Mehmet Özay 19.07.2017
Geçen bir hafta boyunda ABD-Japonya ve Hindistan hava ve deniz kuvvetlerine
bağlı birliklerin katılımıyla ‘Malabar 2017 deniz tatbikatı’ adı verilen ve
Hint Okyanusu’nda gerçekleştirilen tatbikat, Asya-Pasifik’de yeni düzen
arayışlarında söz konusu bu denizin önemini bir kez daha ortaya koyuyor.
1990’lı yıllardan itibaren giderek önem kazanmaya başlayan ABD-Hindistan
askeri işbirliğinin bugün geldiği nokta, bu iki ülkenin dışında Asya-Pasifik’in
en önemli ülkelerinden ve Amerikan’ın vazgeçemeyeceği müttefiki Japonya’nın
katılımıyla yeni bir evreye giriyor. Gözler, ABD ve müttefiklerinin Kore
Yarımadası’nda her an ortaya çıkabilecek sıcak bir gelişmeye çevrilmişken, bu
tatbikat güvenlik meselesinin sadece Kore yarımadasından hareketle Doğu Asya
ile sınırlı olmadığını gösteriyor.
Asya-Pasifik’te tehdit algısı
Kuzey Kore’yle en yakın ilişkilere sahip ülke konumundaki Çin’in hem bu
süreçte hem de doğrudan kendisinin özne olduğu doğu ve güney Çin denizlerindeki
teritoryal genişleme politikası nedeniyle ABD ve bölgedeki müttefiklerinin yeni
politikalar geliştirmesine yol açıyor. Bu sürecin ekonomik ayağını,
hatırlanacağı üzere Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) ile Obama yönetimi
attı. Her ne kadar, Donald Trump yönetiminin ilk günü bu anlaşmayı rafa kaldırdı.
ABD’de Trump yönetiminin TPPA konusunda ‘basiretsizlik’ olarak adlandırılan
bu politikası sonrasında gözler büyük ölçüde güvenlik politikalarında. Trump
yönetiminin, Japonya ve Güney Kore’yle askeri işbirliklerinde ABD aleyhine
gelişen mali sorumluluktan şikayet etmesiyle, Asya-Pasifik bölgesinde Amerikan
varlığını geri mi çekiliyor sorularının gündeme gelmesine neden oldu. Bu
noktada, uluslararası ilişkilerin süprizlere gebe veya bir başka ifadeyle
niyetlenilmemiş sonuçlar doğurabileceğine bir kez daha tanık olundu. Bu anlamda
Kuzey Kore’nin genç liderinin füze ihtirası, ABD’nin çok daha geniş çerçeveli
bir deniz güvenlik politikasını hayata geçirmekte olduğunun ipuçlarını veriyor.
ABD Asya-Pasifik’te ittifakı
alanını genişletiyor
Bu gelişme, ABD yönetiminin küresel ekonomik ilişkilerde içe kapanmacı
yönelimine rağmen, güvenlik politikalarında kendini Asya-Pasifik bölgesinden
ayır/a/mayacağını bir kez daha kanıtlıyor. ABD’yi, Asya-Pasifik bölgesinin
doğu-batı ekseninin iki ucunda yer alan Hindistan ve Japonya ile yan yana
getiren bu askeri işbirliğinin, bölgede yeni ve önemli bir başlangıç olduğuna
kuşku yok. Tatbikata ABD adına dünyanın en büyük uçak gemisi ile Japonya’ya ait
nükleer deniz altının katılması katılması, tarafların bu sularda faaliyetlerini
ne denli ciddi boyutta olduğunu da ortaya koyuyor.
Bu noktada, 2. dünya savaşı sonrası şartlarda ordu yapılaşması
kısıtlandırılan Japonya ile Asya kıtasında sahip olduğu potansiyel gücü
somutlaştırma yönünde kararlı adımlar atmaya niyetlendiği gözlemlenen
Hindistan’ın ABD ile böylesine stratejik bir askeri işbirliğinde biraraya
gelmeleri kuşkusuz ki, sadece bölge dengeleri açısından değil, dünya dengeleri
açısından da oldukça önemli. Bu bağlamda, üç ülke deniz kuvvetlerinin biraraya
getiren tatbikatla ilgili yapılan açıklamada, “askeri bağların
derinleştirilmesi”nin amaçlandığıyla ortaya konuyordu.
Temelleri 1990’lı yılların başlarında, ülkenin ekonomik dönüşümününün
babası olarak da tanınan dönemin Hindistan başbakanı Narasimha Rao’nun Hindistan-ABD işbirliğine dayanan bu süreç iki
yıl önce, yani 2017’de Japonya’nın da askeri işbirliğine katılmasıyla yeni bir
formatif yapı oluşuyor. Bu işbirliğinin, bugün somut bir şekilde tatbikatla ortaya
konmasıyla da, kendi içinde istikrarlı bir gelişme gösterdiği söylenebilir. Bu
üçlü ittifakın en yakın destekçilerinin Avustralya ve Singapur olduğunu da
ekleyelim. Unutulmamalı ki, günümüz uluslararası ilişkiler yapılaşmasında,
örneğin Singapur gibi, artık görece küçük kabul edilen ülkelerin bile yeri
geldiğinde küresel güvenlik ve askeri politikalarında kayda değer jeo-stratejik
rol oynayabileceği ortaya çıkmaktadır.
Bölgesel güç oluşumları
Bu işbirliği kimilerinin ileri süreceği gibi, salt ABD çıkarlarıyla
ilintili değil. Aksine, en az ABD kadar, Japonya ve Hindistan’ın da bu
işbirliğinden kendi paylarına büyük yarar ve çıkarlar gördüklerine kuşku yok.
Çin’in dünyanın doğu yarısında tarihsel, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik
öneme sahip denizlerdeki varlığını meşrulaştırmaya yönelik ‘deniz ipek yolu’
projesinin salt küresel ticareti yapılandırmaktan ibaret olmadığı, bir ayağının
da güçlü bir şekilde güvenlik alanıyla ilintili olduğuna işaret etmek gerekir.
Öyle ki, Çin’in bu deniz yollarıyla ilgili politikalarını, yakın döneme kadar
büyük eksikliğini duyduğu deniz yolları üzerindeki ülkelerle işbirliğini
öncellemeyi hedefleyen ‘mavi-sular stratejisi’yle gündemine almıştı.
Bu çerçevede, Çin’in doğu ve güney Çin denizindeki sivil ve askeri
yapılanmaları ve bölge ülkeleriyle askeri işbirlikleri bir yana, doğrudan Hint
Okyanusu’na açılan Myanmar, Bangladeş, Pakistan ve Sri Lanka ile demiryolları,
petrol boru hatları gibi daha çok ekonomik yatırımlar şeklinde gündeme gelen
işbirliğinin, yeni liman inşaatları ve mevcutlarının konsolidasyonu gibi askeri
yönünün öne çıktığı söylenebilecek işbirlikleri, bu okyanusta sularının da
yavaş yavaş ısınmakta olduğunun habercisi. Geçen hafta, Malabar deniz
tatbikatının sürdüğü sırada Çin’in Cibuti ile yaptığı ve 2026 yılına kadar
onbin kişilik askeri varlığıyla burada bir askeri üssü faaliyete geçireği
haberi bu yöndeki gelişmeler ışık tutar nitelikte.
Bu bağlamda, Çin gibi doğu ve güney Çin denizlerinden başlayarak, bir
yandan Asya-Pasifik bölgesinin doğusunda yani, Endonezya ve Avustralya’yı
kuşatan denizlerde, öte yandan Doğu Afrika sahillerine kadar nüfuzuna olanak
tanıyacak deniz yolları üzerinde kendini ortaya koyan yeni politikaları, her
halükârda Japonya ve Hindistan’ın güvenlik politikalarını yeniden gözden
geçirmeleri anlamı taşıyor.
Hindistan pasifist yaklaşımları
terk ediyor
Bu gelişmeler üzerine Japonya yönetimi bir süredir, ordunun ulusal sınırlar
dışında operasyon kabiliyetini sınırlandıran anayasanın meşhur 9. maddesini
değiştirme çabası içerisinde. Kaldı ki, yukarıda dikkat çekilen türden
tatbikatlara katılım da, Japonya’nın bu konuda ne denli kararlı olduğunun bir
göstergesi. Öte yandan, soğuk savaş yıllarında bağlantısızlar bloğunun en
önemli üyesi konumundaki Hindistan’da ulusal ve uluslararası güvenlik
konularında artık “Ghandivist”-pasifist yaklaşımları terk etme yönünde kayda
değer açılımlara 1990’lı yıllarda başladığı ve bunu tedrici olarak geliştirmekte
olduğu biliniyor.
Kimi araştırmacıların dile getirdiği üzere, soğuk savaş sonrasında
Hindistan ekonomide liberalleşme yönünde adımlar atarken, bunun güvenlik
politikalarına bakan yüzünde de ABD ile dirsek temasını kol kola girme şeklinde
tezahür ettiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder