yeni bir soluk getirecek bir çabanın da adıydı. Bu nedenle Liu’nun kaybının, hiç kuşku yok ki, ülkenin dört bir köşesinde benzer siyasal ve toplumsal açılımları paylaşan kişiler, gruplar ve hatta etnik yapılar tarafından da paylaşıldığını söylemek mümkün. Nihayetinde başkan Şi Cinping özgürlüklere gem vururken bunda din ve etnik yapı farkı yapmadığı ortada.

Liu’nun son dönemde ülkedeki temel insan hakları ve siyasal özgürlüklere dokunan çıkışı Çin yönetimi üzerinde önemli bir etki ve endişe oluşturmuş olmalı ki, cenazesinin gömülmesine bile izin verilmedi. Aksine, ailesinin arzusu hilafına cenazesi bir krametoryumda yakılarak külleri denize döküldü. Çin yönetiminin Liu’nun mezarına dahi tahammül göstermemesi, onunla aynı idealleri paylaşanların somut anlamda onun mezarına ziyaretini engellemek ve bu tür ziyaretlerin neden olacağı toplumsal ilhamın önüne geçmekti.

Liu’nun varlığıyla sembolleşen Tiananmen olgusunun yeni nesillerle buluşmasına olanak tanıyacak tüm araçları ortadan kaldırma eğilimini güçlü bir şekilde ortaya koyan Çin yönetimi, Liu’ya bir mezarı bile çok görerek, aslında Tiananmen ruhunun ortadan kaldırılması çabasına bir yenisi daha eklemiş oldu. Çin yönetiminin Liu’nun ölümünü iki gün gecikmeyle kamuoyuyla paylaşması bile, ekonomik liberalizmin liderliğine soyunan Çin’in bir ölünün öncelikle kendisine, yakınlarına ve ardından geniş kamuoyuna saygısının ne denli  sorunlu olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Çin’de yönetimin demokratikleşmesi adına çalışmaları ve faaliyetleriyle tanınan ve eski bir öğretim üyesi olan Liu, Tiananmen gösterilerinin bastırılması sırasında hayatta kalmayı başarsa da, 1999 yılında komünist rejimi değiştirme suçlamasıyla aldığı on bir yıllık hapis cezasına çarptırıldı. Geçen Mayıs ayında gecikmiş akciğer kanseri tanısına rağmen, Çin yönetiminin sağladığı tedavi koşulları eleştirilirken bazı Batılı ülkelerin tedavi konusundaki yardım yaklaşımlarını da geri çevirerek insani platformda kapıları taker taker kapattı.

Yılın hemen başlarında Davos’ta gerçekleştirilen küresel ekonomi toplantılarında dünyaya liderlik mesajı veren başkan Şi Cinping, ekonomik kalkınmışlığa referansla bir tür göz boyama eylemine soyunurken, Liu gibi bireylere reva görülen uygulamalara imza atmaktan da geri durmamasıyla bir çelişki abidesi olarak ortaya çıkıyor. Liu’ya Nobel barış ödülünü sunan kurum vefatı sonrasında bunun sorumluluğunun Çin devletine ait olduğu yolundaki açıklamasıysa kayda değer bir gelişmeydi. Bununla birlikte, devlet başkanı Şi Cinping ve devletin bu türden uygulamalarının kurbanının Liu ile sınırlı olmaması Çin’deki gelişmelerden endişe edilmesinin süreklilik kazanmasına neden oluyor.

Bu ayın başlarında, G-20 toplantılarında gelişmiş ve demokratik ulusların temsilcilerinin konuyu açıkça gündeme getir/e/memeleri ise, geniş anlamıyla haklar ve özgürlükler konusunda Çin yönetiminin baskıcı politikalarını uluslararası çevrelere kadar genişletmekte olduğunun bir kanıtı olarak algılanabilir. Bu noktada, kimi araştırmacılar, devlet başkanı Şi Cinping’in uluslararası ortamlarda sergilediği güler yüzlü imajına rağmen, mevcut başkanlar arasında insan hakları konusunda en ağır uygulamalara imza atan lider olarak anıyorlar.

Liu, demokrasi talebi ve yanlısı çabalarıyla 2010 yılında Nobel barış ödülüne layık görülmesine rağmen, Oslo’daki törene katılamamıştı. Ancak şahsına saygı anlamında bir sandalyenin boş bırakılması bile Çin yönetimini tepkiye sevketmeye yetmişti. Çin yönetimi, Nobel komitesinin bu kararını, komünist partiye karşı girişim kabul ederek bunun  faturasını Norveç hükümetine kesmiş ve ekonomik işbirliğinde neredeyse ilişkileri askıya almıştı. Liu ödül için Oslo’da bulunamasa da, onun adına okunan konuşma metninde Çin’in bir gün özgürlükler noktasında arzu edilen yere geleceği bir ülke olacağı yönündeki inancını gündeme taşımıştı.

Liu’nun son yıllarında reva görülen uygulama ve nihayetinde hayatını bir esir olarak hücrede kaybetmesi, bugün Çin gençliğinin Tiananmen olgusuyla karşı karşıya getirilmekten sakınılmasının bir sonucudur. Bununla birlikte, söz konusu bu durum, benzer durumdaki diğer aktivist ve hak yanlısı kişi ve grupların neye maruz kaldıkları kadar, ülkenin sorunlu alanları olarak dikkat çekilen Tibet ve Uygur gibi özerk bölgelerde neler yaşandığına da güçlü bir gönderme yapan bir gelişmedir. Öte yandan, Liu’nun ölümü, son dönemde küresel basının gündemine sıklıkla gelen Hong Kong’da özerk yönetim taleplerinin neden ve niçin çok daha güçlü bir şekilde dillendirilmesinin veya Tayvan’da geniş kamuoyunun Çin ana kıtasıyla yeniden birleşme konusunda niçin çekimser bir tavır takınmasının nedenini oluşturuyor.

Liu’nun ardından demokrasi ve özgürlük yanlılarının sadece Batılı liderlerden bir cümle de olsa demeç beklentilerinde olması da günümüzde küresel toplumun değerler noktasında içaçıcı bir durumda olmadığının bir diğer göstergesi.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder