4 Temmuz 2017 Salı
Endonezya devlet başkanı ziyareti öncesinde duruş meselesi / Political Stance of Turkey before the Jokowi’s Visit
Mehmet Özay 04.07.2017
Devlet Başkanı Joko Widodo’nun ya da Endonezya’da isimlerin kısaltılması
geleğine uygun olarak kendisine uygun görülen Jokowi’nin Türkiye ziyareti
öncesinde Endonezya gündeminde neler olduğuna dikkat çekmekte fayda var. Bu
hususta, farklı görüşleri dile getirmenin mümkün olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin ana akım medyanın, çeşitli İslami organizasyonlara mensup basın yayın
organlarının, resmi makamların ve de halkın gündeminin birbirinden farklılık
arz ettiğine kuşku yok.
Bir ucundan diğerine beş bin kilometer uzunluğundaki ülkenin tek bir
görüş altında ele alınamayacak denli geniş bir sosyo-kültürel, siyasal ve de
uluslararası konuları içermesine de şaşırmamak gerekir. Ülkenin batı ucunda,
Hint Okyanusu’na açılan kapısı Açe Eyaleti, öte yanında yani doğusunda ise
halen düşük yoğunluklu da olsa çatışmaların, siyasal huzursuzluğun devam ettiği
Batı Papua Eyaleti; Şubat ayında yapılan ve sadece ulusal değil uluslararası
medyaya da konu olacak denli hareketli geçen valilik seçimlerine konu olan
başkent Cakarta; Güney Çin Denizi’ne bakan adalar topluluğu Riau Eyaleti’nin en
kuzeyinde Çin’in söz konusu denizinin yüzde 90’ına yönelik hak iddiasının
sınırını teşkil eden Natuna Adaları ilk akla gelen hususlar.
Tabii Türkiye-Endonezya ilişkilerinin altmışıncı yılına denk gelen bu
ziyaretin Türkiye için farklı bir anlamı bulunuyor. O da yaklaşık bir yıl önce
her şeyin ötesinde ülkenin varlığına kastetmekle kalmayan, adına İslam dünyası
denilen bütün içerisinde de önemli değişimleri zaten başlatmış olan bir
yapılanmanın Endonezya’daki varlığı. ‘İnsani’ yapılanmadan ‘terör’
yapılanmasına evrilen ve sadece öğretmen-öğrenci gibi ‘masum’(!) kitleyi değil,
çok çeşitli kesimleri bünyesinde barındıran bu unsurun Endonezya’daki varlığı
halen önem arz ediyor. Kaldı ki bu varlık, sadece halen Türk kimliğiyle
ortalıkta dolaşabilen küçük bir azınlıkla sınırlı değil. Aksine, bu grubun
yıllardır kurumlarında ‘işledikleri’ yerli çocukları, aileleri,
iş-siyaset-basın çevrelerinin şu veya bu boyuttaki desteğiyle varlar.
Açe’de bir devlet üniversitesinin eski rektörünün dile getirdiği üzere,
1990’lı yılların ilk yarısından itibaren gündeme gelmeye başlayan bu yapının
Endonezya’daki varlığı, zamanla kendini ‘bir ipek kozası gibi örerek’ ve evre
evre genişleyerek ilk ve orta öğretimin dışında yüksek öğretim, basın, siyaset,
ticaret ve de imkanlar ortaya çıktıkça, yerine ve zamanına göre ‘İslami’ adıyla
anılabilecek çeşitli kuruluşları da sarıp sarmalama çabası sergilediği ortada.
Bu yapının Cakarta merkezli oluşumu, Endonezya ile sınırlı olmayan bir ‘hizmet
ağına’ sahip olduğu ve bunun adına ‘Asya-Pasifik’ denilen bir adla adılan
organizasyonla tescil edildiği biliniyor. Bu husus en başta bölgedeki Türkiye’yi
temsil makamındaki her kurumun ve herkesin bilgisi dahilinde. Nasıl olmasın ki,
dün birilerinin emriyle yan yana bulunanların tabii ki birbirlerini yakinen
tanıdığına ve aynı safı işgal ettiğine tanık olundu.
Hatta ve hatta bu hususta bilginin ötesinde bu unsurların da ‘hizmet
ağıyla’ uzaktan-yakına doğru çerçevelenebilecek ilişkiler bütününde yer
aldıkları da sır değil. Dolayısıyla Türkiye devleti, ortada sır olmayan aksine
açık seçik bir varlığı sahip bir yapıyla karşı karşıya. Bu konuda bugüne kadar
Endonezya özelinden başlayarak Asya-Pasifik bölgesinde ‘teröre’ evrilmiş ve
‘teröre’ şu veya bu ölçüde yardım ve yataklık yapmış kişi ve grupların
varlığının ne kadar ortadan kaldırıldığı meselesi hayatiyetini koruyor.
Özellikle 2011 yılından itibaren başlayan ve kaçınılmaz olduğu açık seçik
ortada gözüken ‘darbe’ girişimine kadarki süreçte bu grubu koruyup, kollayan,
“bunlar da iyi insanlar” söylemini gündeme taşıyan ve aynı zamanda kendilerini
devleti temsil makamında olduğunu söyleyen yetkililer halen kaydadeğer bir
sorumluluk taşıyorlar. Öyle ki, darbe sonrasında dahi Türkiye’yi temsil ettiği
iddiası olduğu belirtilen kuruluşların bu menfur grupla mücadele bir yana,
geniş anlamıyla Endonezya toplumunun her köşesine ulaşabilecek imkânları
yaratmadaki beceriksizliği de, hiç kuşku yok ki en az olgunun kendisi kadar
dikkat çekici bir duruma işaret ediyor.
Pek çok eksikliğine rağmen, Endonezya gibi şu veya bu açıdan halen önem
arz eden bir ülkenin geniş kamuoyuna hitap edebilecek yeterliliği geliştirmek
yerine, ‘geçmişin uzak köşesinden kalan’ okul arkadaşları naifliğiyle bu ülkede
politika üretebileceklerini sananlar hüsrana uğradıklarının farkında bile değil.
Bu süreçte, kendilerine sunulan temel ve uygulanabilir kimi hususları anlayıp
icraata koyarak Türkiye’nin önünü açma yeterliliği bile gösterememiş olanların,
bölgeyle ilgili ne denli derin bir cehalet içerisinde oldukları ortadadır. Bu
bilgi ve anlayış eksikliğinin bir diğer yönünü ise, kimi kurumların yaptıkları
basın açıklamaları oluşturmuştur. Verilmek istenen mesajların doğruluğu bir
yana, bu bölgedeki, devletleri ve de toplumları ‘steril bir şekilde algılama’
rahatsızlığının en iyi örneklerinden biri olarak sergilenmiştir.
Bugün şayet Endonezya resmi makamlarının ve de toplumda azımsanmayacak
bir kitlenin Türkiye’nin en zor zamanında yanında olmak bir yana, Türkiye’yi
anlayamamış olması, hatta ve hatta Türkiye’ye karşı bir duruş sergileme
durumunda kalışında yukarıda dile getirilen kısır duruş ve eylemlerin rolünü irdelemek
gerekmektedir. Bu bağlamda, devlete bağlılık ve temsiliyet ile devletin yüce
hedeflerini sahiplenme en elzem duruşu oluşturmaktadır. Ve bunun ardından, ‘terör’
yapılanmasının nasıl bir süreç ve metod takip ettiğinden hareketle, ilgili
toplumsal kesimlerin tümünü içine alacak şekilde yeni bir çerçeve ve plânla
harekete geçme konusunda azami bir çaba sergilenmesi gerekiyordu.
Bunun asgari şartalır olan içinde bulunulan toplumu dilinden ve
kültüründen başlayarak dini ve siyasi dinamiklerine kadar her açıdan
anlayabilecek bir yaklaşım sadır olmadıkça kayda değer bir adım atmanın
imkânsızlığı da ortadadır. Bu ve benzeri hususlar karşısında açık seçik bir
yalklaşım sergilemek yerine, ‘protokole’ takılıp, ‘efendim yaptık, ettik;
yapıyoruz, ediyoruz’ söyleminde devam edilecek olması halinde Türkiye’nin
bölgedeki varlığının kritik olmaya devam edeceğini de öngörmek zor değil.
Tüm bu ve benzeri hususların ardından Türkiye’ye ‘tarihi (!) ziyarette
bulunan Jokowi ve kendisine eşlik eden heyetle ne türden görüşmeler yapılacağı
ve bunlara kısa ve orta vadede ne türden yanıt bulunacağı meselesi tabii ki
önemlidir. Ancak unutulmaması gereken Türkiye’nin neyi, niçin, hangi yollarla
ve nasıl yapmak istediği ve yapacağı meselesiyle alâkalıdır. İşin bir yanında birilerinin
aklının ucundan geçeceği tahmin edilebilecek “Endonezya ‘kocaman’ bir İslam
ülkesidir” söyleminden hareketle bu devletin dış politikasının ‘İslami
referanslarla’ teşkil edildiği gibi bir yanılsama içine girilmemelidir.
Halkının kahir ekseriyeti, ‘yerli İslam anlayışının’ gayet güzel bir örneğini
teşkil etse de, devlet yönetimi, uluslararası bağlantılar bu ülkenin
kuruluşundan günümüze kadar İslamcı bir tutum ve yaklaşımı ikili ilişkilerde
ortaya koymadığını göstermektedir.
Ortaya çok büyük bir sorumluluk alanının çıktığına kuşku yok. Aslında
burada bir sorun da yok. Büyük devlet olma sorumluluğu taşıyan ve bunu pratiğe
dökmek isteyen bir milletin aşması gereken sorunlar arasında bunlar da
bulunuyor. Bunlar aşılabildiği ölçüde bölgede var olabilirsiniz.
http://www.haberiyat.com/analiz/endonezya-devlet-baskani-ziyareti-oncesinde-durus-meselesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder