Mehmet
Özay 12.10.2024
Aksine
ortada bir yandan, ekonomi ve bilgi alanında, kasıtlı ve niyetli bir yapılanma
ve öte yandan, bu unsurları biraraya getirecek çevrelerde var olan araştırmacı
ruhun özellikleriyle karşılaşıyoruz.
Temellerin
oluşum
Bu
maddi ve manevi bağlamları biraraya getirmeyi sağlayacak, gayet önemli bir
hazırlık aşaması bulunuyor.
Bu
durum, Avrupa’da ‘Karanlık’ dönemin geçilmiş ve Avrupa’da var olan milletlerin
kendi aralarındaki çatışmacı yaklaşımlarını kısmen sona ermiş olmasının rolü
yabana atılamaz.
Ya
da, buna ilâve olarak, İber Yarımadası özelinde düşünecek olursak, Avrupa içi
çatışmadan, -en azından, Avrupa Kıtası’nın güneyinde- kendini ayırabilen bir
sürecin gelişmekte olduğunu da ileri sürülebiliriz.[1]
Bununla
söylemek istediğimiz, kapalı denizlerden açık denizlere yani, Okyanuslara
açılmada ilgili ulusların ne tür bir yöntem izledikleri, nelerle ve kimlerle
karşılaştıkları, bu karşılaşmalar üzerine refleksif bir yaklaşım sergileyerek
süreci yeniden ve de ‘onararak’ devam ettirdikleri gözlemleniyor.
Bu
yazıda, söz konusu sömürgecilik süreçlerinin, erken dönem evrelerine dair bazı
görüşleri, Portekizlilerin Afrika kıyılarındaki ilk tecrübeleri bağlamında
kısaca ele alacağım.
1414
ilâ 1448 yılları arasına tekabül eden bu erken dönem denizciliğe dair
teşebbüsler bize, 15. yüzyılın sonunda Portekizlileri, Hindistan sahillerine
çıkartabilmiş olmasını yeniden değerlendirme imkânı tanıyacaktır.
Denizci
Henry öncesi
Portekizliler
ve denizcilik dendiğinde akla gelen ilk isim ‘Denizci Henry (Henry the Navy)
(1394-1463). Kral Henry’nin, ‘Denizci’ (the Navy) lakabını almasının
gayet açık bir şekilde, bu süreçteki rolüne atıfta bulunduğu ortada.
Bununla birlikte,
sürecin öncesi olduğuna da kuşku yok...
Nihayetinde bir
kurumsal yapı olarak denizciliğin gelişmesinin İber Yarımadası gibi Güney
Avrupa’nın, Akdeniz ve Okyanus’a komşu bölgesinde, 15. yüzyıl ilk yarısında
icad edildiğini düşünmek, büyük ölçüde doğru olmayan bir yaklaşıma tekabül ediyor.
Belki, Denizci
Henry bağlamında sorulması gereken husus, ‘O’nun, niçin böylesi bir eğilimi
güçlü bir şekilde ortaya koyduğu ve bunda, istikrarlı bir süreci devam
ettirdiği’ şeklinde olmalıdır.
Bu soruya belki,
aşağıda kayda değer bir şekilde, cevap verme imkânı bulacağız.
Denizci Henry’den önce,
babası Kral John’un denizciliğe, kayda değer bir yatırımı olduğu anlaşılıyor...
Portekizlilerin,
1415 yılında, İber Yarımadası’ndan Kuzey Afrika’nın en batısında Ceuta’ya
düzenledikleri seferin baş aktörü Henry değil, babası John’dur.
Henry’nin, daha
henüz 21 yaşındayken, prenslik döneminde meşhur Ceuta Seferi’ne katılmasının,
‘cengâver’ nitelikli bir prens veya geleceğin kralı ile karşı karşıya
olduğumuzu akla getirdiği gibi, oğluna bu imkânı tanıyan kudretli bir Kral
yani, baba John’un da varlığının yabana atılamaz olduğunu gösteriyor.[2]
Yukarıda dile getirdiğim üzere, denizcilik
olgusu söz konusu, bu 15. yüzyılın başında keşfedilmediği gibi sadece,
Portekizlilerden ibaret olan, bir Avrupa denizciliğinin ortaya çıktığını
söylemek de mümkün gözükmüyor.
Kanımca, bu başka bir yazının konusu ve bu
nedenle bu ifadeyle yetinmekte yarar var.
Araştırmacı ruh
Henry, tahta çıktığında öyle anlaşılıyor
ki, 21 yaşındaki tecrübesinin yapılandırdığı bir keşifçi ruha sahipti.
Bunun sadece, denizcilikle de sınırlı
olmayan bunun dışında, coğrafya, ticari emtia, din ve belki de, erken dönem
ulusculuk gibi bağlamları da içinde barındıran özelliklere sahip olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu noktada, denizciliği maddi bir gelişme
safhası olarak değerlendirdiğimizde, bunun öncesinde bir coğrafya bilgisi,
bilinci ve düşüncesinin olması gerektiği bir öncel olarak karşımıza çıkıyor.
Bilgi, yani bir yandan, sözlü öte yandan,
yazılı kaynakların Kraliyet ailesince erişebilirliğinin önemi ortada.
Tabii, İber Yarımadası denince akla
Endülüs yani, Müslüman Arapların uzun bir dönemin ürünü olarak geliştirdikleri
bilgi birikiminden bahsetmek gerekiyor.
İber Yarımadası’nda yaşanan çatışmacı
yaklaşımların dışında, Hıristiyan ve Müslüman unsurların birbirlerinden
etkilenimlerinin öyle anlaşılıyor ki, önemli etkilerinden biri, Portekiz
kraliyet ailesinin denizcilik konusuna eğilmelerinde karşılığını buluyor.
Denizci Henry’nin eğitim sürecinde ve
gelişim aşamasında, bölgede var olan coğrafya, denizcilik vb. bilgi alanlarına
dair verileri içkinleştirdiğini söylemek, doğal bir gelişme sürecini ortaya
koymak açısından önemlidir.
Burada dikkat çekilmesi gereken husus,
Denizci Henry’nin, Akdeniz’i çevreleyen coğrafyada oluşan coğrafya ve
denizcilik bilgi birikiminden, millet ve din ayrımı gözükmeden istifade etmiş
olmasıdır.[3]
Bu durum, bize aslında, farklı milletler
arasında genel itibarıyla, medeniyet ve kültür unsurlarının değişimi, aktarımı,
iletimi konusunda süreklilik arz eden bir durumun olduğunu bir kez daha
hatırlatıyor.
Burada ister istemez akla şu soru
geliyor...
Portekiz saray çevresinin, ilgili bilim
alanlarına yönelmelerine karşılık, benzeri bir ilginin, niçin bu bilgilere
kaynaklık etmiş olan çevrelerce yani, Müslümanlarca sürdürülebilir bir şekilde ortaya
konulmadığı hususudur.
Bu soruya, tabiri caizse, şipşak
bulunabilecek hazır bir cevap vermek yerine kanımca, olan biteni
değerlendirebilmemize olanak tanıyacak tüm süreçleri ele almak gerekiyor...
Bu hususu, şimdilik bir kenara
koyuyorum...
Kendinde yapılanma
Portekizlilerin, ‘Ceuta’ sonrası
denizcilik süreçlerini öyle uluorta geliştirmedikleri, gayet temkinli ve
sürdürülebilir bir tarzda ele aldıkları bir vakıa olarak ortada.
Bu noktada, Müslümanlara ev sahipliği
yapan Kuzey Batı Afrika sahillerinin tedrici olarak güneye doğru gelişen bir
etkileşim ve haberleşme ağının, Portekizlilerce takip edildiğini ve
geliştirildiğini söylemek mümkün.
Ancak, Portekizlileri bu süreci
yönetebilecek ve belki de, başlangıçta ‘taklit’le başlayan ancak sadece, süreçte
‘taklit’ boyutunda kalmadan, ileriye taşıyabilecek bazı yapısal hususları
ortaya koyduklarına kuşku yok.
Bunun ilk dikkat çeken örnekleri, dönemin
gemicilik teknolojisinin ve de iklime dair bilginin sınırlılıkları içerisinde, sahil
şeridinden uzaklaşmayan ve sahil şeridlerine komşu olan adaları takip eden bir
ilerleyişte ortaya çıkıyor.
Portekizlilerin,
güneye doğru ilerleyişlerinde, ‘daha önce geçilmemiş rotayı takip ettikleri’
görüşüne temkinli yaklaşılabilir.
‘Öteki’
olgusu
Ancak, bu sürecin
Portekizliler için en dikkat çekici yenilik, “öteki”yle karşılaşmalarıdır...
Tıpkı, tarihin
farklı evrelerinde farklı coğrafyalarda farklı milletlerin birbirleriyle ilk
tanışma evrelerinde dile getirilen ‘barbar’ kavramına burada da rastlıyoruz.
‘Öteki’nin barbar
oluşunu, kelimeye belki, bugün yüklenen olumsuz, diyelim ki, ‘vahşi’ anlamının
dışında ve ötesinde, bilinmeyen bir toplum anlamında ve nötr bir anlama içkin
‘öteki’/’yabancı’ denildiğini düşünebiliriz.
Portekizlilerin
‘barbarların kıyılarına’ ulaşmaları, onları, hiç kuşku yok ki, çoğul ‘öteki’
ile, yani Afrika’nın güneyini dolaşmaları sonucu Asya toplumlarıyla
karşılaşmalarının ilk evresini tecrübe ettiklerini ortaya koyuyor.[4]
Bu çerçevede,
ortada, ‘bil/in/memekten kaynaklanan bir tarif sorunu olduğunu söyleyebiliriz.
Bu durum, bilinmeyene
karşı geliştirilen ya da beslenen psikolojik temelli bir korku kabul
edilebileceği gibi, Avrupa kıtası’nda Akdeniz’in karşı yakasında Afrika için, o
döneme kadar oluşmuş, bir kısmı mitolojik ve diğer bir kısmı gerçek tecrübelere
dayalı olarak da ortaya çıkmış olabilir.
Portekizlilerin,
İber Yarımadası’ndan başlayan denizcilik süreçlerinin başlangıç aşamalarını
değerlendirebilmek hem, Portekizlilerin ilerleyen süreçteki sömürgeciliklerini
hem de onlardan epeyce sonra sürece katılan diğer Batı Avrupalı denizci
milletlerin yaklaşımlarını anlamaya dair önemli bir yaklaşım sağlayacaktır.
[1]
Manuel de
Faria y Sousa. (1695). The Portugues Asia
or The History of the Discovery and Conquest of India by the Portugues,
(Tr.: John Stevens), London: C. Brome, s. 1.
[4]The
Portuguese Asia,
p. 3.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder